İki dünya arasında, yaşamın tam ortasında Esma Ocak – 5.Sayı

Esma Ocak, Diyarbakır’ın özgür tabiatlı, çevresine duyarlı, çalışkan ve üretken yazarlarından biri… Üretkenliği, yalnız arkasında bıraktığı eserlerinde değil, bir kadın olarak hayata katılışındaki cesaretinde de açıkça görülür. Hikâyeleri ve romanları bize, Diyarbakır’ın kırsal kesimindeki kadın-erkek ilişkilerinin bütüncül ve içeriden bir fotoğrafını sunar. Hayatı ise gerçek bir azim öyküsüdür ve denilebilir ki Esma Ocak bu yönüyle başlı başına bir hikâye karakteridir. Yazarların eserleriyle kişisel hayatları arasında bağ kurmaya çalışmak çok anlamlı bulunmaz ancak edebiyatını, yaşadığı coğrafyadaki gözlemlerinden ve kendi deneyimlerinden derleyip süzerek oluşturan Esma Ocak söz konusu olduğunda, meraklı okurun aradığı o bağlantı, olanca giriftliği ve açıklığıyla ortadadır. O halde şimdi yazarın öz yaşam öyküsüne ve dolayısıyla Diyarbakır’ın eski günlerine doğru nostaljik bir yolculuğa çıkalım.

Çocukluğun mesut günleri

Esma Ocak, 1928 yılında, kocaman avlulu, havuzlu, bahçesi çiçeklerle bezeli, duvarları sarmaşıklı geleneksel bir Diyarbakır evinde dünyaya gelir. Çocukluğu, gece oturmasına gelen misafirlerin, özellikle de yaşlı hanımların anlattığı birbirinden ilginç masalları, fıkraları, babasının bir çırpıda yazıp okuduğu esprili dörtlükleri dinleyerek geçtiği için, ondaki hikâye anlatma sevdasına dair ilk kıpırtıların o evde oluştuğunu söylemek yanlış olmaz. Sadece etrafındaki insanlar da değildir üstelik onu besleyen; Dicle Nehri kıyısındaki, dedelerden yadigâr Erdebil ve Ağuludere köşklerinde yaşanan bahar ve yaz aylarının saadeti de hesaba katılmalı. Çınar ağaçlarının, salkım söğütlerin, öbek öbek sıralanmış böğürtlenlerin ve her türden meyve ağacının bulunduğu bahçelerde koşuşturduğunu hayal edin Küçük Esma’nın ve aynı zamanda mehtaplı gecelerde Dicle kıyısın da düzenlenen sazlı-sözlü âlemlere tanıklık ettiğini… Bu yüzden olsa gerek, henüz ortaokuldayken roman yazmak istemesine şaşırmayız. Ancak okul yılları, sonradan çevresindeki kadınların hayatında da sık sık gözlemleyeceği ‘baskı’ duygusuyla tanıştırır Esma’yı. Okuma yazmayı beş yaşında sökmüştür ve tek hayali o yıllarda yeni açılan Cumhuriyet mektebine başlamaktır ancak annesinin ısrarıyla mahalle hocasına gönderilir. Orada aldığı eğitimden memnun kalmayan Esma’nın içten içe o dönemdeki yanlış eğitim metoduna direndiği ve daha o yaşlarda bir şeylerin hatalı olduğunun ayrımına vardığı söylenebilir. İhtimal ki yaşarken ve yazarken yanlışı görmeye, karşısında durmaya ve çözüm aramaya dair hassasiyeti de çocukluğundaki bu fark edişle ilintiliydi. Nitekim, falakaya yatırılan çocukların aldığı psikolojik hasarlar, hikayelerinde değindiği konular arasında yer alacaktır. 

Şiir ezberleyerek huzur bulmak

Babasının desteğini arkasına alarak mahalle hocasına gitmeyi bırakan ve o çok sevdiği Cumhuriyet mektebine başlayan Esma Ocak, ortaokulu Mardin’de tamamlar. O dönemde Mardin’de lise olmadığı için annesiyle birlikte Diyarbakır’a döner ve burada Ziya Gökalp Lisesi’ne kaydı yapılır. Ortaokulda başlayan şiir ve edebiyat tutkusu, iyice görünür olmuştur artık. O günkü duygularını kendi kaleminden şöyle okuruz: “Çocukluğuyla barışmış, gurbet acılarını ardında bırakmış, edebiyat öğretmeni olmaktan başka şeyin hayalini kura- mayan bir genç kız olarak dönmüştüm Diyarbakır’a. (…) İyi ki sılamıza dönmüştük. Onarılmış olan evimizin yeni eşyalarla döşenmesi, gruplar halinde gelen yakın, uzak akrabalarla, ahbapların avdetimizden duydukları memnuniyeti dile getirmeleri, gözlerinde okunan sevgi dolu samimiyet, başlamış olduğum liseye gidip gelmeler beni mutlu kılmakla beraber, kimlik arayışı içindeki genç kızların atlatmak zorunda olduğu evrelerin karmaşası içinde yol alıyordum.” O duygusal karmaşadan kendini şiir ezberleyerek kurtarır Esma Ocak. Güçlü bir hafıza, onun karakteristik özelliklerinden biridir ve röportajlarından birinde, türküler, yöresel deyişler ve destanlar hariç, ezberinde en az üç bin şiir olduğundan bahseder. Bu merakını da coşkuyla anlatır: “Edebiyat derslerinin olduğu günleri iple çekmeye başlamıştım. Sarsıntılar atlatmakta olan ruhum Fuzuli’nin, Nef’i’nin, Baki’nin, Nedim’in aruz vezniyle yazmış oldukları şiirleri ezberliyor, o satırların tılsımlı kanatlarında göklere uçuyordum. Sınır tanımaz bir hayal gücüyle, ezberleme yeteneğine sahip olduğumdan, Süleyman Nazif, Ali Emîrî, Ziya Gökalp gibi, Diyarbakırlı şairlerin şiirlerini de belleğime yerleştirip, onlar kadar olmasa da, onlarınkine yakın düz yazılar, şiirler yazma hevesine kaptırıyordum kendimi.” 

Ancak ne ki bunca tutkuyla sevdiği edebiyat derslerine veda etmek zorunda kalır. Biraz da annesinin baskısıyla dayısının oğlu Baha Bey’le evlendirilir ve eşi okumasını istemediği için lise ikinci sınıfta eğitim hayatını noktalar. Ancak o günlerde bu kararından pişman değildir çünkü mutlu bir evliliği vardır ve kadınlar üzerinde baskı kuran ataerkil düzeni sorgulamaya henüz başlamamıştır. 

Diyarbakır’ın ‘Hanımağa’sı 

Esma Ocak eşiyle birlikte 1950’lerde Bismil’in Kazancı Köyü’ne yerleşir. Baha Bey bir traktör satın alır ve Diyarbakır kırsalında makineli tarımı ilk başlatan kişi olur. Köy ile şehir arasında süren bu mutlu hayat, amansız bir hastalığa tutulan eşinin 1960 yılında vefatıyla gölgelenir. Esma Ocak, otuzlarının başında, üç çocuğuna hem annelik hem babalık yapmak zorunda kalan yalnız bir kadındır artık. Denilebilir ki onun asıl hikâyesi burada başlar. Ruhundaki özgürlük ateşi, cesareti, kararlılığı, onu iki alanda birden şöhrete taşır; başarılı bir yazar ve çalışkan bir çiftçi… Öyle ki Diyarbakır’da bugün bile

hanımağa’ unvanıyla anılır. Eşi vefat ettikten sonra köşesine çekilmek yerine köydeki işlerin başına geçen Esma Ocak, tarlaları sürdürmek için işçiler tutar, onların başında bir erkek gibi bekler fakat her daim nezaketli bir kadındır. Köy hayatını, yöre insanını küçümsemeden anlamaya çalışırken, onlarla birlikte yaşamını sürdürmeyi de başarır. Köylüler gibi giyinir, evlere misafir olup sohbetlere eşlik eder ve bir yandan da hikâyelerinde ve romanlarında boy gösterecek karakterlere dair bilgiler toplar. Kadınların sorunlarına eğilirken, koyun otlatmaya gelen göçerlerin çadırlarını ziyaret ederken, kan davalarını bizzat tarafların ağzından dinlerken ve duyduklarını gerçeğe en yakın haliyle kaleme alırken bir gazeteciyi de andırır aslında. Kırsal hayat bütünüyle ilgisini çekmektedir; karı-koca ilişkileri, kıskançlıklar, örf ve adetler, yöresel konuşmalar… Eserlerinde de kadınlar başroldedir ve çoğunlukla kıymet bilmeyen eşleri tarafından ezilmektedirler ancak yalnız sorundan değil çözümden de söz eder Esma Ocak; ona göre kadının mutluluğu erkeksiz ya da çocuksuz bir hayatta değil, sevgi ve saygı temeli üzerine kurulmuş sağlıklı bir aile içindedir. 

‘Berdel’ filmiyle gelen şöhret 

Esma Ocak, ilk hikâye kitabı olan “Berdel”, Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarılıp da pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık bulununca, şöhreti yaşadığı şehrin sınırlarını aşan bir yazara dönüşür. “Yeni Çardak” adlı hikâyesi tiyatroya uyarlanır ve kendisi de Kaşgarlı Mahmut’un “Dîvânü Lugâti’t-Türk” adlı eserini tiyatro oyunu olarak ha- zırlayarak bir ilke imza atar. 1990’lar- daki siyasi olaylar nedeniyle köyüne dönemeyen ve arazilerini yok pahasına satıp şehre yerleşen Esma Ocak, 2011 yılında 83 yaşındayken hayata gözlerini yumar ve arkasında altı öykü kitabı, altı roman, bir de biyografi olmak üzere yayımlanmış 13 kitap bırakır. Eserlerinin isimle- ri basım tarihlerine göre şöyledir: Berdel (1981), Kırklar Dağı’nın Düzü(1982), Kervan Servan (1983), Sara Sara (1987), Kuyudaki Ses (1990), Muş Gürcüsü Destanı (1991), Surlu Kentin Sır Suyu (1994), Kadınlar Mektebi (1995), Duvar İçindeki Diyar (Diyar- be-kir) (1998), Münire (2005), Bir Filozofun Özel Yaşamı Ziya Gökalp (2006), İçerdeki Avcı (2008).

Kutsal Emanetler ve El Yazması Kur’ân-ı Kerîm

Ocak ailesi, Diyarbakır’ın ileri gelen ailelerindendir. Esma Ocak’ın hem dayısı hem de kayınpederi olan Diyarbakır Nakibi Bekir Sıtkı Bey, önemli bir devlet adamı ve aynı zamanda ilim sahibi bir şahsiyettir. Bekir Sıtkı Bey’in babası Hacı Mesut Efendi ise Mekke kadılığı yaptığı dönemde, başarılarından dolayı şehrin valisinin hediye ettiği Sakal-ı Şerif ile onurlandırılmış bir devlet adamıdır. Hacı Mesut Efendi’den oğlu Bekir Sıtkı Bey’e tevarüs eden bu kutsal emanet, daha sonra Esma Ocak’a teslim edilmiş ve genellikle Kadir gecelerinde halkın ziyaretine açılmıştır. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Bekir Sıtkı Bey’in çocukları için yazdığı Kur’an-ı Kerim’lerden biri de eşi Baha Bey’in ardından Esma Ocak’a kalmış ve onun vefatından sonra da Esma Hanım’ın kızı Prof. Dr. Perran Toksöz’e emanet edilmiştir.

 

                                                                                                                                                                                                                                                                              Kemal Timur

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir