Söz de uçmaz yazı kadar Dengbêjin sözü

engbêjlik, sözlü edebiyatın çok önemli bir parçası. Aynı zamanda toplumsal hafızanın da. Hafızadan kâğıda, kâğıttan hafızaya geçen edebiyat ürünlerinin aksine, dengbêjlerin kılamları hafızadan hafızaya aktarılır. Tabii bir de kalpten kalbe. Dengbêjlerin yaptığı, esasında, içinde yaşadıkları toplumun hissettiklerini açığa çıkarmaktır.
Fotoğraflar: Hasan Namlı
Kelimeyle yeni karşılaşacak olanlar için bir tanım yapmak gerekirse dengbêj, kalabalık ortamların içinde irticali olarak çıplak sesiyle uzun süre müzik yapan sanatçı demektir. “Deng” kelimesi ses, “bej” kelimesi ise söyleyen kişi anlamına gelir. Dengbêjin yaptığı müzikte söylediği parçala- ra ya kılam ya da stran denir. İşte, tanım bitti. Ve ne kadar da yavan kaldı kelimenin bin yıllık sergüzeştinin yanında. Oysa iyice, iyice kulak vermek gerekir. İşitmek gerekir: dengbêjler ne söyler? Kürtçe bilmeyenlerin anlamayacağı, bilenlerin bile bazı nüanslara vâkıf değillerse yarım yamalak anladığı
o sözler, o cümleler… Dinleyenin kulak zarın- dan girip kalp kapakçıklarına kadar hızla yol bulan o ritmik kelimeler… Şaşılacak şey: ne bir enstrüman, ne arkada vokalist ne tek bir nota ne de bir ambiyans; hiçbiri olmadan, sanki hepsi varmışçasına büyüler. Müzik midir yaptığı, yoksa kör ozan Homeros gibi hikâyelerini şiirlere boyayıp mı anlatır? Öyle ya, “ozan” demek en doğrusu. Unvanların içinde dengbêjlere en yakışacak olanı. Fakat bugünden, 2022’den bakmamak lazım ozan- lık müessesesine. Yılları, yüz yılları geriye sarmak lazım. Beylerin paşaların meclisle- rinden; yıldızların gökten neredeyse sarktığı yaz gecelerinden yahut bir soba etrafında
tüm köyün toplandığı kış gecelerinden, “Şimdi hangi kılamı söyleyecek” diye sabırla yüzüne bakanların merakından bakmak lazım. İşte, oldu. Kaldırdı elini kulağına, anlatıyor. Anlatıyor, söylüyor, inliyor, ağlı- yor, bazen hayrete düşüp düşürüyor, bazen anlattıklarını kınayarak esef ediyor. Ne ol- muşsa civar köylerde, kim hangi kıza gönül vermişse, hangi civan gidip dönmemişse, hangi kuş hangi fıstık ağacının dalından inmemişse, hangi ağa köylüsüne zulmedip kendi oğullarına iltimas geçmişse hepsi onun sözlerinde. Birkaç dengbêj, Yaşar Ke- mal’in görkemli eseri Ağrıdağı Efsanesi’nde kılam söylüyor mesela. Gülbahar’la Ahmet’in aşkını, paşa babasının Gülbahar’ı kuyulara kapadığını, bu sevdanın sonunda ölüm göründüğünü anlatıyorlar. Dengbêjlerden Gülbahar’ın felaket haberini duyan kadınlar yemeden içmeden kesiliyorlar. Fakat orta oyunu gibi tiyatral bir anlatım değil dengbê- jinki. Daha ziyade müzikal. Köylerin, evlerin, aşiretlerin ve şehirlerin tüm haberleri birer şarkıya, türküye, destana dönüşüyor. Deng- bêj stranına başladığı anda zaman duruyor; o söylüyor insanlar dinliyor, o duruyor insanlar dinliyor, o heyecanlanıyor insanlar dinliyor, o hüzünleniyor insanlar dinliyor. Öyle bir itibar, öyle bir makam sahibi ki! Makam dedikse de para kazandı- ran, güç kazandıran makamlardan değil. Olsa olsa söz söyleme bece- risinin uyandırdığı saygıdan. Zira adım adım dolaştığı Mezopotamya topraklarında söz yasa hükmü-
ne geçiyor. Söz, mistik bir temeli otoritenin. Söz kanun, söz kıymetli. Ve işin şu noktası o denli önemli ki: Halk dilinin en doğru, en iyi kullanı- cıları olan dengbêjler okuma yazma bilmiyor! Batılılar, “Verba volant, scripta manent.” (Söz uçar yazı kalır.) demişler. Mezopotamya toprakları- nın dengbêjlik geleneği bu önermeye diyaframının tüm gücüyle itiraz edi- yor: Söz de kalır! İş ki doğru, onurlu ve sanatlı söylenmiş olsun.
Sözlü Edebiyatın Taşıyıcısı
Dengbêjlik, sözlü edebiyatın çok önemli bir parçası. Aynı zamanda toplumsal hafızanın da. Hafızadan kâğıda, kâğıttan hafızaya geçen edebiyat ürünlerinin aksine, deng- bêjlerin kılamları hafızadan hafızaya aktarılır. Tabii bir de kalpten kalbe. Dengbêjlerin yaptığı, esasında, içinde yaşadıkları toplumun hissettiklerini açığa çıkarmaktır. Acıyı, aşkı, sevinci, özlemi, övgüyü, savaşı, sürgünü, hasreti, coşkuyu, yalnızlığı… Uzun, bazen saatler süren kılamlarla tüm bu hisleri ve bu hisleri uyandıran olayları müziğe dönüştürür deng- bêj. Toplumun hafızasına sağlamca yerleştirir. Aşiretlerin çekişmeleri
de onun konusudur, baharın gelişi, yaylanın renk değişimi, depremler, heyelanlar, çığ düşmesi ve hatta suda boğulmalar da. Hem haber bülteni hem şiir saati hem de müzik dinletisi gibidir. Dengbêjin eserlerine konula- rına göre isimler verilir: Lawik (aşk), şer (kahramanlık), dilok (güzellik),
zemar (ağıt), payizok (hasret), belite (coşku) gibi türlere ayrılır. Ustaların eserlerini ustaca icra edenlere deng- bêj, şiirleri ve sözleri bizzat oluşturup yeni kılamlar yapabilenlere ise “şair dengbêj” denir. Yazar Mehmed Uzun, “Sesi kelam, kelamı kılam, türkü haline getirendir” diyor dengbêj için. “Dengbêjlik sanatkârlıktır ve sanat- kârlık da emek, takat ve kuvvettir.” diye ekliyor.
Düşününüz sözlerine şöyle başla- dığını:
Hey lê çûka serê darê
Te xwe daye vê qomtarê Çi digerî vê buharê
Te li ku wenda kirye yare
(Hey ağaç üstündeki kuş Gelmişsin dağ eteğine Ne ararsın bu baharda Nerede kaybettin yârini)
Ve bu sözlerin şehrin tüm elemini sırtlanacak kadar güçlü bir anlatıya sadece girizgâh olduğunu. Sözün uzadığını, genişlediğini, bir kış gece- si boyunca sürüp dışarının ayazına karşın kalpleri ısıttığını. Gerçekten takat ister. Homeros’un bin yıllar evvel yazdığı dizeler sanki daha düne kadar söz söyleyen dengbêjleri tarif eder:
Hani nasıl ağzı açık bakakalırsa insan bir ozana,
Tanrılardan öğrenmiştir ozan büyüleyici ezgiler söylemeyi,
Durmadan söylesin, hiç kesmesin ister ölümlüler,
O da sofadaki dinleyicileri işte öyle büyüler.
lerken pek seyretmedik. Ekşi Elmalar
filmindeki yayla sahneleri hariç. Âşıkların birbirini uzaktan izleyebil- diği yegâne mecraydı filmde dengbêj divanı. Koskoca reis bey denbgejin sözü başladığı zaman herkes gibi susup dinlemeye başlamıştı. Film- deki canlandırma tastamam gerçek yaşamdan alıntıydı. Zira çok uzun yıllar dengbêjliğin böyle bir pozis- yonu da vardı: Ağaların ve mirlerin kurduğu divanlarda söyler, otorite ve iktidar sahibi bu adamların gücü-
ne güç katarlardı. Yeri geldiğinde ağayı/miri övmek yeri geldiğinde de acı eleştirilerle yermek dengbêjin vazifesi sayılırdı. Ne de olsa dengbêj, toplumun hem medya kanalı hem de vicdanıydı…
Aslında dengbêjliğin merkez üssü, serhad illeri. Söz konusu iller malum: Kars, Ardahan, Erzurum, Iğdır, Muş ve Ağrı çevresi. Serhad dengbêjle- rinin kılamları ritminin hızından kendini belli eder. Bakınız: Dengbêj- lerin en meşhurlarından, Ağrılı Üstad Şakiro… Mardin’in dengbêjleri daha yavaş, Diyarbakır’ın dengbêjleri ise su gibi akıcı olmakla bilinir. Şaki- ro’nun adı geçmişken, Yaşar Kemal’e göre “Kürtlerin Homerosu” olan Evdalê Zeynikê’den de elbette söz etmeli. Doğubeyazıt’taki görkemli sarayın sahibi İshak Paşa’nın torunu Sürmeli Mehmet Paşa’nın deng-
bêji Evdalê Zeynikê. Ermeni kadın dengbêj Gule’yi uzun bir atışmanın sonunda yenen, kendisini yenenle evleneceğini ilan etmiş olan Gule
ile evlenmeyen, zira karısı Ayşe’ye tutkun olan Evdalê Zeynikê. Ve dahi Adana Kozan’daki kanlı çarpışmaya paşanın yanında gidip, döndükten sonra Xozan Daxe kılamıyla savaşın kederini sözlere döken Zeynikê.
52 DİYARBAKIR:2022:6
Toplumun Vicdanı
Popüler kültür ürünlerinde, kitaplarda ya da filmlerde bir dengbêji kılamını söy-Haritalar Kadar Geniş Yuka- rıda bahsi geçen dengbêj Gule, bize dengbêjlik hakkında iki önemli bilgi veriyor: Dengbêjlerin sadece erkek- lerden olmadığını, pek çok tanınmış kadın dengbêj olduğunu ve sadece Kürtlere mahsus bir sanat olmadığı- nı. Dengbêjlik Suriye’de, Irak’ta hatta Rusya’da bile icra edilen bir sanattı. Fakat Türkiye dışındaki en önemli iki merkezi İran ve Ermenistan’dı. Aslına bakılırsa başta yaptığımız “ozan” benzetmesine selam vererek söylemek gerekir ki dengbêjlerin yaptığı işin dünyanın öteki uçların- da dahi muadilleri bulunur. Antik Yunan’da homerides ve rhapsodoi, Ortaçağ’da Avrupa’da minstrel, İngil- tere’de bard, Fransa’da troubadour, Almanya’da bänkelsänger, Hindis- tan’da harikatha, Türklerde ‘ozan’ ve ‘âşık,’ Araplarda hakavati, Farslarda nakkâl örnekleri gibi. Hint-Avrupa dil ailesine mensup olan Kürtçe, belli ki, bu ortak antik kültürün Kürtlere özel bir versiyonu olarak dengbêjliği üretti.Dünyada ne değişmedi ki Mezopotamya’da değişmesin? Enstrüman, plak, hoparlör, mikrofon, kaset, CD; bunların hepsi tam da dengbêjlerin yaptığı işin antitezi gibi. Modernite Doğu illerini hızla dönüştürürken klasik dengbêj- liğe çok da yer kalmadı insanların müzikle kurduğu bağda. Beklentiler, zevkler, renkler, iletişim yöntemleri değişti. Dengbêjlerin birer “haberci” olma nosyonu sona erdi ve fakat sanatçı olma nosyonu bâki. O sebeple hâlâ kulağının pasını Şakiro’yla, Ayşe Şan’la, Kawis Axa ile siliyor insanlar Türkiye’nin ve dünyanın dört bir ya- nında. O sebeple Kürt müziği dendi- ğinde akla gelen en parlak hazineler- den biri dengbêjler oluyor. Dengbêjlik aslında, Anadolu’nun koskoca bir harmoni olan topraklarındaki o muh- teşem söyleme biçimlerinden biriYazıyı, tüm o biçimleri özetleyen bir roman alıntısıyla noktalayalım. Âşık- lar Bayramı’nın Heves Ali’si hepsini birden telaffuz etsin de, şöyle baştan sona hatırlayalım. Sonrasında artık hangisini isterseniz açıverin telefo- nunuzdan, bilgisayarınızdan yahut plakçalarınızdan. Dengbêjlik özelinde Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun tüm seslerine şöyle bir selam verin:
“Kâni Karaca gelsin, Çekiç Ali gelsin, Tenekeci Mahmut ve Ruh- satî gelsin; Fekiyê Teyran, Evdalê Zeynikê, Egidê Cimo ve Şakiro gelsin; Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Hafız Kemâl, Neşet, Mahsuni ve Sümmâni gelsin; Pir Sultan, Karac’oğlan, Kul Nesimî ve Yunus gelsin; yörükler, göçerler, koçerler gelsin; gevendeler, abdallar, mırtıplar, domlar, deng- bêjler gelsin; hafızlar, gazelhanlar, mevlithanlar gelsin, başımda durup bana veda, bana sena, bana helal etsinler!”

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir