Ulu Cami’nin Güneş Saatleri

Medeniyet, insanın kendisini ve çevresini keşfetmesiyle başlar. Bu ise zamanı, mekânı, nesneleri, olayları, bunların işleyişini niçin ve nasıl sorularını sorarak anlamayı, yorumlamayı ve değerlendirmeyi gerektirir. Zaman kavramı ilk insandan beri hep bir muamma olmuş; dinler, filozoflar, fizikçiler, müneccimler hep onu anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Dinler ritüellerini zamanla bağlantılı olarak düzenlemiş, hükümdarlar vergilerini ona göre tayin etmiş, insanlar zamanla büyümüş, yaşlanmış; âşıklar ve şairler hep zamanın içinde olmuştur. İlk insan için en küçük zaman dilimi bir gece ve bir gündüzden ibaret “gün” ve en uzun zaman birimi yıl iken, daha sonraları mevsimler aylara, aylar haftalara, haftalar günlere, günler saatlere bölünmüştür. İlim, teknoloji ve sosyal münasebetler gelişip hızlandıkça ve yoğunlaştıkça bunlar da yetmemiş, dakikalara, saniyelere, saliselere ihtiyaç duyulmuştur. Günümüzde mili ve mikro saniyeler kullanılır olmuş; fizik ve astronomi gibi alanlar ise saniyenin milyarda bir, hatta daha da küçük zaman aralığının ölçülmesine ihtiyaç duyar hale gelmiştir. İnsanlar bu gelişmeye paralel olarak gittikçe hassaslaşan aletler icat etmiştir.

 

İslâm dininde günde beş vakit namaz, oruç ve hac ibadetlerinin vakte dayalı görevler olması yanında, Allah’ın Kur’an’da “zamana yemin etmesi”, ve “Ay’ın, Güneş’in ve yıldızların hareketinde düşünen kimseler için pek çok ayetlerin olduğunu” belirtmesi Müslümanları zaman konusunda düşünmeye yöneltmiştir. Bu cümleden olarak, Yunanlılar ve Romalılar zamanında çok basit ve sade olan güneş saati, İslâmî devirde büyük gelişme kaydetmiştir. Eski kaynaklarda genellikle “mizvele” veya “basita” olarak bilinen güneş saatlerinin en eskisi Kahire’de Tolunoğlu Ahmet Camii’nde bulunmakta idi. 12. yüzyıla tarihlenen bu cihaz ne yazık ki sonradan kaybolmuş, geriye sadece Fransızlar tarafından alınan estampajı kalmıştır.

 

Müslümanlar astronomi faaliyetlerine ve usturlap yapımına bundan çok önce başlamıştı. Halife Me’mûn zamanında (saltanatı 813-833) rasat işlerine büyük önem verilmiş, Bağdat ve Şam’da rasathaneler kurulmuş, bunu takip eden yıllarda İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde Habeş el-Hâsib (öl. 864), İbn Yunus (öl. M. 1009), es-Sufi ve Biruni (öl. 1051) gibi meşhur gökbilimcileri yetişmiştir. 

İslâm dininde günde beş vakit namaz, oruç ve hac ibadetlerinin vakte dayalı görevler olması yanında, Allah’ın Kur’an’da “zamana yemin etmesi”, ve “Ay’ın, Güneş’in ve yıldızların hareketinde düşünen kimseler için pek çok ayetlerin olduğunu” belirtmesi Müslümanları zaman konusunda düşünmeye yöneltmiştir. Bu cümleden olarak, Yunanlılar ve Romalılar zamanında çok basit ve sade olan güneş saati, İslâmî devirde büyük gelişme kaydetmiştir.

Bu astronomlar arasında güneş saati yaptığı sabit olan tek kişi Harranlı Ebu Abdullah el-Battanî’dir (M. 856-929). Ayrıca Kurtuba’da (M. 1000 tarihinde) ve Kayrevan’da da çeşitli güneş saatleri yapılmıştır. Fakat bu güneş saatleri Osmanlı devrindeki kadar sayıca çok, tür bakımından zengin ve işleyiş açısından girift değildir. Duvar üzerine dikey veya avluda masa şeklinde yatay olarak yapılan bütün bu saatlerde esas olan şey, madeni bir demir çubuğun gölge- sinin hareketine göre vakti tayin etmektir. Bunun için de Güneş’in tam tepeye dikildiği ve gölgenin en kısa olduğu zaman öğle, yani saat 12 olarak belirlenmiştir. Bazı saatlerde ise akşam güneşin batışı 12 olarak kabul edilmiştir. Diyarbakır Ulu Camii avlusundaki mevcut güneş saati bu ikinci tipi temsil etmektedir. 

 

Ulu Cami güneş saatinin anatomisi 

1092 yılında Büyük Selçuklu imparatoru Sultan Melikşah tarafından yaptırılan ve daha sonra birçok tamir gören Diyarbakır Ulu Camii, planı ve mimarisiyle Şam Ulu Camii ile büyük benzerlik gösterir. Fakat hem avlunun düzeni ve taş işçiliği, hem de doğu kapısındaki aslan-boğa mücadelesini gösteren kabartmasıyla şahsiyet kazanır. Bu önemli eserin avlusunda, bugün birisi yerinde olmayan iki tane güneş saati bulunmaktaydı. Bu saatlerden birincisi kuzey kapısının hemen yanında, etrafı demir parmaklıklarla çevrili olan yatay tipteki güneş saatidir. Diyarbakırlıla- rın ve konuyla ilgili hemen herkesin bildiği birinci güneş saati, başlığıyla birlikte 100 cm. yükseklikteki bir sütun üzerine oturtulan, 12 cm. kalınlığında ve 55×70 cm. ebadındaki beyaz bir kalker tabla üzerine yapılmıştır. Cihazın yer yer kırılmış olan tabla kısmı ince metal bir çemberle kuşatılarak sağlamlaştırılmıştır. 

 

Saat, ortada tek ayaklı bir masayı hatırlatan tablanın güney kenarının ortasına yerleştirilen sivri uçlu demir bir levha halindeki bir mil ile bunun kuzeyinde yaz ve kış gündönümlerini gösteren içbükey ve dışbükey iki ana çizgiden meydana gelmektedir. Yapıldığı taş, mermer olmadığı için doğal şartlarla veya insan faktörü sebebiyle yer yer çatlamış ve kırılmıştır. Genel hatlarıyla kelebeği hatırlatan güneydeki içbükey ve kuzeydeki dışbükey iki kavis arasında, aynı yönde pek çok çapraz çizgi bulunmaktadır. Güneydeki içbükey kavis yaz ekinoksunu (21 Haziran), kuzeydeki dışbükey çizgi ise kış ekinoksunu (21 Aralık) belirtmektedir. Güneybatı köşede 11 rakamı ile başlayan ve önce kuzeye, (4’ten sonra) sonra doğuya doğru 12, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 şeklinde devam eden rakamlar vardır. Kalın çizgilerin karşısına gelen bu rakamlar saat başlarını göstermekte, bunların her birisinin arasında bulunan ince çizgiler ise onar dakikalık zaman dilimini işaret etmektedir. Bu ince çizgilerin karşısına ise 10, 20, 30, 40, 50 şeklinde dakikaları gösteren rakamlar yazılmıştır.

 

Güneşin ilk doğuşu ile meydana gelen gölge, sabah saat 11’i işaret eder; öğle vaktine delalet eden en kısa gölge ise milin tam kuzeyinde saat 4, 5 ve 6 çizgilerinin en güneydeki kavis ile birleştiği yerlerde meydana gelir. Bundan sonraki rakamlar ise öğleden sonrasını belirtmek içindir. Bu cihazda, başta İstanbul’da olmak üzere pek çok şehirde gördüğümüz güneş saatlerinde mevcut olan “zeval” (öğle) ve “asr” (ikindi) çizgilerini ve yazılarını göremeyiz. Bu tür yatay güneş saatlerinde her zaman için güneşin batışı esas alındığı için, akşam vakti saat 12 olarak gösterilmiştir. Bu, aynı zamanda yeni günün de başlangıcıdır. Demir milin güneyinde bir daire içinde, bazı harfleri ve rakamı zeminin bozulması sebebiyle tam olarak okunamayan kitabe mevcuttur. Bizim 1985 yılında yerinde görüp okumayı teklif ettiğimiz Arapça kitabe şu şekildedir:

……………

Ğurûbî basi (ta-i) (u)fkiye .2(?)34

(Güneşin batışını esas alan yatay güneş saati- 1234/M. 1818)

 

İkinci güneş saati

Ulu Cami’deki, bugün varlığına dair hiçbir iz kalmayan, ikinci güneş saati ise çok değişik tipteydi. Benzerine başka hiçbir yerde rastlamadığımız bu cihaz, vakti, harimin çatısının gölgesinin kuzeydeki avlu döşeme taşlarına düştüğü yere göre belirlemeyi esas alan basit bir sisteme sahipti. Harimin mihrap ekseni üzerinde bulunan kuzey kapısının hemen solunda bulunmakta ve avlunun döşeme taşlarına kazılmış, harim duvarına dik olarak uzanan bir çizgi ile bunun üzerine kazılmış saat işaretlerinden meydana gelmekteydi. 1985 yılında eseri incelediğimiz sırada oluk şeklinde kazınmış olan bu çizgiye eskiden demir çubukların yerleştirildiği cami cemaati tarafından ifade edilmişti. Ne var ki bu demir çubuklar ve hangi çizginin, hangi saate tekabül ettiğini gösteren rakamlar ortadan kaybolmuştu. Yapılış tarihi belli olmayan bu cihazda vakit, muhtemelen caminin saçak gölgesinin bu çizgiler üzerindeki durumuna göre tayin edilmekteydi. Fakat vaktin, tamirler neticesinde değişikliğe uğraması gayet doğal olan saçak veya çatı gölgesine göre belirlenmesi saatin kullanışlılığına ve dakikliğine halel getirmiş olmalı ki yukarıda geniş olarak anlattığımız 1818 tarihli saatin yapılmasını gerektirmiştir. Bu durumda bu cihazın söz konusu tarihten önce yapıldığına şüphe yoktur. Zira daha dakik ve kullanışlı bir güneş saati varken eski güneş saati zamanla gözden düşerek kullanılmaz olduğunu söylemek mümkündür

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir