Diyarbakır müziğinde sazlar


Diyarbakır, müzik kültürü alanında önemli yere sahip şehirlerimizden biridir. Farklı devletlerin hükümranlık sür- mesiyle sahip olduğu tarihî derinlik, çeşitli kültürlerden beslenen bir müzikal zenginlik olarak karşımıza çıkar. Diyarbakır’da varlık gösteren her devlet, şehrin müzik geleneğine ayrı bir katkıda bulunup, bugüne yansıyan zenginliği hazırlamıştır. Denilebilir ki etrafı surlarla çevrelenmiş bir “kale şehir” olan Diyarbakır’dan müzik sesi hiç eksik olmamış; geçmişte “askerî müzik” olarak tanımlanan müzikal faaliyetler yerini zamanla şimdi “Şark müziği” dediğimiz, kendi kültürel mozaiğine sahip ezgilere bırakmıştır.

Şehrin, Artuklu’dan, Selçuklu’dan, Akkoyunlu ve Osmanlı’dan tevarüs eden müziğinin, bugünlere gelmesinde Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yapılan çalışmaların payı büyüktür. 1934 yılında açılan Diyarbakır Halkevi’nde Celal Güzelses’in katkılarıyla kurulan Müzik Şubesi ve ardından, yine Celal Güzelses’in çalışmalarıyla kurulan Diyarbakır Mûsıkî Cemiyeti, şehrin yakın dönem müzik tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Halkevi ve Mûsıkî Cemiyeti, değerli çalışmalarıyla şehrin müzik kültürünü yeniden canlandırmış, bu vesileyle halk, müzik icrasında kullanılan sazları da yakından tanımaya başlamıştır. Güzelses ve arkadaşları, cemiyette yetişen gençlere hem eserleri hem de kullanılan sazları tanıtmak ve öğretmek istiyor; bu şekilde kendilerinden öncekilerden devraldıkları “bin asırlık kültürü” vermeye çalışıyorlardı. Bu kültürün içinde makamlar, formlar ve tabii ki en önemli unsur olarak çalgılar vardı.


Darbuka, Arbane, Def, Zilli Maşa Müzik icrasında kullanılan sazları, Şark Mûsıkîmizin en önemli unsuru olarak görebiliriz. “Söz”ün yanında, notanın da hayat bulduğu bu sazları genel olarak Vurmalı/Vurgulu Sazlar ve Ezgi Üreten/Telli Sazlar olarak iki grupta toplayabiliriz.
Vurmalı sazlar; vurularak icra edilen ve ritim unsuru ile ezgilere yardımcı olmak için ortaya çıkıp üretilmiş sazlardır. Vurmalı sazların kullanımı, tarihöncesi çağlara, en ilkel toplumlara kadar uzanır. İlk insan toplulukları, haberleşmede, çeşitli darbların (vuruşların) çıkardıkları hecelerden faydalanıyor, bu şekilde bir haberi çok uzak bir yere bile ulaştırabiliyorlardı. Bu aletler ve sazlar daha sonra ritmin yanında ezgi unsurlarına destek olmak için kullanılır hale gelmiştir. Zamanla eğlence müziğine de dâhil olduklarında, davul, kös, kudüm,
bendir, def, darbuka gibi vurmalı sazlar ortaya çıkmıştır. Diyarbakır müziğinde önde gelen vurmalı çalgılar, darbuka, arbane, def ve zilli maşadır. Şimdi, bu vurmalı sazları biraz daha yakından tanımak için darbukayla başlayalım:
Arap kültüründen bize geçen Darbuka, sonradan, daha ziyade oyun havalarında kullanılsa da, Türk Sanat ve Halk Müziklerinde ana ritim unsuru taşıyan bir enstrümandır. Çalınan eserlerde, eserin zamanını ve başlangıcını “darb” dediğimiz usûl öbekleri belirler. Genelde eserin ilk notası kuvvetli bir zaman ile başlar. İşte bu kuvvetli zaman bizim için önemlidir ve ilk “darb”ımızdır. Dar- bukanın çıkardığı ses de güçlüdür ve
eseri “DÜM” komutu ile başlatır. Arapça “vurmak/ vuruş” anlamlarına gelen “darb” kelimesinden türeyen darbuka, düğün, kına gibi eğlencelerde de kullanılır ve “dümbe- lek/dümbek/deblek/küp” gibi yöresel adlarla da anılır. Toprak, ağaç ve metalden, çeşitli büyüklükte yapılabilen darbukalar, işlenmiş keçi veya dana derisiyle kaplanır.
Bir diğer vurmalı ritim sazı da Def veya zil takılmış haliyle Zilli Def olarak bildiğimiz enstrümandır. Tarihi, Mezopotamya uygarlıklarına kadar dayanan bu çalgı, Araplar vasıtasıyla İspanya’ya, Türkler vasıtasıyla da Macaristan, Romanya ve Polonya’ya geçmiştir. Def, 25-30 cm. çapında, 5-6 cm. genişliğindeki bir kasnağın bir yüzüne ince deve, koyun, keçi veya balık gibi hayvan derileri gerilerek yapılır. Zilli defte, kasnağın etrafına pirinçten yapılmış beş çift zil takılır. “DÜM” tokat atar gibi deriye, “RA KA RA KA” parmaklar ile zillere vurularak çalınır. Genelde TSM, THM ve Fasıl Mûsıkîsinde kullanılan en önemli sazlardandır. Fasılın önderliğini yürüttüğü için defsiz fasıl yapılmaz. Defi çalan ve fasılı yöneten icracılara “Hanende” veya “Defzen” denilir. Yapımında kullanılan deri malzeme hava koşullarından çok kolay etkilendiği için, bugün defler sun’i deri veya PVC tarzı film derilerle yapılmaktadır.
Şekil olarak defe benzeyen, ancak deften daha büyük olan bir başka ritim sazımız da Bendir veya Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yaygın ismiyle Arbane’dir. İki saz arasındaki tek fark, arbaneye gerilen zincirdir. Dinî müziğin vazgeçilmez enstrümanlarından olan bendir, 40-50 cm. çapındaki kasnağa gerilen derinin altına, deriye temas eden bir kiriş telin gerilmesiyle yapılır. Bu tel, bendirden çıkan kuru ve tok sese ha- fif cızırtı vererek bu sesin zikreden insan sesi ile kaynaşmasını sağlar ve zikre ayrı bir hava katar. Dengbêjler de doğaçlama olarak seslendir- dikleri kilamlarında, arbaneleriyle ritim vururlar. Çocukluğumun geçtiği mahallelerde eskiden seyyar olarak gezen, evlere buğday, mercimek, bulgur gibi ürünleri çeken değirmenler gelirdi. Bu değirmenler çalışırken, dengbêjler de yöresel ağızla eserler seslendirip arbane çalarlardı.
Vurmalı çalgılarımızdan bir diğeri, Anadolu-Asya sazlarından biri olan Zilli Maşa’dır. Osmanlı döneminde ‘çevgan’ olarak adlandırılan zilli maşa, maşa biçiminde olup iki ana kolun uçlarına yerleştirilen karşılıklı zillerden ibarettir. THM enstrümanlarından biridir ve iki ucuna pirinç ziller takılıp, serbest kalan elin avuç içi ile dizler arasına vurulmasıyla çalınır. Kendine özgü tınısıyla, eşlik ettiği müziğe coşkulu bir ritim katar. Dinî müziğimizde ve Mehteran gruplarında aranan bir ritim sazı olan zilli maşa, ev düğünlerinde ve kadınlar arasındaki eğlencelerde de kullanılmaktadır.


"Darbuka, def, arbane, zilli maşa, ud, bağlama, cümbüş... Müzik icrasında kullanılan bu sazlar, Diyarbakır mûsıkîsinin en önemli unsurları, “söz”ün yanında, notaya da hayat veren kıymetli parçalarıdır."

 

 

Ezgi Üreten/Telli Sazlar Ezgi üreten sazlar ‘Mızraplı’ ve ‘Yaylı’ olarak ikiye ayrılır. Mızrapla çalınanlardan ud, kanun, cümbüş, bağlama ve tamburu; yayla icra edilenlerden de keman, kemençe (Karadeniz ve Klasik), kontrbas, viyola, çello ve kabak kemaneyi sayabiliriz.

Diyarbakır müziğinde ilk aklımıza gelen telli saz Ud’dur. Doğu ve Batı kültürlerinde yüzyıllardır kullanılan ud, Müslüman toplumlarda da en önde gelen sazlardan biridir. Tarihi çok eskilere dayanan bu çalgının, ilk ortaya çıkışıyla ilgili birçok rivayet vardır. Bunlardan birini bize Meragalı Abdülkadir aktarır: Ona göre, Hz Âdem’in oğullarından Kabil’in oğlu Lameş, çok sevdiği oğlu ölünce, onu her zaman görebilmek ve hatırlamak için oğlunun cesedini bir ağaca asar ve her zaman yanına gider ağlardı. Ceset, bir iskelete dönüşüp, sonrasında iskelet de dağılınca Lameş ağaçtan kestiği bir parça odun ile oğlunun şeklini vermeye çalıştı. Odunun gövdesini oğlunun kaburgalarına, dallarını da bacaklarına benzetti. Sonra da bu bir nevi heykelciğe, oğlunun çürüyen sinirlerine benzetmek amacıyla at kılından teller taktı ve yine parmaklarına benzettiği burguların yardımı ile telleri gerdi. Böylece ortaya bir müzik aleti çıktı ve Lameş bu aletin tellerinden gelen sesin eşli- ğinde oğluna hazin bir ağıt söylemeye başladı. Lameş’in Arapça’da ‘el’oud’ adını verdiği alete, yine Lameş’in kızı Sala’nın, çalgının sesini artırmak için sonradan bir de karın (gövde) kısmı ilave ettiği de aktarılır.
Diyarbakır müziğinde ud çok önemli bir karaktere sahiptir. Cümbüş de çok kullanılan telli bir saz olmasına rağmen, udun yerini alamamıştır. Üzerinde değişiklikler yapan Farabi’den günümüze çeşitli varyasyonlar geçiren ud, armudî bir tekne, ladin veya sedir dediğimiz kapak (ses kutusu), sap ve burguluk bölümlerinden oluşur. Burgulara takılan iki tane çift misina tel ve ipek sim üzeri gümüş telleriyle toplamda on bir tele sahiptir. Diyarbakırlı Hüsnü İpekçi, yakın zamanlarda da Coşkun Sabah ve Yervant Bostancı şehrin yetiştirdiği kıymetli udiler arasındadır.
Elazığ ve Gaziantep’te ‘divan’, Urfa’da ‘sıra’ ve Diyarbakır’da ise ‘Velîme’ denilen geleneksel gecelerde icra edilen Cümbüş, Cumhuriyet’in ilanından sonra kullanılmaya başlanan bir sazdır. Akord ve çalım yönünden uda benzemekle birlikte, alt kısmına bir çift tel daha eklenmesiyle uddan ayrılır. Üzerine deri (günümüzde PVC Malzeme) gerilen alüminyum bir tekneye sahiptir. Sapı uddan uzun ve ayarlanabilir olduğu için çalımı rahattır. TSM, THM, Hafif, Pop ve Özgün Müzik’te kullanılan bir enstrümandır. Diyarbakır’da Hüsnü İpekçi, Tahir Müjide, Aram Tigran ve Celal Güzelses, yakın geçmişin önde gelen cümbüş sanatçılarıdır.
Diyarbakır müziğinde önemli bir yere sahip sazlardan biri de Bağlama’dır. Kimi zaman ozanını inletmiş, âşığını söyletmiş, dertlisini ağlatmış, efesini oynatmış bu sazı tanıyabilmek için, önce bu sazın atası sayılan Orta Asya kökenli ‘Kopuz’u tanımak gerekir. Kopuz’u tanımak içinse tarihin derinliklerine inip, müziğin ilk insanlarda nasıl başladığına dair efsanelere kulak vermeliyiz. Bilin- diği gibi ilk insanlar, avlanmak için önce ok ve yay kullanmıştır. Yayı çekip oku fırlatırken bu yay çekiş
ve bırakış esnasında çıkan ‘vınlama’ sesi, müziğin çıkmasına, yayın da çekilen yay teline değmesiyle ses elde edilmesine yol açmıştır. Orta Asya Türkleri, bu avlanma yayın- dan türettikleri enstrümana ‘Okluğ’ demiş; okluğun ucuna su kabağına benzer birtakım materyaller ekleyerek, ‘Iklığ’ denilen bir saza dönüş- türmüş ve at kılından yapılan yaylar ile de çalmaya başlamışlardır. Yayla çalınana ıklığ, parmak veya mızrapla çalınana da sonradan ‘kopuz’ adının verildiği tarihî belgelerden anlaşılmaktadır. Avlanma yayının üzerindeki kiriş tellerinin sayısının artmasıyla da Arp, Çeng ve Lir gibi sazlar doğmuştur.
Diyarbakır Mûsıkî Cemiyeti’nin faaliyete geçmesi ile birlikte cümbüş kültürünün yayılmasının yanında, bağlamaya da ayrı bir önem verilmiş, bağlama dersleri ile bu sazın yaygınlaşması sağlanmıştır. Yine de Diyarbakır müziğinde bağlamanın,
1950’li yıllara kadar kendisini gösteremeyen bir saz olduğunu, 50’den sonra hızlanan göç hareketleriyle önem kazandığını söyleyebiliriz. 1970-80 dönemlerinde ortaya çıkan arabesk müzik akımıyla daha da önem kazanan bağlama, ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Diyarbakır’da da daha fazla önemsenmiş; yerel müzisyenlerin de etkisiyle birlikte, sohbet eğlencelerinin aranılan sazı olmuştur.

 

 

Bayram Çöklü, Öğr. Gör., Dicle Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı/Ses Eğitimi Bölümü

 

 

 

KAYNAKÇA
Cafer Açın, Enstrüman Bilimi (Organoloji), İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul: 1994.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir