Dicle Nehri pek çok anlamda Diyarbakır’ın ve bölgenin can damarı konumunda. Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin yanı başında, pek çok kanatlı, memeli ve sürüngenin yanı sıra bu susamuru ailesi de burayı ev olarak kabul etmiş.
Kedi gibi bıyıkları, testere gibi keskin ön dişleri ve suda dümen vazifesi gören uzun kuyruklarıyla hem kara hem de suda yaşayan memeli türlerden biri olan susamurları, yüzyıllar, belki de bin yıllar önce de Dicle Nehri’nin serin sularındaydılar. Gece avlandıkları için gündüzleri pek ortaya çıkmayan bu hayvanların bugün nesli tükenme tehlikesi altında. Bunda tabii ki kıymetli kürkleri için kaçak yolla avlanmalarının etkisi büyük.Susamurlarının Hevsel Bahçeleri içerisinde yer alan Dicle kıyısındaki varlıkları bilinmekle beraber, şimdiye dek fotoğraflarını o bölgede çeken olmamıştı. Bir yaban hayat fotoğrafçısı olarak, Dicle Nehri kıyısında üç bireyden oluşan susamuru (Lutra lutra), ailesini 45 gün süreyle gözlemleyerek fotoğraflarını çekme şansına eriştim. Bu yazı, bu gözlem serüveninin hikayesini anlatıyor.
Gözlem Başlıyor
Tarihî Surlar ve hemen altındaki Dicle Vadisi’ni kapsayan Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine eklenmesinden uzun süre sonra indiğim Dicle Nehri kıyısından, güneşin batmasıyla birlikte eve dönüyorum. Gür kavak ağaçlarının arasında yolumu kaybetmemek için nehrin kıyısında yer yer boyumu aşan yabani otların arasındaki patika yoldan ilerliyorum. Nehrin karşı tarafından “Şlop” diye ansızın yükselen gür bir sesle irkildim. Sesin geldiği tarafa baktığım zaman, nehirdeki hareketlilikten suda oynayan iki hayvan olduğunu fark ettim. Ne olduklarını ilk başta çıkaramasam da dikkatli bakınca bunların susamuru olduğunu gördüm. Ne kadar şaşırsam da hemen birkaç kare fotoğraf çekmeyi ihmal etmedim tabii. Kısa bir süre sonra ikisi de gözden kayboldu. Çektiğim fotoğraflara baktım, güneş battığı için biraz koyu çıkmışlardı. Ama Dicle Nehri’nde ilk kez susamuru fotoğrafı çekmiş olmak, beni fazlasıyla mutlu etmişti. Eve vardığımda aklım Dicle Vadisi’ndeki o susamurlarındaydı hâlâ…Ertesi gün öğlen saatlerinden sonra yeniden Dicle Vadisi’nde, susamurlarını gördüğüm noktadaydım. Hemen kamuflaja yatıp beklemeye başladım. Etraf sakindi, sağımda solumda ha bire alaca yalıçapkınları suya dalıp ağızlarında balıklarla havalanıyordu. Kamuflajın altında saatlerce kıpırdamadan bekledim. Gün batımına az bir süre kala susamurlarından tam umudu kesmişken bir yavrunun nehrin karşı tarafındaki kamışların arasından başını çıkartıp sağa sola baktığını fark ettim. Yavru susamuru bir süre sonra suya daldı, hemen arkasında daha büyük olanı -muhtemelen annesiortaya çıktı. Anne ve yavru susamuru bir süre suda oynadıktan sonra yeniden çıktıkları kamışların arasına dalıp kayboldular. Bir süre sonra yeniden suya dalıp çıktıktan sonra anne susamuru suda sırt üstü yüzerek, üzerine çıkan yavrusunu emzirmeye başladı. Ancak bu emzirme çok kısa sürüyordu, çünkü yavru susamuru çok haylazdı, ha bire annesiyle oynamaya çalışıyordu. Bu oynaşmalar çoğunlukla bir bebeğin annesine sarılma biçimi gibiydi. Anne susamuru kendisine sarılan yavruyu ön ayaklarıyla itiyor ama yavru sarılmakta ısrar ediyordu. Bu emzirme biçimi ve sarılmalar bir süre daha devam etti. Anne susamuru ve yavrusu, birkaç kez suya dalıp çıktıktan sonra son kez suya dalıp kayboldular. Bense hâlâ yerimde kıpırdamadan duruyordum. Şaşkındım ve böylesine muhteşem bir anı yakalamak bende olağanüstü bir heyecan uyandırmıştı.
Gece Balıkçıllarıyla Gizli Anlaşma
Sonraki gün yine aynı noktaya gelip, susamurlarını tekrar görebilmek umuduyla pusuya yatıp beklemeye koyuldum. Yine aynı saatlerde, günbatımından hemen sonra, hava artık kararmaya yüz tuttuğu sırada susamurları yeniden ortaya çıktılar. Fakat o da ne, bu sefer üç taneydiler! Daha önce görmediğim susamuru da baba olmalıydı. Anne ve baba, yavrularını aralarına alıp nehrin akışına doğru aşağı doğru yüzüyorlardı. Tam bu sırada yine haylazlığı tutan yavru susamuru, piknikçilerin nehre attığı bir pet şişeyle oynamaya başladı. Bunu fark eden ebeveyninden biri geri dönüp yavrusunu ön ayaklarıyla itekleyerek kendilerini bekleyen diğer susamuruna yetişmelerini sağladı. Onlar uzaklaşınca ben de eve döndüm. İlerleyen günlerde, öğlen saatlerinde başlayan ve hava kararana dek devam eden gözlemlerinde bir şey keşfettim; Hevsel Bahçeleri’nde Dicle Nehri’nin akıp gittiği vadinin surlardan taraf olan kısmı, kıyı boyunca kavak ağaçlarıyla kaplıdır. Susamurları, bu kavak ağaçlarında gündüz gizlenip gece gün batımıyla beraber kalabalık sürüler halinde ortaya çıkan gece balıkçıllarının ürkütücü ve gür seslerinden sonra ortaya çıkıyordu. Sabahları işe giden bir insanın erken uyanmak için kurduğu çalar saat misali, gün batımından hemen sonra gece balıkçılları ortaya çıkıyor, gür sesleriyle vadiyi inletiyor ve aradan beş on dakika geçmeden susamurları avlanmaya çıkıyordu. Bu bir tesadüf mü yoksa hayvanların kendi aralarında bir iletişim şekli miydi, bilemiyorum. Ama susamurlarını gözlemlediğim kırk beş günlük süre zarfında bu hep böyle oldu. Yine bu sürede susamurlarının sadece iki kere gün batımından önce avlanmaya çıktığını gördüm. Zaten onları her gün düzenli olarak göremiyordum. Bu kırk beş gün içerisinde, sadece üç veya dört günde avlanmaya çıktıklarına şahit oldum.Dicle Nehri pek çok anlamda Diyarbakır’ın ve bölgenin can damarı konumundadır. Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin yanı başında, pek çok kanatlı, memeli ve sürüngenin yanı sıra bu susamuru ailesi de burayı ev olarak kabul etmiş. Bölgenin UNESCO kültür mirası listesinde olması, tabii ki onlara daha güvenle yaşayacakları bir ortam sunması açısından önemli. Ancak bu bölgede kaçak avlanmanın, az da olsa, devam ediyor olması, bu susamurlarının hayatının hâlâ güvende olmadığını gösteriyor ve bu durum kuşkusuz biz doğaseverleri endişelendiriyor.