Diyarbakır’da Bakırın Hikâyesi- Çağatay Yücel

Diyarbakır, uygarlık tarihinde ilkleri barındırmaktadır. İlk tapınağın, ilk yerleşimin, ilk tarımın, ilk evcilleştirmenin olduğu yerlerdendir. Taş Çağı’ndan sonra Maden Devri’nin ilk ayağı olan Bakır Taş Devri’nde bakırın kullanılması ile ilgili ilkler de yine Diyarbakır’da yaşanmıştır.

İnsanoğlunun dünya üzerinde tanıştığı ilk metal bakırdır. Yerleşik hayata geçilip, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin ilk kez yapıldığı Neolitik Dönem (MÖ 9500- 5500), madenciliğin de başladığı dönemdir. Geçmişi, yerleşik yaşam öncesi Paleo-litik ve Epipaleolitik Dönem kadar eskiye uzanan Diyarbakır, uygarlık tarihinde birçok ilki barındırmaktadır. Neolitik Dönem ile birlikte yerleşik yaşama geçmiş; ilk mimari yapıları oluşturmuş, ilk bitkileri ve hayvanları evcilleştirmiş ve bakır madenini de dünya üzerinde ilk olarak işletip kullanan yerlerden biri olmuştur. Taş Çağı’ndan sonra Maden Çağı’nın ilk ayağı olan Bakır Çağı’nda (Kalkolitik Çağ/MÖ 5500-3200/3000) bakırın kullanılması ile ilgili ilkler de yine Diyarbakır’da yaşanmıştır. Özellikle Erken Neolitik Dönem’e ait, Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Çayönü, Diyarbakır-Batman arasında yer alan Hallan Çemi gibi merkezlerde boncuk, bız, iğne, kanca ve çeşitli levha parçalarından oluşan çok sayıda bakır eser bulunmuştur. Bilim dünyası Anadolu’yu ‘madenciliğin beşiği’ olarak kabul etmektedir. Zira madenciliğin ve metal işleme sanatının en eski örneklerini aradığımızda, yollar bizi Anadolu’ya bağlar ve bu giderek göz ardı edilemez bir gerçeğe dönüşür. Diyarbakır’da insanların önceleri sileksit (çakmak taşı) ve obsidiyen gibi doğal taşlardan faydalanarak, bunlardan çeşitli aletler yaptıkları bilinmektedir. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte bölge insanının bakırın yanı sıra, çinko, arsenik, altın, gümüş, kurşun ve demir gibi madenleride kullanmaya başladığı, bu madenlerden süs eşyasından savunma sanayiine kadar birçok alanda yararlandığı görülmektedir. Günümüzden binlerce yıl önce keşfettikleri bazı maden (mineral-kayaç-kıymetli taşlar vb.) ocaklarını işleterek, buradan çıkardıkları madenleri ham veya işlenmiş olarak Yakındoğu’ya pazarlayan bölge insanının, bu yolla büyük ekonomik kazanç, prestij ve güç elde ettiği anlaşılmaktadır. 

İlkçağlarda bakırın kullanımı

İnsanoğlu madenleri tanımadan önce, parlak renkli mineral ve cevherleri toplayıp, yaptığı nesneleri boyamakta kullanıyordu. Hematit ağırlıklı bu mineraller çoğunlukla kırmızı renkteydi, bu yüzden Paleolitik Dönem’den MÖ 9000 yılı sonlarına dek insan yaşamında devrin modası kırmızı renk olmuştur. Diyarbakır’da arkeolojik kazılarda ele geçen en eski cevher buluntusu Hallan Çemi ve Çayönü Tepesi’nde gün ışığına çıkarılmıştır. Çayönü’nde kanallı yapılarda oturanlar, daha çanak çömlek üretimine geçmeden, yaşadıkları yörelerde doğal olarak bulunan nâbit bakırı toplayıp balık oltası, iğne ve boncuk gibi küçük nesneler üretmişlerdir. Bu durum dünya üzerinde gerçek anlamda ilk metal eser üretiminin bakır vası- tasıyla Anadolu’da yapıldığını bize göstermektedir. Çayönü Tepesi’nin yine Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’a ait tabakalarında, yuvarlak kulübelerde ve ızgara planlı yapılarda, bol miktarda işlenmemiş malakite (Bazik bakır karbonattan müteşekkil, parlak yeşil bir mineral, çok bulunan bir bakır cevheri, bakırtaşı) rastlanmıştır. Daha üst tabakalarda ise boncuk olarak işlenmiş malakitler bulunmuştur. Bu açıdan metalurjinin başlangıcını gördüğümüz Çayönü, bize bakır kullanımının da en erken örneklerini sunmaktadır. Yine de bu dönemde Anadolu, bakırı bugün bilinen şekliyle henüz tanımamakta, dönemin moda rengi malakitten dolayı yeşil olarak ön plana çıkmaktadır.

Bakırın ateşle buluşması 

Yukarıda da değindiğimiz gibi insanoğlunun bakır madeni ile tanışması MÖ 9000’li yılların sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ilk sakinleri, topladıkları renkli mineral ve taş malzemenin yanı sıra, buldukları nâbit bakır parçalarını da yerleşim yerlerine getiriyorlardı. Çeşitli yöntemlerle şekillendirdikleri bakıra, zaman geçtikte döverek şekil vermeyi öğrendiler. Soğuk dövülen bakırın zamanla çatladığını, kırılıp koptuğunu, ama ısıtıldığında bu yeni malzemenin plastik özelliğinin arttığını ve daha kolay işlendiğini gözlemlediler. Uygarlığın ilk merkezlerinden biri olan Diyarbakır’da yaşayanlar, bakırı tavlayarak, yani ısıtıp döverek levha haline getirdiler ve bu levhalardan boncuklar, küçük iğnecikler, olta uçları elde ettiler. Böylece insanoğlu hem yeni bir hammadde ile tanıştı hem de bu hammaddeyi işlemek için ilk defa ısıdan yararlandı. O zamana kadar soğuktan ve yırtıcı hayvanlardan korunmak için yararlanılan ateş, “teknolojik“ amaçlı olarak ilk kez Diyarbakır’da bakırın işletilmesinde kullanıldı.

Metalurjideki en önemli buluşlardan sayılan bu yeni novatif (yaratıcı) buluşla toplumların gelişmesinde en önemli etkenlerden biri olan madenciliğin temeli atılmış oldu.Diyarbakır ve çevresinde özellikle Ergani-Maden civarındaki bakır yataklarının Neolitik Dönem’den itibaren aralıksız olarak günümüze kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır ki bu durum, bazı araştırmacıların bugünkü ‘Diyarbakır’ isminin de bakır madeni ile ilişkili olabileceği tezini savunmalarına neden olmuştur.

Çayönü yerleşmesinde bakırın işlenmesi ile başlayan sürecin arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar ışığında sürekliliğini devam ettirdiği gözlemlenir. Sümer yerleşme yerlerinin bu bölgede yoğunlaşması aynı zamanda bakır madenlerini de kontrol etme çabası olarak yorumlanabilir. Çünkü bugünkü Irak topraklarında kalan aşağı Mezopotamya’nın madenler konusunda zengin olmadığı bilinmektedir. Hitit kaynaklarında I. Hattuşili’nin bu bölgeye yaptığı seferlerden sonra bölgeden götürülen zengin ganimetlerden dolayı başkent Hattuşa’nın hazinesinde çeşitli madenlerin başının ve sonunun olmadığından söz edilmektedir.

Diyarbakır bölgesi ile ilgili bazı kaynaklarda, MÖ 14. yy. da Tuşhan’da (Bugünkü Bismil ilçesine bağlı Üçtepe veya Tepe beldesindeki Ziyaret- tepe) krallık yapan Tişşatal’ın kendi kentlerinde üretilen bakır kazanları, komşu ve dost ülke krallarına hediye ettiğinden bahsedilir. Ayrıca bölgede üretilen bakır kazanların Doğu Akdeniz’deki Tyr, Sidon (Sayda) ve el-Mina limanları yolu ile Yunanistan, Ege Adaları ve Güney İtalya liman kentlerine ihraç edildiği anlatılır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, özellikle Diyarbakır ve çevresinde maden üretimi, işlenmesi ve pazarlanması konusunda, bütün bu arkeolojik kazı sonuçlarına ve yazılı kayıtlara rağmen, elimizde yeterli veri olmadığını da belirtmeliyiz. Yine de bölgede özellikle Diyarbakır, Mardin ve Midyat çevresinde altın, gümüş ve bakır işlemeciliğinin varlığını günümüzde de devam ettirmesi, bölge insanının tarihin derinliklerinden bu yana maden işletmeciliği konusunda uzman olduğunu göstermeye yeterlidir.

Çağatay Yücel. Dr., Dicle Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir