Sur Kültür Yolu Festivali Diyarbakır’a kalıcı değerler kazandıracak
Festivallerimizle hem şehirlerin kültür ve sanat değerlerini herkesin ulaşabileceği bir yere taşıyoruz, hem de kalıcı eserler yaratıyoruz. Sur Kültür Yolu Festivali de bu anlamda sadece 9 günlük bir kültür sanat etkinliği değil, Diyarbakır’a kalıcı değerler kazandıracak bir festivaldir.
Röportaj: Fatma Gedikoğlu
Türkiye Kültür Yolu Festivalleri nasıl başladı? Hareket noktanız ne oldu?
Kültür başkentleri dünyada özellikle Avrupa’da yaygın kullanılan bir kavram. Kültür festivalleri vesilesiyle ülkeler, kendi kültürlerine dair ne varsa, sanatını, mimarisini, estetiğini, yemek kültürünü, müziğini, edebiyatını, sanatçılarını, görsel sanatlarını, restorasyonlarını bir bütün olarak anlatmak üzere vizyonlarını sergiler. Biliyorsunuz, 2010 Kültür Başkenti İstanbul’du. Biz de bu sürece büyük bir azimle dahil olduk. Burada Sayın Cumhurbaşkanı’mızın 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecine olan katkılarının altını özellikle çizmek isterim. Burada gördüğümüz destek ve yaptığımız işler, çalışmalarımızın hızlanması, yol haritamızın oluşması noktasında önemli bir tecrübeydi.
Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da dünyanın her yerinde kültürler farklı formlarla vücut buluyor. Toplum hayatı şehirde geçiyor, dolayısıyla toplumun kültürü de orada şekilleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak hem somut hem de somut olmayan mirasımız çerçevesinde restorasyonların yapılmasından yeni yapılar inşa edilmesine, yeme-içmeden moda, tasarım, resim, müzik, fotoğrafa kadar tüm disiplinleri destekleyen bir anlayışa sahibiz. Bu vizyon ile ülkemizi ve şehirlerimizi ön plana çıkaran Türkiye Kültür Yolu Festivallerinin stratejilerini oluşturduk ve hedeflerimizi de dalda dalga büyüttük. Stratejimizi hem kendi yaptıklarımız hem de yapanlara örnek olması açısından kodladık. Bu düşünce Beyoğlu’nda filizlendi. Çünkü Beyoğlu’nda AKM, Taksim Camii yeniden yapıldı. Galataport, çevresiyle restore edilip hayata katıldı. Yine Beyoğlu üzerinde Galata Kulesi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Atlas Sineması ve İstanbul Sinema Müzesi ile o hat üzerinde Bakanlığımızın yönlendirmesiyle yapılan restorasyon çalışmaları, tadilatlar ve tamiratlar ile kültürel değerlerimiz yeniden hayat buldu. Bütün bunlar aslında İstanbul gibi özel bir yerde, 20 yıllık bir sürecin sonunda çok kıymetli gayretlerle ortaya çıktı. Gelinen nokta, mutlak bir dönüşümü anlatan, kayıp halden kazanılmış bir kente dönen ve bunu kültürle yapan bir yaklaşımla ifade etmenin somut bir hali oldu. Nitekim oradan başlayınca işin doğru olduğu da anlaşıldı ve yayılmaya başladı. İstanbul’da filizlenen, Başkent’e, Çanakkale’ye, Konya’ya, Diyarbakır’a yayılan ve daha da çok yayılacak bir hikâye bu.
Sayın Bakanımız da ‘Dalga dalga İzmir başta olmak üzere bütün şehirlere yayacağız’ dedi belirttiğiniz gibi. Örneğin Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde de belirlediğiniz şehirler var mı?
Şöyle ki bir yandan festival devam ederken, bir yandan da bununla ilgili gelecek plan ve projelerimizi sürdürüyoruz. Bir liste çalışması yapılmadı ama başardıkça, devam ettikçe bunların her biri dalga dalga ya bizim liderliğimizde ya da yapanları yönlendirilmek suretiyle gelişecek, belirginleşecektir.
Bu festivallerle ilgili katılımcılardan, sanatçılardan geri dönüşler nasıl oldu?
Çok iyi. Çünkü burada sanatçılara, kurumlara, üniversitelere, sivil toplum örgütlerine, sanata, edebiyata, sinemaya, tiyatroya ve bütün disiplinlere destek veriyoruz. Zaten varlık sebebimiz bu. Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün varlık sebebi, sanat adına teşebbüste bulunan insanları fonlarla desteklemek. Bu minvalde Türkiye Kültür Yolu Festivalleri’nde temelde bunu öngörürüz. Bizim sadece Diyarbakır ve İstanbul’da yaklaşık 100’den fazla kurum olarak partnerimiz var. Onların da kendi içlerinde paydaşları var, yani bu binlere sirayet ediyor. Onlara zaten yaklaşımımız şu: ‘Biz sizi desteklemek istiyoruz, ama sergi salonunda, ama sizin kendi salonunuzda, ama yaptığımız sahnelerle… Sizi sahnede alkışlamak istiyoruz. Sizi sahneye çıkarmak, sizi takdir etmek, sizi parlatmak üzere varız.’ Yani kültür festivallerinin amacı paydaşlarını, sanatçılarını yaratımlarıyla ön plana çıkarmaktır.
Kültür üzerinden yeniden kültür üreten, sanatçılardır. Her ikisini de yaşayan halktır. Biz de onların destekçisiyiz. Gelinen noktada halk da çok mutlu, sanatını paylaşan da…
Kültür festivallerinin yapılan kente katkıları nelerdir? Diyarbakır Sur Kültür Yolu Festivali’nin bu şehre katkıları neler olabilir?
Festivallerin bizatihi amacı şehirleri parlatmaktır. Festival aslında bir neticedir şehirler için. Örneğin Diyarbakır… 20 yıldır burada bir sürü restorasyon çalışmaları yapılıyor. Surlardan başlayarak, oradaki tarihi mekanlar, çevre, dizayn, harcanan emeklerle somut mirasın ayakta durması ve festivallerle, etkinliklerle o tarihi mekanlarda bir şey yaşatma gayreti…. Bütün bunlar şehri var etme, ayakta tutma, eskiyen, kullanılamaz hale gelen parçalarını geri kazanma, hayata katma ve gençlerin idrakine sunma, dünyada tanınma ve ilgi çekme gayretidir.
Şehir ismini zikrederek yanına kültür kelimesini, sanat kelimesini koymakla aslında toplum hayatının muhtemel dinamiğine dikkat çekmiş oluyoruz. Toplumun bedeni şehirdir. Bir toplumu, topluluğu diğerlerinden ayıran kültürdür. Toplum yaşarken sanat icra eder, sanatçıları da yenilikleri kovalar ve ilan eder. O halde Sur Kültür Yolu dediğimiz anda aslında bir şehrin kültürünü sanatçılar aracılığıyla var etmekten bahsediyoruz. Dolayısıyla tek hedef zaten o şehri var etmek. Yani biz ‘Gelin, buradaki güzellikleri görün’ demiş oluyoruz. Kime? Bütün topluma, dünyaya… Dolayısıyla tek bir disiplin festivali olsaydı, orada o tek disiplini ön plana çıkarmış olacaktık. Temelde şehir kültürü dediğimiz anda orada baş aktör bütün dinamikleriyle şehrin kendisidir.
Diyarbakır’ın şehir olarak güçlü yönleri nelerdir?
Diyarbakır, pek çok yönüyle çok güçlü bir şehir. Bir kere medeniyetin başlangıç noktası olan Mezopotamya içerisinde yer alıyor. Kendini küçücük bir alanda dahi dolu dolu, somut ve net hissettiren bir şehir. Merkezde Sur ve beş kilometre surların içerisinde tarihi mekanlarıyla Hevsel Bahçeleri var… Bir nehir var, yanında verimli topraklarıyla Hevsel Bahçeleri ve hemen üstünde Diyarbakır Surları. Hem arkeolojik açıdan binlerce yıllık o surların varlığı hem de hemen yanında yaşayan, hala tarım yapılan tarihi bir bahçenin içindesiniz. İstanbul’un Surları’nda tarihi derin derin içinize çekersiniz, okursunuz. Burası da başka; tarihi okurken, yaşıyorsunuz da… En güçlü tarafının bu olduğunu düşünüyorum. Kadim tarihiyle, doğasıyla, verimli topraklarıyla şehrin çehresi inanılmaz bir duygu oluşturuyor. Şehir adeta binlerce yıllık tarihini baş köşeye oturtmuş, bütün canlılığı ile yaşamını sürdürüyor.
Bir diğer güçlü yanı farklı diller, farklı dinler, farklı kültürler barındırması. Kiliseleri, sinagogları, camisi, hanları, hamamları… Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Diyarbakır çok zengin. Mesela en son Özbekistan’ın tarihi şehri Hive’deydim. Orası da gerçekten çok güzel bir şehir ama Diyarbakır başka. Şehrin bir fotoğraf olarak zihinde etkileyici bir tesiri var. Diyarbakır’ı görmeyen herkese en yakın zamanda ziyaret etmelerini öneririm.
Tam da bu konuyla bağlantılı olarak soruyorum; Diyarbakırlılar orada, festival alanlarında olacağı için özellikle buraya vurgu yapmak istedim. Diyarbakırlı olmak bir ayrıcalık mıdır? Marka şehir olma yolunda Diyarbakır için ne söylemek istersiniz?
Diyarbakır tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, doğasıyla ayrıcalıklı bir şehir. Dolayısı ile evet, Diyarbakırlı olmak da bir ayrıcalıktır. Bizleri binlerce yıllık tecrübesiyle, yaşantısıyla buluşturuyor. Derinlemesine bir tarih bilgisi şuuruyla orayı içselleştirirsiniz. Düşünün ki bir tarihi yapı içerisinde ömür geçirirseniz bir mimar kadar gözleriniz keskin olur ve bu güzelliği içselleştirirsiniz. Büyük şehirlerde olup da tarihten uzak olanlara göre Diyarbakır’da tarihle hemhal olarak yaşamak bir ayrıcalıktır.
Bugün Türkiye Kültür Yolu Fesktivalleri’ne bakıldığında etkinliklerin çeşitliliği dikkat çekiyor. Senfoni, opera da var, popüler müzik temsilcileri de var, dini müzik ve etnik müzik de var. Sinema, tiyatro, akademik sohbetler, edebiyat, resim, fotoğraf, dans… Tabii dünyanın dört bir yanından gelen sanatçıların olması ayrıca bu bütünlüğü zenginleştiriyor. Bu zenginlikle neyi sağlamak istiyorsunuz?
Yani insanın gözü var, kulağı var, hissiyatı var ve yaşarken ihtiyaçları var. Giyinmeye, yemeye-içmeye, korunmaya, sevmeye-sevilmeye… Bir insanın bu yaşamda ihtiyaç duyduğu her ne varsa o kültürdür zaten, o halde sanatın icra edildiği saha da çok çeşitlilikle birlikte geniş olmalıdır.
Biz de festivallerimizle topluma dair ne varsa her şeyi yansıtmak istedik. Kültürü her bir rengiyle festivallerimizde resmediyoruz. Dolayısıyla mimariden arkeolojiye, gastronomiden resme, edebiyata, fotoğrafa bizi anlatan ne kadar araç varsa olabildiğince dokunuyor, şehri her yönüyle ele alıp değerlendiriyoruz.
Tabii şehir festivali yapmak bir yandan çok zor, bir yandan da keyiflidir. Genciyle, çocuğuyla herkesi bir arada düşünmek gerekiyor. Birbirinden değerli binlerce sanatçımız katılıyor. Her bir sanatçının icrasını halkla buluşturabilmek, kaynaştırabilmek, katılımı artırmak da burada çok önemli. Hem sanatçılarımızın motivasyonunun olması hem halkımızın beğenisi, festivallerin sürdürülebilirliği açısından önemli noktalar.
Festivalleri nasıl bir strateji ile kurguladınız? 9 günlük bu festivalin Diyarbakır’a katkısı ne olacak?
Bir ülkenin kültürel değerleri ile turizmdeki cazibesini birbirinden ayrı kavramlar olarak değerlendiremeyiz. Kültür ve sanat turizmi besleyen bir alandır. Biz Türkiye Kültür Yolu Festivalleri ile bir taraftan o bölgenin kültür ve sanat değerlerini herkesin ulaşabileceği bir yere taşıyoruz, bir taraftan da kalıcı eserler yaratıyoruz. Yani bu ülkenin hem somut hem de somut olmayan kültürel mirasına çok önemli bir yatırım yapıyoruz. Bu da hem o bölgenin hem de Türkiye‘nin turizmine yansıyan bir süreci hayata geçiriyor. Diyarbakır Sur Kültür Festivali de bu anlamda sadece 9 günlük bir kültür sanat etkinliği değil, Diyarbakır‘a kalıcı değerler üreten bir yaklaşımdır. Bu nedenle festival Diyarbakır’a kalıcı değerler kazandıracaktır.
Gelecek vizyonumuza bakacak olursak, Beyoğlu Kültür Yolu bir rol model olup, Türkiye’nin uluslararası marka değerine katkıda bulunan festivallerimizi ülkemizin tarihi ve turistik şehirleri başta olmak üzere tüm şehirlerine yaymak en önemli amacımızdır. Bakanlık olarak üretilen bütün kültür ve sanat içeriklerine sahip çıkıyor, şehirleri markalayarak var olan potansiyeli öne çıkartan bir iletişim paketi ortaya koyuyoruz. Böylelikle şehrin turizm potansiyelini, hizmet sektörünün çeşitliliğini ve altyapısını geliştirip kalitesini artırıyoruz.
Ahmet Misbah Demircan
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı