Muhafaza eden ve dönüştüren şehir: Diyarbakır – Şerefettin Adsoy

Medeniyetlerin oluşum, gelişim ve muhafazasında şehirlerin yadsınamaz bir etkisi ve katkısı olduğu bilinmektedir. Bu etki ve katkı kendisini farklı biçimlerde gösterir. Medeniyetlerin kuruluş, yükseliş ve düşüş anlarının kilit konumunda yere alan şehirler, kimi zaman müziğin ritminde, kimi zaman mimarinin biçiminde, kimi zaman ticaret yolları üzerinde hareketli pazarda, kimi zaman düşünsel geleneğin devamlılığında, kimi zaman da siyasal düzenin merkezindeyer alarak, medeniyet parametlerin tarihi süreç içersinde zaman ve mekana yansımasına imkan verirler. Medeniyete ilişkin icra ettikleri fonksiyonları bakımından şehirleri; “Öncü Şehirler”, “Muhafaza Eden Şehirler”, “Dönüştüren Şehirler” vb. biçimde tasnif etmek mümkün olduğu gibi, bu ve benzeri özelliklerden birkaçına sahip olan şehirler olarak tasnif etmek de mümkündür. Bu tasnifler çerçevesinde Diyarbakır’ı hem muhafaza eden hem de dönüştüren şehir olarak niteleyebiliriz.

Ana yolların kesişme noktasında yer alan Diyarbakır, tarihinin ilk devirlerinden itibaren hem bir ticaret merkezi olmuş hem de değişik kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Bu özelliğinden dolayı birçok devletin hâkimiyet sürdüğü Diyarbakır’ın mimarisinde, bu devletlerin her birinin medeniyetine ait izleri, bugüne ulaş köprü, cami ve özellikle surlarda görmek mümkündür. Somut birer eser olarak şahit olduğumuz bu yapıların ciddi bir zihnî arka plana dayandığı tartışmasızdır. Bu nitelikte zihinlerin yetişmesinde, gerçekleştirilen eğitim ve biriken kültür etkili olurken, kültürün birikmesinde de büyük oranda, eğitim kurumları önemli rol oynamıştır. Eğitim kurumlarının canlı, dinamik, üretken ve yenilikçi olmasına kaynaklık eden de kütüphanelerdir. 

 

Şehrin kaybolan kütüphaneleri 

Diyarbakır, tarihi boyunca irili ufaklı birçok kütüphaneye ev sahipliği yapmıştır. Eyyubiler döneminde 1.040.000 kitaba sahip bir kütüphanenin varlığından söz ediliyor olması Diyarbakır’ın bu yöndeki eşsizliğini ifade etmekle beraber dönemin eğitim ve kültür seviyesini göstermesi bakımından da oldukça önemlidir. Var olan kütüphaneler ve dolayısıyla kitaplardan, zaman içerisinde oluşan ilgisizlik, meydana gelen istilalar ve felaketlere bağlı olarak tahrip edilenler olduğu gibi başka kütüphanelere nakledilenlerin olduğunu da kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bütün çabalara rağmen bu birikimin ancak küçük bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Bu eserler kütüphanelerde meraklılarınca okunabilirken, bir kısmı da farklı düzeydeki eğitim kurumlarında ders kitabı olarak kullanılmıştır. Kültür Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, büyük kısmı henüz yazma halinde olan bu eserlerden okuyucu ve araştırmacıların sağlıklı istifade edebilmeleri için bir dizi çalışma yürütmektedir. Bu çalışmaların bir ayağını da Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Yazma Eser Kütüphanesi teşkil etmektedir. 2014 yılında faaliyete geçen kütüphane, eskinin medeniyet birikimini taşıyan birçok eseri daha iyi imkân ve koşullarda okuyucunun istifadesine sunmaktadır. 

 

Medreseden kütüphaneye 

Ulu Cami Külliyesi’nde, camiye bitişik olarak yer alan ve Diyarbakır’da yapılan ilk büyük medrese olan Mesûdiye Medresesi’nde kurulan kütüphanede, kayıtlı 3000 adet yazma; 4211 adet de nadir matbu eser bulunmaktadır. Kütüphane koleksiyonunda yer alan ve Arapça, Osmanlıca ve Farsça ağırlıklı bu eserler, gramer, edebiyat, tefsir, hadis, fıkıh, belağat, kelam, felsefe, mantık vb. alanlara ilişkindir. Mevcut eserlerin çoğunluğunu ‘şerh’ ve ‘haşiye’ler oluşturmakla birlikte, kütüphanede ana metinler de yer almaktadır. Bu eserler içerisinde mantık ve felsefe ile ilgili olan 365 adet yazma eserin 107’si şerh, 102’si hâşiye, 2’si ta’likat ve 154’ü de ana metindir. Her üç eser türünden de aynı esere ait birden çok nüsha bulunduğu gibi, bir tek nüshaya sahip olan eserler de vardır. Bazı ana metinler üzerinde farklı kişilerce yapılmış şerh ve hâşiye çalışmaları mevcuttur. Bu niteliğe sahip kimi ana metinler, şerh ve hâşiyeleriyle beraber varlıklarını devam ettirirken; kimi şerh ve hâşiyeler de ana metinlerini gölgede bırakacak şekilde daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Bu kütüphanedeki eserlerin tamamına ilişkin bilgi vermek bu yazının sınırlarını aşacağından, bir fikir vermesi adına sadece öne çıkan birkaç esere kısaca değinmekle yetineceğiz. 

 

Yazma Eserler Kütüphanesi’nde kıymetli eserler 

İslâm dünyasında felsefî hareketi ve Meşşâî akımını şekillendiren ve İslâm felsefesini terminoloji, metot ve problemler açısından temellendiren Fârâbî’nin (874-950) birçok eser kaleme aldığı bilinmektedir. Bunlardan biri de Kitâbü’l-Elfâ- zi’l-Müsta’mele fi’l-Mantık isimli eseridir. Müellif, bu eserinde daha çok dil mantık ve dil düşünce arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Fârâbî’nin kütüphanede bulunan bir diğer eseri de, felsefî doktrinini ana hatlarıyla ortaya koyan en olgun eseri olarak kabul edilen el-Medînetü’l-fâzıla’dır. Kütüphanede, İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu olan İbn Sînâ’nın (980-1037) el-Hik- metü’l-meşrikîyye adlı eseriyle, el-İşârât ve’t-Tenbîhât isimli eseri üzerine yazılan, ancak müellifi belli olmayan Şerhu’l-İşârât ve’t-Ten- bîhât fî’l-Mantık ve’l-Hikme adlı eser bulunmaktadır. İşârât, eş-Şifâ isimli külliyatın ilgili bölümlerinin özeti mahiyetinde olsa da üslûp ve kullanılan kavramların farklılığı yönünden özgün bir niteliğe sahiptir. el-Hikmetü’l-meşrikîyye ise, ansiklopedik çalışmalardan biri olup mantık, tabîiyyât, riyâziyyât ve ilâhiyyât gibi dört ana bölümden oluşur. İbn-i Sînâ, bu eseri kendi konumunda bulunanlar için kaleme aldığını belirtir. Eş’arî kelâmcısı, Şafiî fâkihi, mutasavvıf özellikleriyle beraber filozoflara yönelttiği eleştirilerle de bilinen Gazzâlî (ö. 1111) birçok eser kaleme almıştır. Gazzâlî’nin fıkıh ve kelâmdan sonra çalışmalarının üçüncü safhasını oluşturan felsefeye dair ilk eseri olan Makâsıdü’l-felâsife bu kütüp- hanedeki eserlerden biridir. Gazzâlî, bu eserini İbn Sînâ’nın felsefesinin klasik mantık, tabîiyyât ve ilâhiyyât modelini takip ederek ve çoğunlukla onun eserlerinden özetlemeler yaparak 1094 yılında telif etmiştir. Diyarbakır Ziya Gökalp Yazma Eserler Kütüphanesinde, kısa da olsa detayı verilen bu eserler dışında, Esirüddin Ebherî’nin (ö.1265) İsâgucî adıyla bilinen er-Risâletü’l-Esîriyye Fi’l-Mantık ve Hidayetü’l-Hikme; XIII. yüzyıl düşünürlerinden Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî’nin (ö.1277) Hikmetü’l-’ayn ve er-Risâ- letü’ş-Şemsîyye fî’l-Kavâ‘idi’l-Man- tıkîye; Sa’deddin et-Teftâzânî’nin (ö.1390) gençler için kaleme aldığını belirttiği Tehzîbü’l-Mantık ve’l- Kelâm; Mustafâ b. Yûsuf Hocazâde Bursavî’nin (ö.1488) Fatih Sultan Mehmed’in emriyle kaleme aldığı Tehâfütu’l-Felâsife gibi önemli eser- ler de yer almaktadır. Bütünüyle İslam düşünürleri tarafından ortaya konulan ve sözlük anlamı ‘karşılıklı olarak bakmak, birlikte düşünmek’; terim anlamı ise ‘gerçeğin bilinmesine yönelik tartışmaların yöntem ve kurallarını araştırıp belirleyen ilmî disiplin’ olan münâzara ilmine dair kırk bir müellif tarafından kaleme alınmış farklı türden toplam 84 eser de kütüphanenin raflarını zenginleştiren eserlerdendir.

 

Diyarbakır’da kültür, tarihin her döneminde zengindi 

Diyarbakır Yazma Eser Kütüphanesi’ndeki eserlerin her biri, düşünce tarihi sürecinde belli bir etki meydana getirmiştir. Kimi şerh ve hâşiyeler kendi ana metinlerinden daha fazla meşhur olarak ana metinlerini gölgede bırakmışlardır. İlmî değerleri bakımından yüzyıllardır varlığını devam ettiren bu ana metinler ve bu metinlere ait şerh ve hâşiyelerin birden çok nüshasının Diyarbakır’da bulunuyor olması, bu eserlerin geçmişte Diyarbakır ve çevresindeki medreselerde okutulduğu anlamına gelir. Başta ana metinler olmak üzere şerh ve hâşiyelerin farklı zaman ve mekânlarda yazılmış olması da, bu bölgede ilmî gelişmelerin çok yakından takip edildiğini gösterir. Medreselerdeki hareketlilik, ilim ve kültür seviyesinde bir ilerleme meydana getirdiği gibi, kültürel çeşitliliği de renklendiren bir unsurdur.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir