Refik Anadol – Söyleşi

Dijital sanatın akla gelen ilk ismi

Refik Anadol, yer aldığı projelerde akla gelebilecek her türlü veriyi aralarında NASA ve Google’ın da bulunduğu dev kurumlarla iş birliği yaparak topluyor. Toplanan tüm veriler, projeye özel yazılan algoritmalarla çalışan yapay zeka programını besliyor. Daha sonra sanatçı makinenin, aklına konulan bu verileri algılayışını-yorumlayışını gösteren veri heykelleri yaratıyor. Sanatçı, yapay zekanın aklındaki hareketleri yorumlayarak, makine zekasını estetize ederek yaratıcılığını ortaya koyuyor. Sanatıyla sınır tanımayarak duygu aktarımını tüm insanlıkla paylaşmak isteyen Anadol sanatının gücünü hem insanın aklına hem de ruhuna dokunmaktan alıyor.

 

Birçok ebeveyn çocukların, gençlerin bilgisayar başında vakit geçirmesinden şikâyetçi. Sanatta dijital teknolojiyi kullanarak insan beyninin sınırlarını zorlayan yeni nesil sanatçılardan biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Çocukların, gençlerin bilgisayarları önünde ya da sosyal medyada amaçsızca vakit geçirmeleri ve bu yüzden sosyal hayattan kopmalarının ciddi bir sorun olduğu konusunda hemfikirim. Öte yandan, yeni neslin bilgisayarlarla, kodlamayla ve yapay zekayla bize nazaran daha da fazla iç içe yaşayacağı gerçeğini de kabullenmemiz gerek diye düşünüyorum. Dolayısıyla gençlerin bu teknolojileri nasıl anlamlı bir şekilde ve insanlık lehine kullanabileceklerine yoğunlaşmalı ve sanal dünya ile yaşadığımız dünya arasında dengeli köprüler kurabilmeliyiz.

 

5 yaşından liseye kadar olan süreçte hangi mesleği edineceğinizle ilgili bir fikriniz var mıydı?

Annem de babam da matematikle ve sayılarla ilgilenen insanlardı. Babam bir bankada yöneticiydi, sayılara ve sistemlere olan ilgimi babamdan aldığımı düşünüyorum. Liseyi Kadıköy Anadolu Lisesinde okudum ve o yıllarda da en sevdiğim dersler matematik ve geometriydi. Amcam Türkiye’de ilk böbrek naklini gerçekleştiren, çok değerli bir cerrahtır ve benim hayattaki kahramanlarımdan biridir. Ben de ilk gençlik yıllarımda onun etkisiyle doktor olmak istemiştim bir dönem. Fakat daha çok beyin ve nörolojiyle ilgileniyordum. Doktor olmadım ama şu an eserlerimin büyük bir bölümünün araştırma evresinde en çok faydalandığım bilim dalı nöroloji. Bunun dışında küçük yaştan itibaren sinemaya ve mimariye büyük ilgim vardı. Bu yüzden kendime bütün ilgi alanlarımı bir araya getirebileceğim bir sanat pratiği yarattım diyebilirim.

 

Beyin olarak bu kadar hareketli, değişimi-dönüşümü seven biri olarak; insanlardan çabuk sıkılır mısınız?

Hayır, aksine, sosyal yaşamım uzun dostluklarla örülüdür. Eşim ve ortağım Efsun Erkılıç ile on dört yıldır birlikteyiz. Stüdyomda beraber düşündüğüm ve ürettiğim meslektaşlarımın arasında da on yıldan fazladır hayatımda olan dostlarım var. Çevremde yerinde saymayı reddeden, yeni tecrübelere açık olan ve ucu açık fikirleri düşünmekten korkmayan insanlardan ilham alıyorum.

 

İnsanlığın zamanla ilgili hep bir derdi, zaman karşısında bir acizliği var. Sizin eserleriniz, tam tersi bir duyguyu hissettiriyor. Bir üst bilinçle sanki eserlerinizle zamanı yönetiyorsunuz…

Zaman ve mekana farklı boyutlar atfetmeye, paralel evrenleri düşünmeye ve zamanın dışına çıkmayı deneyimlemeye önayak olan eserler yaratmayı seviyorum. Örneğin Sonsuzluk Odası’na girenlerin birkaç dakikalığına bile olsa sonsuzluğu hissetmelerini sağlamak hoşuma gidiyor. Ya da eserlerimi tecrübe ederken o eseri oluşturan veri tabanının hala büyümeye devam ettiğinin tahayyül edilmesi. Yani bir bakıma eserin kendisi bilinmez bir sonsuzluğa gidebilir, biz yok olsak da o var olmaya devam edebilir veriyle beslendiği sürece…. Bu yaklaşımlar sadece zaman hakkında düşünmemizi değil, onu farklı şekillerde hissetmemizi de sağlıyor.

1888’de mimar ve tasarımcıları Muhammed Hasan ve Muhammed Rıza Kaşi Pazi Şirazi olan dünyanın en renkli camisi el-Mülk Camii, Şiraz’da yapılırken 1889’da mimarı Stephen Sauvestre olan Eyfel Kulesi Paris’te inşa ediliyor. Aynı zamanda yapılmış iki yapı… 1887 ‘de Nietzsche Ahlakın Soykütüğü Üstüne’yi yazıyor, 1887 Van Gogh Ayçiçekleri’ni yapıyor. Hepsini birlikte düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz, ya da bunları bir arada nasıl düşünürsünüz?

Aslında bu konuyu Rönesans Rüyaları eserimiz üzerinde çalışırken epey düşündük. Rönesans dönemi külliyatını – edebiyat eserleri dahil – veri olarak kullanarak oluşturduğumuz bu heykel ‘insanlık mirası’ konusunda düşünmemizi sağladı. Yalnızca sanat mirası olarak ayırmamak lazım tabii, örneğin NASA’dan aldığımız, teleskoplar tarafından çekilmiş uzay ve dünya fotoğraflarını da aynı mirasın bir parçası olarak görmek mümkün. Uçsuz bucaksız bir insanlık arşivinden sanat eserleri üretirken tüm bu izleri kolektif hafızamızın bir parçası olarak görüyoruz. Böylelikle yarattığımız her eserde herkesten bir parça var ve bir insanı ya da bir toplumu değil tüm insanlığı ve makine zekası sayesinde sınırları genişleyen bir kolektif hafızayı temsil ediyor.

 

Felsefeye ilginiz var mı? En sevdiğiniz kitap ve film?

En sevdiğim film, senaryosu Philip K. Dick’in kült bilimkurgu romanı Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? romanına dayanan Bıçak Sırtı. 1982 yılından yapılan film 2019 yılının Los Angeles’ında yapay zekayı distopik bir geçeklik içinde pek çok açıdan ele alan bir film. Kendi hayatımı, kariyerimi ve yapay zekâ hakkındaki düşüncelerimi en çok etkileyen sanat eseri… Philip K. Dick hayran olduğum ve tüm eserlerini okuduğum bir yazar. Sanat felsefesine en çok hayran olduğum görsel sanatçı ise James Turrell.

 

Diyarbakır denilince ilk aklınıza ne geliyor?

Mimariye özel bir ilgim olduğu için gözümün önüne ilk olarak hep Diyarbakır Kalesi geliyor. Kesinlikle üzerinde daha çok konuşulması gereken bir yapı. Düşünsenize, Çin Seddi’nden sonra dünyanın en sağlam surlarından biri olarak kabul edilen bir kale, hem de unesco tarafından dünya mirası olarak tanınmış. Çok çok önemli bir değer bizim için…

 

Diyarbakır Sur Kültür Yolu Festivalleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Festivalin sanata, yapıldığı kente ne gibi katkıları olacaktır?

Anadolu’da medeniyetler tarihinin en önemli merkezlerinden biri olan Diyarbakır’da 500’den fazla etkinliği bir araya getiren böylesi kapsamlı bir festivalin düzenlenmesi ve bizim de bu festivalin parçası olmamız çok büyük bir onur. Etkinliklerin dikkat çeken bir diğer yanı da tiyatrodan dijital sanata, edebiyattan gastronomiye, kültür yelpazesi altında ele aldığımız pek çok sanatsal üretim ve yaşam biçimini kucaklaması. Ben ve çalışma arkadaşlarım da Diyarbakır halkıyla buluşmayı ve bu muhteşem haftaya katılmayı iple çekiyoruz.

Röportaj: Fatma Gedikoğlu

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir