Mimar Sinan’ın çıraklık eserlerinden Behram Paşa Camii, Diyarbakır’daki Osmanlı camilerinin en güzel örneklerinden biri sayılır. Uzaktan bakıldığında tek kubbesi ve tek şerefeli minaresiyle oldukça sade görünse de, revakları, sütunları, taç kapısı ve iç mekandaki hareketli mimarisi ve süslemeleriyle görkemli bir eserdir aslında.
Diyarbakır’da Mardin Kapı civarında dolaşırken Behram Paşa Camii’ni görmek, bir anlığına Üsküdar’da olmak hissi uyandırabilir. Boğaz kıyısında ya da ara sokaklardan birinde rastgeleceğiniz sade ve aynı zamanda görkemli bir Sinan camisiyle selamlaşmak gibidir Behram Paşa Camii ile karşılaşmak. Sonra caminin Mimar Sinan’ın İstanbul dışındaki önemli deneme yapıları arasında olduğunu öğrenirsiniz. Bu bilginin, Sinan’ın eserlerine dair kaynaklardan sadece Tuhfetü’l-Mi‘mârîn’de geçiyor olması da herhangi bir kuşkuya mahal vermez çünkü eser üslûp itibariyle daha ilk bakışta Koca Sinan’ın çıraklık dönemi eserlerinden biri olduğunu söyler size. Cami, ana mekan şe- masıyla Sinan’ın Silivrikapı Hadım İbrahim Paşa Camii’ne de benzemektedir üstelik. Diyarbakır’daki Osmanlı camilerinin en güzel örneklerinden biri olan Behram Paşa Camii, 1572 yılından bu yana, bânisinin; şehrin valisi ve beylerbeyi olan Kara Şahin Mustafa Paşa’nın oğlu Behram Paşa’nın adını yaşatıyor. Aslında bir külliye olarak tasarlanan caminin bitişine aynı tarihte bir medrese inşa edildiği biliniyor ancak cami ve şadırvandan başka külliyeden günümüze yalnızca bir hamam ulaşabilmiş.
Şaşırtıcı bir iç mekan
Bütünüyle kesme taştan inşa edilen cami, tek kubbesi ve kare kaideli, silindirik gövdeli, tek şerefeli minaresiyle uzaktan oldukça sade görünse de hem mimari detayları hem de süslemeleriyle görkemli bir eserdir. Behram Paşa Camii’ni, dışarıdan içeriye doğru, ayrıntılara dikkat kesilerek inceleyecek olursak, ‘son cemaat yeri’nin çift revaklı oluşuyla Diyarbakır’daki diğer camilerden ayrıldığını görürüz. Şehirde, iki bölümlü son cemaat yerine sahip tek camidir Behram Paşa. Revakları taşıyan sivri kemerlerin ve yan yana dizili sütunların bir saray girişini andırdığı bile söylenebilir. İç revaktaki kubbeler göz alıcı kalem işi süslemeleriyle tezyin edilmiştir. İkinci revak ise yani son cemaat yerinin ikinci bölümü- avluya taşıp geniş bir cephe oluşturarak cemaate sıcak yaz günlerinde dışarıda, turkuaz renkli bir ahşap tavanın altında ibadet etme güzelliği sunar. Avludaki altıgen planlı, pramidal külahlı şadırvanın boğumlu düğümlü sütunları da dikkat çekicidir ve içeriye girerken, caminin ahşap kanatlı taçkapısından özellikle de beş dilimli kemerle örtülen mukarnas kavsaralı nişten gözünüzü alamazsınız. Mimari ya da spesifik olarak dinî mimari hakkında bilgisi olmayan bir göz bile kavsaranın, yani giriş kapıları üzerindeki iç bükey kabartmalarla bezeli kısmın, esere anıtsal bir hava verdiğini fark edebilir. Ancak Behram Paşa Camii’nin asıl sürprizi, iç mekandaki beklenmedik mimari hareketliliktir. Kalın duvarlarda oluşturulan dikdörtgen boşluklar, dört köşede dört tane kare mekan ortaya çıkardığı için caminin kubbesi dört duvar yerine sekizgen bir ayak sistemine oturtulmuş görünür. Böylelikle içeriye girdiğimizde düz duvarlar yerine galeri kemerleriyle hareketlendirilmiş şaşırtıcı bir iç mekan bulmuş oluruz. Mimarideki bu farklılık nedeniyle harimde ana mihrap dışında, üçü sağda, üçü solda olmak üzere, beş köşeli nişleri çinilerle süslü altı mihrapçık daha bulunur. Kıble duvarından taşıntı yaparak dikdörtgen bir form sunan Behram Paşa Camii mihrabı da, mukarnas dizini ve üç dilimli kemeriyle, günde beş vakit yönünü kıbleye dönenlerin yalnız gözünü değil ruhunu da okşar. Siyah, beyaz ve pembe renkleri içeren taş minber ise mihrabın sağında yer alır.
Taş işçiliğinin en güzel örneklerinden
Behram Paşa Camii mimari üslûbuyla, inşaatının tamamlandığı 1572 yılından bu yana tam 450 senedir Diyarbakır Suriçi’nin en etkileyici mabetlerinden biri. Ancak camiyi göz alıcı kılan; mimarisi kadar şadırvanından taç kapısına, mihrabından minberine, kubbelerinden duvarlarına değin her yerde şaheser bir tabloya bakıyormuşuz hissi uyandıran süslemeleri ve bezemeleri aynı zamanda. Denilebilir ki Behram Paşa Camii iç ve dış süslemeleriyle Diyarbakır’ın taş işçiliği yönünden en zengin yapılarından biridir. Süslemelerde taş, mermer, çini, ahşap ve maden malzemenin birlikte kullanıldığını görürüz. Taş süslemeye mihrap ve minberde, ahşaba kapı kanatlarında, minberin taht bölümünü örten kasnak ve külahta rastlarız. Mihrabın kapı kanatlarında taklit kündekârî uygulanmış, minberde ise boyama tekniği tercih edilmiştir. Maden ise sadece kapı tokmaklarında kullanılmıştır. Süslemeler caminin kimi bölümlerinde kendiliğinden oluşmuş gibidir. Diyarbakır’a özgü siyah bazalt ve beyaz kalker taş, özellikle dış yüzeylerde bir arada kullanılarak mimariye dekoratif bir hareketlilik kazandırmıştır. İki renkli taş kullanımıyla doğal olarak oluşan bu süsleme, son cemaat yeri duvarlarında, sütunlarında, pencere kenarlarında ve taç kapıda özellikle göze çarpar.
Diyarbakır’da yerli üretim çini
Camilerin başat iç süsleme unsurlarından çini, Behram Paşa Camii duvarlarında da en zarif haliyle görünür. Ancak camideki çini kullanımına geçmeden önce, Diyarbakır’da varlığı pek de bilinmeyen eski çini fırınlarına ve yerli atölyelere değinmek gerekir. Şehrin yapılarını süsleyen çinilerin büyük bir kısmının yerli atölyelerde yapıldığına ilişkin bilgiyi, Zincirkıran Türbesi civarında fırın kalıntılarına, sır, çini ve seramik parçalarına rastlandığını söyleyen Metin Sözen de doğrular. Diyarbakır, Osmanlı dönemi Anadolu şehirleri arasında, yapılarının büyük bölümünde yerli üretim çiniler kullanmasıyla da ayrı bir yerde durur. Çünkü diğer şehirlerde, Osmanlı Devri yapılarını süsleyen çiniler çoğunlukla İznik’ten sağlanıyordu. Özellikle Mimar Sinan’a atfedilen yapılarda camilerin iç mekânlarında çiniye daha yoğun bir şekilde yer verildiği bilinir. Bir Sinan eseri olan ve harim duvarlarının alt bölümüyle mihrap nişleri belli bir yüksekliğe kadar çiniyle tezyin edilen Behram Paşa Camii’nde de bu özelliği görürüz. Ancak burada kullanılan çinilerin şehrin yerli atölyelerinden mi temin edildiği yoksa İznik’ten mi getirildiği konusunda uzmanların görüş birliğine vardığını söyleyemeyiz. Çinilerin hamurunun sarımtrak oluşu, Diyarbakır Havzası’ndaki sarı topraktan yapılan üretimi akla getirir. Çünkü İznik çinilerinde 14. yüzyılın ortalarından 15. yüzyılın ortalarına kadar kırmızımsı hamur kullanılmıştır.
Ayrıca Behram Paşa Camii çinilerinde kullanılan kırmızı rengin, Osmanlı dönemi İznik çinilerinin alamet-i farikası olan domates kırmızısına göre soluk ve kahverengiye kaçan bir tonda olması da camide kullanılan çinilerin yerli atölyelerde üretildiği kanısını kuvvetlendirmektedir. Sır altı tekniğiyle uygulanan çini süslemelerde koyu ve açık mavi, turkuaz, kırmızı ve siyah renklerle yapılan bitkisel süslemeler, hatayi, nar çiçeği, rozet çiçeği, gülbezek ve hatayi motifinden çıkan hançer yapraklardan oluşmaktadır. Panoları alttan ve üstten bazen de dört taraftan kuşatan bordürlerde ise, ters ve düz biçimde alternatif olarak birbirini izleyen kemerler içerisinde palmetrumi kombinasyonu vardır. Her motifi üzerinde uzun uzun konuşabileceğimiz çinilerden, ‘bulut’ motifiyle Behram Paşa Camii’ne veda edelim. Sembolik anlamlar taşıyan bulut motifi, mitolojik varlıklardan sayılan ‘simurg’ ve ‘ejderha’nın boğuşmaları esnasında burunlarından çıkan buharın veya ateşin ifadesi sa- yılır ve kaynağının Çin olduğu kabul edilir. Ancak Türk süsleme sanatında önemli bir bezeme unsuru olan bu motifin, eski Türklerin doğaya duydukları hayranlığı temsil ettiği görüşü de yaygındır. Bulut motifi her neyi simgeliyor olursa olsun, dikkatsiz gözler için içiçe geçmiş bazı desenler ve renkler olarak görünen çiniye daha yakından bakmamızı öğütler bize. Behram Paşa Camii’ne biraz huzur bulmak için girdiğiniz- de duvarlardaki nar çiçeklerinin, gül bezeklerin ve lotus çiçeklerinin arasında o bulutu da ararsınız belki ve önünüzde sembollerden oluşan yepyeni bir dünya açılır.