Neolitik Çağ’da Diyarbakır’da Obsidiyen ve Çakmaktaşı Kullanımı- Metin Kartal

Atalarımızın ürettiği ilk aletler kayaçlardan yapılmıştır. Bunlar arasında en önemlileri çakmaktaşı ve obsidiyendir. Örneğin çakmaktaşı o kadar kullanışlıdır ki geçtiğimiz 19. ve 20. yüzyıllarda bile “döven taşı” olarak tarım aletlerinde, “tüfek taşı” olarak da silahların ateşleme mekanizmalarında kullanılmıştır. Günümüzde, dövenler çay bahçeleri ve kafelere dekor olarak yerleştirilirken, silahlar ise müzelerde sergilenmektedir. “Y” ve “Z” kuşakları bunları kafe ve müzelerde görmüşlerse de, “X” kuşağının bir kısmının ve öncesindeki kuşakların bunları bizzat kullanmış olmaları muhtemeldir. Günümüzde çakmaktaşı ve obsidiyen, artık sadece takı ve süs eşyası yapımında kullanılmaktadır.

Halk arasında “volkan camı” olarak da bilinen obsidiyen volkanik kökenli bir kayaçtır ve ülkemizdeki kaynakları sınırlıdır; Doğu Anadolu ve İç Anadolu’nun kuzeyinde, tarihte ‘Galatya’ olarak bilinen sınırlı bir alandan ele geçer. Daha geniş bir alana yayılan çakmaktaşı ise tortul bir kayaçtır ve ülkemizin neredeyse bütün bölgele- rinde bulunabilir. Hem obsidiyen hem de çakmaktaşının yapısal açıdan en önemli özelliği, kırıldıklarında keskin kenarlı yongalar vermeleri ve alet olarak kullanıma uygun olmalıdır. Bu sebeple tarih boyunca önemlerini yitirmemişlerdir. 

Diyarbakır ve çevresi, dünyadaki en erken tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin başladığı topraklardandır. Bu aşama günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlar. Neolitik Çağ’ın başlangıcı olarak ifade edilen bu döneme tarihlenen Çayönü, Körtik Tepe, Gre Fılla, Yayvantepe, Salat Camii Yanı, Hakemi Use ve Kendale Hecala gibi Neolitik yerleşimler günümüzde bilinenlerden sadece bazılarıdır. Tüm bu yerleşimlerin Neolitik Çağ tabakalarından çok sayıda çakmaktaşı ve obsidiyenden yapılmış yontmataş alet ele geçirilmiştir.Daha önce de bahsettiğimiz gibi, ülkemizin birçok yerinde bulunabilen çakmaktaşı hammadde kaynağı, Diyarbakır ve yakın çevresinde de mevcuttur. Bu açıdan Diyarbakır’daki Neolitik yerleşimlerde ele geçen çakmaktaşı buluntularının büyükbir kısmının, daha çok yerel kaynak ürünleri olduğu düşünülebilir. Çayönü yerleşimi buluntuları buna örnektir. Körtik Tepe, Salat Camii Yanı ve Hakemi Use yerleşimleri, yakın çevrelerindeki çakmaktaşı kaynaklarıyla birlikte Raman Dağı çakmaktaşı kaynaklarını da kullanmışlardır. Tüm bunlara ek olarak bilmediğimiz bir husus ise neredeyse yukarıdaki tüm yerleşimlerden ele geçen, ancak kaynağını bilemediğimiz farklı çakmaktaşı aletlerin varlığıdır. Diyarbakır ve yakın çevresindeki yerel çakmaktaşlarının yapısı orta kalitededir; ancak kaynağını bilemediğimiz ve iyi kalitedeki “bal rengi” diye nitelenen çakmaktaşlarının nereden getirildikleri hakkında henüz yeterli bilgimiz yoktur. Çok uzaklardan getirilmiş veya tarih öncesinde toprağın derinliklerinden kazılarak çıkarılmış olma ihtimalleri dikkate alınmalıdır. Yani, Diyarbakır’ın ilk yerleşik toplulukları, bir çeşit ‘çakmaktaşı madeni’ işletmiş olabilirler. Nitekim dünyanın birçok yerinde böylesi uygulamaların yapılmış olduğu bilinen bir gerçektir.

Diyarbakır’daki Neolitik yerleşimlerde kullanılan obsidiyen ise Doğu Anadolu Bölgesi’nin güney yarısında bulunan Bingöl, Muş, Nemrut Dağı, Süphan Dağı ve Meydan Dağı kaynaklarından elde edilmiştir. Bunların en önemlileri; Bingöl’ün hemen kuzeydoğusunda bulunan “kalk-alkali” ve “peralkali” içerikli iki farklı kaynak ile Muş ve Nemrut Dağı obsidiyenidir. Bu kaynaklar Üst Paleolitik Dönem’den başlayarak tüm Neolitik Çağ boyunca işletilmiş ve Neolitik Çağ’da Yukarı Dicle Havzası, Zagroslar, Yukarı Fırat Havzası, Orta Fırat Havzası ve hatta daha güneydeki bölgelere kadar temel kaynak işlevi görmüşlerdir. Ancak yine de kimi yerleşimlerde, çok az sayıda da olsa, kaynağı bilinmeyen obsidiyen örneği de mevcuttur. 

Obsidiyen Diyarbakır’a nasıl geliyordu? 

Obsidiyen temini Neolitik Çağ’da değişik parametreler içermektedir. Şöyle ki, Neolitik’in erken aşamasında kaynaktan yerleşim yerlerine taşınan obsidiyen bloklar yarı işlenmiş ve tam işlenmiş şekilde taşınırken, Geç Neolitik’te çoğu kez tam işlenmiş son ürünler şeklinde taşınmaya başlanmıştır. Buradaki temel kaygı, kaynak ile yerleşim arasındaki mesafedir. Yani kaynağından ham olarak taşınan bir obsidiyen bloğun yerleşimde işlenmesi, birçok işe yaramaz atık parçanın ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu nedenle taş yontma ustaları en azından ham bloklara kaynakta ön form verip obsidiyenin bu şekilde taşınmasına olanak sağlamışlardır. Bu durumda yerleşimde yapılan işleme sırasında çok daha az fire verecek bir işlem gerçekleştirilmiştir. Neolitik’in geç aşamalarında ise obsidiyenin bütünüyle kaynakta yontularak yerleşimlere servis edilmesi daha da geçerli hale gelmiştir. Elbette bu işlem zincirinin hem erken hem de geç Neolitik’te istisnaları vardır. Ancak temel uygulama genel olarak bu şekildedir. Böylelikle obsidiyen temininde hem kaynakta hem de yerleşimde yapılan uygulamalar ortaya çıkmıştır. Kaynakta yapılmış olan işlemler neticesinde genellikle yontma taş işleme artıkları tespit edilirken, yerleşimlerde “ön ürünler (dilgi çekirdekleri ve dilgiler)” ve bu ürünlerin işlenmesi sonucunda ortaya çıkan gerçek yontma taş aletler tespit edilmiştir. 

İkinci önemli soru, henüz evcil yük hayvanlarının olmadığı Neolitik Çağ’da bu ürünlerin kaynaktan yerleşime nasıl taşındıklarıdır. Günümüzde bunun cevabını hâlâ bilemiyoruz. Buna karşın bazı öneriler de yok değildir. En sade görüşlerden bir tanesi; insan marifetiyle taşınmış olabilecekleridir. Yukarıda değinilen en uzak kaynak ile Diyarbakır yerleşimleri arasındaki mesafe en fazla 350 km’dir. En çok kullanılan kaynaklar ise en fazla 150 km mesa- fede yer almaktadır. Dolayısıyla en çok kullanılan kaynaklara ulaşım,

Diyarbakır ve çevresi, dünyadaki en erken tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin başladığı topraklardandır. Bu aşama günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlar. Neolitik Çağ’ın başlangıcı olarak ifade edilen bu döneme tarihlenen Çayönü, Körtik Tepe, Gre Fılla, Yayvantepe, Salat Camii Yanı, Hakemi Use ve Kendale Hecala gibi Neolitik yerleşimlerin Neolitik Çağ tabakalarından çok sayıda çakmaktaşı ve obsidiyenden yapılmış yontmataş alet ele geçirilmiştir.

kaynağın işletimi ve ürünlerle geri dönüş faaliyeti dikkate alınırsa, yaklaşık 12-14 günlük bir süreye karşılık gelebilir. Bununla birlikte kaynağa kaç kişinin gidip bu işlemleri gerçekleştirdiğini de bugün için bilemiyoruz. Bu tür yaklaşımlar yerleşimde ihtiyaç olan ürün miktarı ile bunu karşılayabilme kapasitelerinin deneysel arkeoloji yöntemleriyle tespit edilebileceğini daha mantıklı kılmaktadır. Öte yandan ürüne ulaşımın bir başka yolu, kaynak ile yerleşim yerleri arasındaki diğer ara yerleşimler de olabilir. Bu durumda Diyarbakır Neolitik yerleşimleri ile kaynaklar arasında başka yerleşimlerin olup olmadığı araştırılmalıdır. 

Obsidiyen ve çakmaktaşı nerelerde kullanılıyordu?

Şimdi, bulunduğu kaynaktan bir şekilde temin edilmiş ürünlerin ne olarak ve nerede kullanıldığına biraz bakalım. Yontma taş diye nitelenen söz konusu çakmaktaşı ve obsidiyen ürünlerin alet haline çevrilerek kullanımı, temelde beş fonksiyon altında toplanabilir: Herhangi bir şeyi kesmek, kazımak, delmek, çizmek ve ayrıca bunlara paralel olarak herhangi bir hayvanı avlamak için av silahı olarak kullanmak. Neolitik Çağ’da Diyarbakır ve çevresinde henüz “toplumsal şiddet-savaş” kavramlarına dair bir kanıt bulunamadığı için bu silahlar sadece av hayvanları için kullanılmıştır diyebiliyoruz. Bireysel şiddetin ise tüm insanlık tarihi boyunca var olduğunu düşünerek bunu ayrı bir yere koyup konumuza dönelim.Kaynakta ya da yerleşimde hazırlanmış olan keskin kenarlı obsidiyen ve/veya çakmaktaşları, etleri kesmek için en ideal ürünler olmuşlardır. Bu kesici kenarlara sahip taşlar, buna paralel olarak Neolitik Çağ’da, tarımda, örneğin ekin hasadında, tahıl saplarını kesmek için orak olarak da kullanılmışlardır. Hatta bunların bazıları ahşap saplar içerisinde bir araya getirilerek bildiğimiz “klasik orak”ların ilk örneklerini teşkil etmişlerdir. İlk insanlar bu keskin kenarlı taşların kenarlarını rötuşlayarak yani bir anlamda bilinçli olarak bunları körelterek kazıyıcı aletlerde oluşturmuş ve bu aletlerle deriyi, kemiği ve ağaç saplarını kazıyarak başka hammaddeleri de alet ya da kullanışlı bir ürün haline getirmeye çalışmışlardır. Uzun formlu parçala- rın, her iki kenarından rötuşlayarak ucunu sivriltmiş ve bir çeşit matkap ucu geliştirerek bir nesneyi delme işini gerçekleştirmişlerdir. Sivri-keskin bir kenara sahip taşlarla ise, taş, kemik, seramik gibi bir nesne üzerinde yiv açarak sembolik ya da sanatsal ürünler yaratmışlardır. Kör- tik Tepe’de bu eserlere dair sayısız örnek bulunmuştur. Özellikle klorit taş kaplar ya da klorit taş levhalar üzerine kazınan Neolitik Çağ’ın en erken sembolleri ya da hayvan-insan betimlemeleri, Körtik Tepe’den çok sayıda ele geçmiştir. Son olarak çakmaktaşı ve obsidiyenden av silahlarının üretilmesi bu erken tarımcı-hayvancılık yapan insanların ekonomik açıdan hâlâ avcılık yaptık- larının bir delili niteliğindedir.

Metin Kartal. Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Tarih Öncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir