Mario Levi – Söyleşi

“Her öteki anlamayı gerektirir”

Akademisyen, edebiyatçı, televizyon/radyo programcısı kimliğiyle; kimi zaman futbol tutkusuyla, kimi zaman yemek tutkusuyla kimi zaman müzik tutkusuyla hep hayatın içinde olarak kalemini besliyor.

 

Mario Levi 530 yıllık serüvenle bir İstanbullu. Anlatmak ve yazmak, onun için bir ihtiyaç. Hayatını edebiyata adayan Levi; neye heyecan duyuyorsa, içinde hangi sorular varsa onu yazıyor. Akademisyen, edebiyatçı, televizyon/radyo programcısı kimliğiyle; kimi zaman futbol tutkusuyla, kimi zaman yemek tutkusuyla kimi zaman müzik tutkusuyla hep hayatın içinde olarak kalemini besliyor. Keşfetmeye olan heyecanıyla hatırlıyor. Hatıraları kazan, kalemi kepçe… Hatıralarının tadına vardıkça bize de tattırıyor…

 

“O insan, o sözcüklerle dönebilirim… O insana bir kez daha ‘anlat bana…’ diyebilirim. ‘Anlat bana’, evet. Anlat bana… Bir kez daha anlat… Bir kez daha… O yer için, o zaman için, o insan için anlat… O ülke için, ülkemiz için anlat… Bana bir kez daha inanabileceğim yeni bir hikaye anlat… Bana daha doğru, daha gerçek, ‘korunmasız’ bir hikaye anlat… Bana daha doğru, daha gerçek, ‘korunmasız’ bir hikaye anlat… Anlat… Anlat… Anlat…” Röportaja “İstanbul Bir Masaldı”” adlı eserinizle başlamak istedim. Size ait cümleleri yıllar sonra tekrar okumak neler hissettiriyor?

Romanın son cümleleri bunlar. Hem sevinç hem de kederle yazmıştım. Yaklaşık yedi yıllık bir uğraşın ardından en nihayet bitime doğru adımlarımı atabildiğimi hissettiğim için sevinçliydim. Bir burukluk da vardı ama içimde. Artık ayrılık vaktinin de geldiğini gördüğümden… O hikâye anlatıcılığından geldiğimi tüm benliğimle yaşadığım anlardı. Lafları geleceğe bıraktığım anlatıcıya söylüyordum. Bu yoldan dönmeyeceğime inanmak zorundaydım.

 

İstanbul’dan sonra en sevdiğiniz şehir/şehirler?

Türkiye’de İzmir, yurtdışında Barselona ve Paris.

 

Üniversiteden mezun olur olmaz bir yıl Beyoğlu Anadolu Lisesi’nde öğretmenlik yaptınız. Şu an Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde derslere giriyorsunuz, ayrıca eğitimler veriyorsunuz. Gençlik nedir sizce?

Gençlik umut demektir. Karşı çıkmak ve soru sormak demektir. Soru sormaya ihtiyaç duymamak, sunulanları kabul etmek değil. Öğrenme aşkı demektir, çevresi tarafından onay görmekten başka türlüsünü yapamamak değil. Öğrencilerimden hep soru sormalarını bekliyorum. Bunu yapıyorlar mı? Yapanlar var tabii. Gidebileceğimiz yere kadar gidiyoruz. Yapmak istemez görünenleri ise uyandırmaya çalışıyorum. ‘Benimle aynı fikirleri taşımak zorunda değilsiniz’ diyorum. Başarabiliyor muyum? Onlara sorun.

 

1984 yılında Şalom Gazetesi’nde yayımlanan “Kafka’nın Dönüşüm’ü Üzerine”, ilk yazınız. İlk kitabınız 1986 yılında yayımlanan “Jacques Brel: Bir Yalnız Adam”. İlk eserlerinizden bugüne değin yazın hayatını düşündüğünüzde edebiyatta eleştiri kültürünün gelişimini nasıl değerlendirirsiniz?

Edebiyatta eleştiri kültürünün çok gelişmediği kanaatindeyim. Hazır reçetelere, dolayısıyla da kolay yaşamaya hazır o kadar çok insan var ki çevremizde. En önemlisi de ne, biliyor musunuz? Kendini eleştirme kültürünün bulunmaması. Düşüncelerinin en doğru olduğuna inananların hakimiyet kurduğu bir ortamdan yeni ve sahici eserler çıkmaz. Edebiyat herkesin beklediklerini yazmak yerine, beklenmeyenleri ortaya koymaktır. Yazılmış olanları iyi bildikten sonra tabii. Geleneği iyi bilmeyen yenilikler getiremez.

 

Sevilen bir yazar olarak editörünüzden ne beklerisiniz? İyi bir editör nasıl olmalı?

İyi editör öncelikle dikkatli bir okuma yapmayı bilmelidir. Metni daha ileri götürebilecek dil ve edebiyat donanımına sahip olmalıdır. Gerekirse yazarla tartışabilecek kadar. O yazarın şöhretine, dolayısıyla da iktidar gücüne bakmadan.

 

Kokular, tatlar, tınılar belleğin yazılımının ana unsurları. Gastronomiye ilginiz 2013’te yayımlanan “Size Pandispanya Yaptım” adlı eserinizle mi başladı, yoksa tam tersi mi?

“Size Pandispanya Yaptım” gibi bir roman yazmayı yaklaşık on yıl boyunca hayal ettim. Bu roman uzun bir mutfak serüveninin yanı sıra bir tarihi ve duygusunu da dile getirmeliydi. Hikâyeyi bulduktan sonra yol almam zor olmadı. Yemek yapmak beni hayatta gerçek anlamda heyecanlandıran çok az etkinlikten biri artık. Bu yakınlık edebiyatta karşılığını bulmalıydı. Belki de bu yüzden her romanımda mutlaka yemek sahneleri vardır.

 

Ötekilik kavramı üzerinden Diyarbakır’a baktığınızda, neler söylersiniz?

Her öteki anlamayı gerektirir. Kabulden çok görmek ve değer vermeyi bilmektir asıl önem taşıyan. Kendini öteki üzerinden tanımlamak değil öteki ile birlikte yaşamayı bilmektir. Dahası bu birliktelikten bir var olma anlamı çıkarabilmektir. Kendini üstün görerek değil üstelik, eşit görerek.

 

Kültür Yolu Festivali ile ilgili düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

Kültür adına yapılan her etkinlik anlamlıdır ve desteklenmelidir. Kültür her türlü farklılığı ortaya koyabildiği sürece. Önemsenmek ve iktidar kurmak için yapılmadığı sürece. Farklılık ve bir arada yaşama… Bu kadar kolay…

 

Röportaj: Fatma Gedikoğlu

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir