Sırrî Rahile Hanım, Hatice İffet Hanım ve Fatma Bacı 1800’lerin Diyarbekir’inde şiire gönül vermiş üç şair... Şiirlerinde dinî konuların yanı sıra gündelik hayatın sevinçlerine ve üzüntülerine de yer veren bu hanım şairler, söz sanatındaki ustalıkları ve şairâne duruşlarıyla okurlarını derinden etkilediler.
Şehirler, mekânlar ve insanlar… Bir söz ile başlar varoluşumuz ve bir seyir halinde şiire dönüşerek devam eder… Ve insan hiç şüphesiz ki kendine has estetiğiyle önce kendini ve sonra şehrini inşa eder. Surların gizemi, Dicle’nin sesi ve Hevsel’in nefesiyle yüzyıllar boyu şairlere ilham veren Diyarbekir bu şehirlerden biridir işte… Giritli Sırrı Paşa, şehrin atmosferinde titreşen şiirselliği; “Diyarbekirlilerden müctemi bir cemaatte gözlerimi bağlayıp otursam ve elimi atsam, tuttuğum ya şair ya münşidir” cümlesiyle dile getirmiştir. Evliya Çelebi de Diyarbekirli şairlerden oldukça etkilenmiştir: “Bu Diyârbekir’de nice yüz fasîh ü belîğ şu’arâ-yı kâmiller vardır ki her biri Fuzûlî ve Rûhî-misâldir. Birçoğu ile hemenîs ü celîs olduk. Hakkâ ki emsâlleri nâ-mevcûd birer zât-ı fezâil-nümâdır.”
Diyarbekirli hanım şairler
Geçmişten günümüze yaşamın bir yansıması olan edebiyatımız on dokuzuncu yüzyılda yaşanan değişimle yeniden şekillenip dönüşüme uğrayarak tarihî serüvenini değiştirdi. O günden bugüne, yazarak unutmanın veya susarak konuşmanın ne demek olduğunu öğreten şair ve yazarlarımızın edebî eserleri bizlere birer sığınak oldu. Ve pek tabii hisli duygularını kâğıda aksettirerek iç dünyamıza yolculuk yaptıran ve hayallerimizi süsleyen söz sultanları hanım şairlerimiz de divan şiirleri ile hayatımızı sanata dönüştürdü. Divan edebiyatı döneminde elliye yakın, on dokuzuncu yüzyıl Türk şiirinde ise sekiz hanım şairimiz türlü ahenk ve ritim ile kelimeleri raks ettirerek kâğıda döktüler. Bu hanım şairlerimiz genellikle toplum içerisinde saygın, unvan sahibi ailelere mensup oldukları için kendilerini rahat ifade ederek sözü şiire dönüştürebilme imkânı bulmuşlardı.
Onlardan biri, Ali Emîrî Efendi’nin ‘ârife, kâtibe ve şâire’ olarak tanımladığı Diyarbekirli Sırrî Râhile Hanım’dır. 1814 yılında dünyaya gelen Sırrî Hanım’ın, gazellerini ‘Harf-i Elif” ile başlatıp ‘Harf-i Yâ’ ile sonlandırdığı ve ‘yek-avaz’ şiirlerini bir divanda topladığı bilinmekte. O dönemde hanım şairlerin çoğunun bir tarikata bağlı olduğu, şiirleri incelendiğinde de Kur’an, hadis ve tasavvuftan beslendikleri görülür. Şair Sırrî Râhile Hanım da Kadirî tarikatına mensup ilim ve irfan sahibi bir kadındır. Şiirlerinde Allah ve peygamber sevgisi ve şeyhine duyduğu bağlılık bariz bir şekilde hissedilir. Bununla birlikte, dinî, tarihî, mitolojik, siyasî ve edebî şahsiyetlere de şiirlerinde yer vermiştir.
Günlük hayatın sevinçleri ve üzüntüleri
Sade bir üslûp ve didaktik bir anlatım biçimi kullanarak öğretme amacı güden, muhatabını hissetmeye ve düşünmeye sevk eden Sırrî Hanım, ruhun derinliklerine bir pencere açarak okurunu his dünyasında bir gezintiye çıkarır. Gündelik hayatta yaşadığı sevinçleri, üzüntüleri zorluk ve sıkıntıları açık bir şekilde ifade ederek muhatabının duygu âlemini de renklerin her tonuyla dalgalandırmayı bilir. Genç yaşta kaybettiği evladına yazdığı yedi bendlik mersiyenin son beytinde acının şiirselliğine şahitlik ederiz:
Benim gönlüm kızıl gün-goncesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyar etmez eger yüz bin bahar olsa
Sırrî Hanım’ın, hikemî gazellerin- de Nâbi’nin; sofiyâne gazellerinde de, ders aldığı, hem Kadirî tarikatı şeyhi hem de on dokuzuncu yüzyıl divan şairi olan Şaban Kâmî Efendi’nin etkisi görülür. Fuzulî’nin, Bâki’nin, divan şiirinin ilk kadın şairlerinden olan Amasyalı Zeynep Hatun’un ve Diyarbekir ile Bağdat valilerinin şiirlerine tahmisler de yazmıştır aynı zamanda. Divanında 31 gazel, 6 kaside, 15 tahmis, 3 tesdis, 1 muhannes, 1 şark-murabba, 1 murabba, 1 muaşşer ve 2 müfred beyit bulunan Sırrî Hanım, ömrünün çoğunu Diyarbekir’de geçirmiş ve bir müddet de Bağdat’ta yaşamıştır. Yusuf Kamil Paşa’nın daveti üzerine İstanbul’a giden ve orada dâr-ı bekaya irtihal eden Sırrî Hanım, Edirnekapı’daki Otakçılar Mahallesi’nde bulunan Kadirî Tekke- si’nin haziresinde medfundur.
Tasavvuf ehli bir şair: Hatice İffet Hanım
rapça veya Farsça gibi farklı dillerde şiirler yazabilen şairleriyle, kültür ve sanat düzeyinin yüksek olduğu Diyarbekir’in yetiştirdiği münevver hanımlardan biri de Sırrî Hanım’ın kız kardeşi Hatice İffet Hanım’dır. O da tıpkı ablası gibi Kâdirî tarikatına intisap etmiş tasavvuf ehli, ilim ve irfan sahibi bir kadındır. Şaban Kâmî Efendi gibi pek çok şairle karşılıklı şiir okuyan İffet Hanım, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilirdi. Mürettep bir divanının olduğu söylenmekteyse de bu divanı bulu- namamıştır; fakat gazellerinin bir kısmı İbnülemin Mahmut Kemal İnal tarafından yayımlamıştır. Genellikle divan tarzında yazan İffet Hanım’ın hem kendi şiirlerinde hem de ablası Sırrî Hanım ile müşterek yazdığı gazellerinde tasavvufî etkiler görülür ve her bir mısra estetik bir haz ile okuyanı adeta kendinden geçirir. Sırrî Hanım ile müşterek yazdığı gazelin bir bölümü şöyledir:
İffet: Râh-i hakikate girüp pâyâna erdim çok şükür
Sırrî: Mahzen-i aşkı bulup irfâna erdim çok şükür
İffet: Gâib ettim izimi gezdim cihânı ser-be-ser
Mağribi geçtim meh-i tâbâna erdim çok şükür
Sırrî: Tekye-i pîr-i-mugaana hidmet ettim cân ile
Himmet-i merdân ile dermâna erdim çok şükür
İffet: Terk-i dünyâ eyleyüp buldum gönül kâşânesin
Cân cânâne verüp Rahmâna erdim çok şükür
Sırrî: İltifat etmem cihanda şeh- riyâr-i âleme
Taht-i dilde Hazret-i Sultâna erdim çok şükür
Diyarbekir’de dünyaya gelen fakat doğum tarihi belli olmayan İffet Hanım, 1860’da yine doğduğu şehirde beka âlemine göç etmiştir. Kabri Behram Paşa Camii avlusundaki kabristandadır.
Saz şairi Fatma Bacı
Diyarbekir’in yetiştirdiği hanım şairlerden Fatma Bacı, aynı zamanda ‘saz şairi’ olarak farklı bir yerde durur. Şehirde ‘Dalkabak’ adıyla bilinen bir aileye mensuptur. 1895 – 1897 yılları arasında vefat ettiği biliniyor. Fatma Bacı’nın şiirlerinden şu ana kadar bize ulaşan sadece 1886 yılında kaleme aldığı ‘Karakış Destanı’ ve mahlas kullandığı için anonim hale gelen ‘Ağıt’tır. Halk arasında söylene söylene zamanla değişime uğrayan ‘Ağıt’ şiirini şöhrete kavuşturan ise bu ağıdı ironik biçimde düğünlerde tef eşliğinde söyleyen çalgıcı Ayşe Hanım’dır. ‘Karakış Destanı’ adlı şiiri ile Diyarbekir’de zorlu geçen kış aylarını etkileyici bir dille betimleyen Fatma Bacı, şehrin ve mevsimin insan üzerindeki tesirini hissettir- mede son derece başarılıdır.
Karakış Destanı
Mâli üç yüz iki kışında savuk
Kuruttu meyveyi kaldı hep kabuk
Öldü pîn›de nice horozla tavuk
Çizmeler yerine giyildi çaruk
Aman Yârâb bu savuğun elinden
Buz bağladı memleketin her yeri
İşlemedi hamamların ekseri
Geri koydu iğtisâlden erleri
O günlerde gören yoktu berberi
Aman Yârab bu savuğun elinden
Dicle nehri baştanbaşa kesti buz
Geçti âlem üzerinden şeb u rûz
Her tarafta söylenildi böyle söz
Olmadı âh odun, kömür hiç ucuz
Aman Yârab bu savuğun elinden
Odun, kömür oldular öd ağacı
Efendi, bey, ağa oldu muhtâcı
Yandırdılar tahtaları tokacı
Ağır oldu tezeğinde revâcı
Aman Yârab bu savuğun elinden
Kadınların tarihin hemen her döneminde şiirin konusu olduğu düşünülürse, şöhretleri bugüne ulaşan Diyarbekirli şair hanımların yaşadıkları dönem için ‘avangart’ bir bakış açısına sahip oldukları görülebilir. 1800’lerde muhtemelen şehrin taş konaklarında yaşamış bu kadınların kişisel hayatlarına dair daha çok bilgi sahibi olabilmek ne hoş olurdu! Kendilerine ait bir odaları ve yazı masaları var mıydı mesela? Evin içinde, odalar arasında şairâne bir dalgınlıkla dolaşırlar mıydı? Günlük tutmanın yaygın olmadığı o günlere dair pek az malumat var yazık ki elimizde fakat hayal gücü böyle zamanlar için değil midir? Dicle Nehri ay ışığıyla yıkanırken, Şair Sırrî Hanım, Hatice İffet Hanım ve Fatma Bacı patiska perdeli pencerelerin gerisinde şiir düşünmektedir. Ahşap masalarda titreşen kandilin cılız ışığını görebilir ve kamış kalemin kâğıt üzerindeki o tatlı cızırtısını işitebiliriz. Ve eğer istersek bu ânın şiirini bile yazabiliriz; Diyarbekir’in şair hanımlarına bir selam niyetine…
Songül Dalkılıç