Diyarbakır, Osmanlı döneminden bugüne, çevresindeki diğer şehirleri de içine alan büyük bir eyaletten vilayete ve sonrasında da bir metropole dönüşmüş ‘çok kültürlü’ bir kent merkezidir. Eyalet, vilayet ve şehir kavramlarını ele aldığımız zaman, ilk olarak şehrin kendi kültüründen, ikinci olarak şehrin etrafıyla birlikte ürettiği kültürden, üçüncü olarak da şehrin daha geniş bir alanla alışverişinden hâsıl olan ve farklılıkları aynı potada birleştiren bir kültürden bahsedebiliriz. Yan yana gelen bu kültürler birbirini tamamlar veya kimi zaman yerel özellikleriyle ayrılır. Şehir kültürü, özellikle Diyarbakır gibi çok kültürlü şehirlerde, merkezde yaşayan tüm halkların kültürünün bir bileşimidir aslında. Bu mozaik, hem şehrin kendi sakinleri, hem de sonradan gelenler tarafından şekillendirilir. Üretilen bu kültürün en önemli unsurlarından biri de müziktir.
Diyarbakır’ın, jeopolitik ve stratejik açıdan merkezî bir konumda olması nedeniyle, özellikle Osmanlı döneminde, bürokrasi yoğunluklu bir şehir olduğunu görüyoruz. Şehre dışarıdan gelen bürokrat kesimin, şehrin bir parçası olarak Diyarbakır’da kalması, burada mahalli müziğe ek olarak daha ‘elit’ bir müziğin üretilmesine imkân tanıyor, bu da farklı kültürlerin bir arada yaşanmasına sahne oluyordu. O dönemde icra edilen saray müziğinin güfte, beste ve makam yönüyle aynısı, Diyarbakır’da da 19. yy’a kadar var olan konaklarda, aynı elit yapı içerisinde, icra ediliyordu. Şehrin dışında yer alan ilçe ve köylerdeki beylerin ve emirlerin yönetiminde olan alanlarda ise, gücünü sözlü kültür ve sözlü tarihin aktarım geleneğinden alan, kendi iç dinamikleri ile üretilen ve kökü çok eski bir geçmişe dayanan, daha kapsayıcı müzik çeşitleri ile zengin bir müzik kültüründen bahsetmek mümkün.
Konaklar, o dönemde şehri yönetenlerin hem evi, hem de idari işlerini yürüttükleri mekânlardı. Yani günümüzden yüz yıl öncesine kadar, şehirde devlet dairesi ve ev ayrımı yoktu. Kenti yönetenlerin oturdukları büyük konakların Selamlık bölümü, idarenin yürütüldüğü yer; Harem ise ailesiyle birlikte yaşadığı yerdi. Selamlık, aynı zamanda müzikli buluşmaların da ana mekânıydı.
Bu müzikli buluşmalar, sadece devlet erkânının veya eşrafın konağında değil, şehirdeki birçok evde gerçekleştirilebilirdi. 1950’li yıllara kadar Diyarbakır’da şehir merkezi konumunda bulunan Suriçi bölgesinde, kale kapılarının akşam beşten sonra kapandığını biliyoruz. Şehir bir bütün olarak büyük bir aileye dönüşürdü o zaman. Her kesim ve tabakadan halk, düzenlenen ‘Şevbêrk’ gecelerinde müzik, hikâye, mani ve anlatılar etrafında toplanır, bu ortamlar halkın ortak kültürel alışverişine dönüşürdü. Yemekli, yemişli, sazlı, sözlü bu kolektif etkinlikler, şehrin içinde yer alan her ferdi bir araya getirebilecek bir sebepti. Demirci, bakırcı, halatçı, pazarcı esnafın gün içinde çarşıda birbirine çarpan sesleri, akşam olup evlere çekildiklerinde bu ortamlarda devam ederdi. Özellikle çalgı çalan, sesi güzel olan ve özlü söz üreten birçok kişinin yan yana gelip, kendilerine bir ortam oluşturması, kent kültürünü zenginleştiren bir yansımadır. Divan benzeri kurulan bu ortamlara Diyarbakır’da ‘Meşk /Velime’ veya ‘Şevbêrk’ denirdi. Bu ortamlar müzikal ve edebi anlamda sanatsal üretimi de beraberinde getiriyordu. Edebi ve müzikal zenginlik birbirini besliyor; birisi bir şiir okurken, bir başkası çalgısını eline alıp müzik icra ederek özgün üretimler ortaya koyabiliyordu. Denilebilir ki, bu buluşmalarla oluşan atmosfer, kolektif yaşam anlayışı ve zengin sözlü geleneğin güçlü aktarım tecrübesi, Diyarbakır’da edebiyatın güçlü olmasına, müziğin de sağlam bir alt yapya oturmasına zemin hazırlamıştır. Şehrin edipleri ve mûsıkîşinasları sadece yerel anlamda kente değil, o dönemde bütün Osmanlı topraklarına yayılan bir sanat üretmişlerdir. Ürettikleri edebi metinler ve besteler, Osmanlı’nın genelinde kabul görüp, beğeni kazanmıştır.
Yerel Müzikte Özgünlük Saray mûsıkîsinin yanı sıra, kaynağını yerel halkın geleneklerinden alan mahalli müzik, şehrin müzikal özgünlüğünün en önemli parçasıdır. Diyarbakır çok dilliliğin, çok kültürlülüğün ve kültürel alışverişin var olduğu bir merkezdir ve müziğinin özgünlüğü de bu çok dilli ve çok kültürlü ortamdan beslenerek ortaya çıkmıştır. Çünkü Diyarbakır’daki müziğin içeriğine baktığımız zaman Ermeni, Kürt, Türk, Süryani müziklerinin, hem birbirini tamamlayan hem besleyen hem de özgünleştiren bir yapıda olduğunu görürüz. Ermenice okunan bir parça, yeri geldiğinde Türkçe veya Kürtçe icra edilebilmiştir. Bu eserler, makamsal açıdan birbirlerine kaynaklık etmişlerse de, içerik olarak farklılıkları olmuştur. Ancak yine de böyle bir parçada, Türk’ün de, Kürt’ün de, Ermeni’nin de hikâyesinin ortak bir dile dönüştüğünü ve aynı sanatsal dil içerisinde ifade edildiğini, müziğin bu ortak dili görebiliriz.
Diyarbakır’ın merkezi kentini oluşturduğu Mezopotamya, kadim tarihlerden bu yana, birçok farklı medeniyetin hüküm sürdüğü ve kültür ürettiği bir bölgedir. Mezopotamya’nın bu çok katmanlı kültürüne baktığımız zaman, sözlü kültürün ve aynı zamanda sözlü tarihin çok gelişkin olduğunu görmek mümkün. Birbirini tamamlayan bu iki unsurun kendini ifade etme biçimi ve aktarım yöntemi de müzik olmuş çoğunlukla.
İnsanlar hikâyesini, geçmişini sözlü kültürle ve müzikle yarınlara taşımış. Toplumsal hafıza sözlü aktarımla devam ettirilmiş ve korunmuş.
Bu kültür aktarıcılarının en önemlileri zarbêj, dengbêj, çîrokbêj, derviş ve âşıklar’dır. Dengbêj kültürünü ele alırken, özellikle zarbêj’leri anmak gerekir. Onlar, dengbêjlik geleneğine kaynaklık eden, daimi ve gönüllü kültür üreticileri ve taşıyıcılardır ki çoğunlukla da bu kişiler kadınlardır. Müziğin, sesin ve sözün profesyonel icracı ve aktarıcıları ise dengbêj, stranbêj ve sâzendelerdir.
Kadınlar, kendilerine bir görev olarak biçilen aktarım geleneğini sürdürerek, kendi yaşam deneyimlerini ekleyip, umut, dilek, istek, hüsranlarını, sevgi, aşk ve tutkularını bazen bir çocuğa söylediği bir ninniyle, bazen yüreğinin derinlik- lerinden gelen hüznün ahengiyle, bazen de ağıtsal bir ezgi ile söze ve melodiye dönüştürür. Mezopotamya müziğinin özgünlüğünü ve üzerinde yaşamış tüm halkların ortak duygusunu, acıyı yaşam tutkusunda birleştiren müziklerin makamlarında buluruz. Kimi zaman ağıtlar, düğün ezgisine dönüştürülüp halay çektiren bir yapıya büründürülmüştür.
Müzik Diyarbakır’da hayatın ritmidir aslında. Halk, ekin ekerken, biçer- ken, imece usulü işlerini yaparken, bulgur çekerken veya değirmende un öğütürken şarkıyı ve türküyü eksik etmez. Bu türkü ve şarkıların ezgileri genelde birlikte söylenir, biri veya bir grup söyleyip diğer kişi veya grup ezgiyi tamamlar ki Bêlîte/Bêrite olarak bilinen bu eserler, bölgenin üretim ve kolektif yaşam biçimini ifade etmesi açısından hem çok kadim hem de özgün eserlerdir. Bêlîte aynı zamanda dinî buluşmalarda, özellikle Feqî (medrese eğitimi alan gençler)lerin mezuniyet törenlerinde, buluşmala- rında da söylenir.
"Diyarbakır müziğinin içeriğine baktığımız zaman Ermeni, Kürt, Türk müziklerinin, hem birbirini tamamlayan hem besleyen hem de özgünleştiren bir yapıda olduğunu görürüz. Çünkü Diyarbakır çok dilliliğin, çok kültürlülüğün ve kültürel alışverişin var olduğu bir merkezdir ve müziğinin özgünlüğü de bu çok dilli ve çok kültürlü ortamdan beslenerek ortaya çıkmıştır."
Farklılıkların Birleştirici Gücü
Diyarbakır müziğini biraz daha derinlemesine ele alıp, Kürt, Türk, Süryani ve Ermeni müziğinin ortak ve ayrı yönlerine bakalım. Bu müzikler nasıl bir ortak noktada buluşuyor, nerede ayrışıyorlar? Buluştukları en büyük nokta aynı toprağın mahsulü olarak birbirlerini her zaman tamamlamaları ve sürekli bir alışveriş içerisinde olmalarıdır. Ayrıştıkları nokta ise, en büyük unsur olarak tabii ki dildir. Bugün bir dengbêjin söylediği kilamı dinlediğimiz zaman, o dêngbejin gırtlağında, onun ardında yer alan geçmişin binlerce yıllık izlerinin olduğu duyguları ve hikâyeyi duyarız. Dengbêjin söyleyişindeki edebi güç, anlatış yöntemi, anlatılan hikâyenin sanatsal estetiğe bürünen görünümü, bu kültürün binlerce yıldır devam etmesini sağlamıştır. Kürtçe burada bir dilden daha fazlasıdır, kendine göre özgünlüğü ve farklılığı olan bir hikâye ve hafızadır aynı zamanda. Aynı şekilde Türk müziğinin de kendine has özgünlüğü ve hikâyesi vardır, Ermeni veya Süryani müziğinin de.
Dil insanların kendini ifade etme biçimidir, ama insanlar kendilerini tek başına ifade etmez, yaşadığı toplumla birlikte ifade eder. Müzik de insanların kendilerini ortak ifade etme biçimlerinden biri olduğu gibi, estetik ve edebi derinliğiyle evrenselleşerek toplumların dili haline gelir. Bu açıdan dil Diyarbakır’da, bütün farklılıklara rağmen birleştirici bir görev de üstlenir. Bir divan gecesinde Türkçe şarkılar söylense bile, Diyarbakır müziğinde kürt dilinin sanatsal ve müzikal derinliği kentte yaşıyan tüm halkların hüzün ve düğün ezgilerin ve ifade etmenin ortak dili olmuştur. Diyarbakır Ermeni, Süryani’lerin düğünlerinin ortak dili Kürtçe şarkılarla yapardı.
Diyarbakır’da bir zamanlar dinde müzik çok hoş karşılanmadığı için, özellikle düğünlerde çalgılı müziğin icracıları, Dom/Mitirblar olmuştur. İlginçtir, Kürt olmayan Domlar/Mitirblar eğlence ve düğünleri Kürt müziği ile coşturmuşlardır tarih boyunca ve hatta Kürt müziğinin sanatçıları olarak kendilerine sanatsal meslek edinmişler ve öyle de tanınırlar.
Özgün Makamlar Diyarbakır’da müzikal özgünlük ve farklılığı oluşturan bir diğer unsur da makamlardır. Bir eserin makamına bakarak, onun Türk, Kürt veya Ermeni müziğine ait olup olmadığını bilebiliriz. Bazen Kürt müziğine ait bir eserin Ermenice, Türkçe veya Arapça okunduğunu duyabiliriz, ama burada yine makamsal özelliklerden dolayı bu eserin ilk kaynağı şudur diyebiliriz. Ermeni müziğinin önemli sanatçılarından Şimon Arslan 1912 yılında Amerika’da, bir ‘Diyarbakır Divanı’nı Kürtçe, Türkçe ve Ermenice seslendirerek kayıt altına almıştır. Bu ve benzeri birçok eserin söz ve makamlarında ortaklık ve aynı zamanda özgünlük de görürüz.
Makamlar kültürün özgünlüğüdür ancak aynı zamanda dil gibi en büyük birleştirici unsurlardan, ortak paydalardan biridir. Türk veya Kürt müziğine ait bir makamla okunmuş Ermenice, Arapça, Süryanice bir eser, makamı, bütün özgünlükleri yanında bu toprağın ortak dili haline getirir. Zaten Diyarbakır gibi etnik yapısı zengin ve geçiş bölgesinde bulunan bir şehirde böyle bir alışverişin olmaması mümkün değildir. Her müzik etnik özgünlük taşımakla birlikte, birbirini tamamlayıcı ve besleyici bir özellik de gösterir. Mesela, Kürtlerin dengbêjleri gibi Türklerin ve Ermenilerin de âşıkları vardır. Müzikleri birbirine çok yakındır, onlar da sözlü kültürlerini aynı şekilde, kendi kültürlerine ait özel aktarım yöntemi olan enstrümanlar/sazlarla ve müzikle aktarmışlardır. Her bir kültür, kendine özgü çalgısıyla müziğini icra etmiştir. Diyarbakır bu anlamda herhangi lokal bir yer değildir ve Diyarbakır müziği denilince aklımıza gelen tek bir tür değil; birçok dil, söyleyiş, makam ve enstrümanla çeşni kazanmış zengin bir müzik kültürüdür.
Zeynep Yaş. Kültür Araştırmacısı, Diyarbakır Kent Müzesi.