Yüzyıllar boyunca Diyarbakır’da İnancın Farklı Renkleri – 2. Sayı

Diyarbakır, İslam hükümranlığı dönemine kadar, sonrasında da kısmi olarak, birçok farklı dinin, inancın merkezi olmuş bir şehir. İzleri bugün bile hâlâ görülebilen pagan inançlardan semavî dinlere her din, bu inanç zenginliğinde önemli bir pay sahibi. “Diyarbakır’da İnanç” konusunu ele aldığımız bu sayımızda, şehrin inanç yelpazesini açıp, farklı renklerini daha iyi görmek, Diyarbakır’ın dününü ve bugününü daha iyi anlamak için İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi hocalarından Prof. Dr. Şinasi Gündüz’le konuştuk. Söyleşiyi bizim için, aynı fakültede doktora öğrencisi olan Abdullah Rıdvan Gökbel gerçekleştirdi.

 

Hocam, öncelikle şunu sormak istiyorum: Bir Dinler Tarihçisi gözüyle baktığınız zaman Diyarbakır, Dinler Tarihi araştırmalarında nasıl bir yerde duruyor?

 

Diyarbakır, milattan binlerce yıl önceye giden tarihiyle, tam bir kültür merkezi. Tarih boyu Hititlerden Asurlulara, Urartulara; Medlerden Yunanlılara, Romalılara; Sasanilerden İslam egemenliğine kadar onlarca siyasal yapı şehre egemen olmuş ve sahip oldukları dinsel ve kültürel mirası şehre adeta kazımışlar. Hz. Ömer’le birlikte başlayan İslam egemenliği döneminde de şehre Emevilerden Abbasilere, Selçuklulara, Eyyubilerden Safevilere ve Osmanlılara kadar birçok yönetim hükümran olmuş.

 

Tarihsel süreçte şehirde egemen olan bu siyasal yapılar ve bunların temsil ettikleri dinî gelenekler dikkate alındığında, Diyarbakır’ın, paganizm ve politeizmden düalizme ve monoteizme kadar birçok inanç sistemine ev sahipliği yaptığını görürüz. Kuzey Mezopotamya’da yaygın olan Asur ve Babil paganizminin yıldız-gezegen kültünden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’a kadar birçok inanç sistemi, farklı mezhepleriyle tarihsel süreçte bu şehirde yaşama ve temsil edilme fırsatı bulmuş. Bu gelenekler çoğunlukla bir arada, barış içinde varlıklarını sürdürebilmişler. Diyarbakır’da şehir içinde ve çevresinde yapılan arkeolojik araştırmalarla ortaya çıkan kültürel yapılar, şehrin zengin dinî mirasından günümüze birçok iz sunar. Bu bağlamda Diyarbakır ve çevresi, dinler tarihi araştırmaları açısından oldukça mümbit bir bölgedir.

 

Birçok medeniyete ve sayısız topluluğa ev sahipliği yapmış olan Anadolu’nun, bir o kadar da farklı inanca sahne olduğu malum. Bu inanç zenginliği bağlamında Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve özellikle de Diyarbakır, nasıl bir önem arz ediyor?

 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve bu bölgenin adeta merkezini oluşturan Diyarbakır ve civarı, tarih boyu tamanlamıyla bir din ve inanç merkezi konumundadır. Başta Harran ve Nusaybin (Nisibis) olmak üzere bölgede yer alan birçok şehir, İslam öncesi dönemde hem paganizm için, hem yıldız-gezegen kültü için, hem de Yahudilik ve Hıristiyanlık için önemli dinî merkezlerdir. Tarihsel olarak Adiabene bölgesinin kuzeyinde yer alan Diyarbakır (Amid ya da Diyarbekir) da, bölgedeki farklı kültürel ve dinsel yapılardan yaygın şekilde etkilenen, beslenen, dolayısıyla da bünyesinde yüzyıllar boyu dinî çeşitlilik ve zenginlik barındıran bir şehirdir.

 

Bu bölgedeki yerleşim merkezleri arasında, Diyarbakır’ın hemen güneyinde yer alan Nusaybin’in, oldukça erken dönemlerden itibaren Yahudilik ve Hıristiyanlık gelenekleri bağlamında, bünyesinde önemli bir ilahiyat ekolü barındırdığı bilinir. Miladi birinci yüzyıldan itibaren önemli bir Yahudi diasporasına ve ikinci yüzyıldan itibaren bir Torah okuluna sahip olan Nusaybin, üçüncü yüzyıldan itibaren Hıristiyan ilahiyatının da önemli bir merkezi olmaya başlar. Bu bölgede yalnızca Nusaybin değil, ikinci yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın yaygın bir kültür haline geldiği Urfa (Edessa) ve üçüncü ve dördüncü yüzyıllardan itibaren Hıristiyan geleneğin yaygınlaştığı Diyarbakır da önemli Hıristiyanlık merkezleri olurlar.

 

Bu bölgenin önemli inanç merkezlerinden biri olan Harran’ın, Diyarbakır’ın inanç kültürünü etkilediğini söyleyebilir miyiz? 

 

Tabii ki… Milattan önce üçüncü bin yıldan beri bilinen tarihiyle Harran, Miladi 13. yüzyıla kadar kuzey Mezopotamya bölgesinde paganizmin ve politeizmin kalesiydi. 13. yüzyılda Moğollar tarafından yıkılana kadar şehirdeki pagan mabedin ayakta kaldığını ve Harran’ın, Diyarbakır da dâhil, tüm bölgedeki pagan gelenekler üzerinde etkili olduğunu biliyoruz. Moğol istilası sonrasında şehir halkı Mardin civarına sürülür, böylelikle pagan geleneklerini fiilen bu bölgelere taşıma fırsatı bulurlar. Harran paganizminin karakteristik bir özelliği olan yıldız-gezegen kültü ve bunun bir parçası olan güneş tanrısı Şamaş tapımı, Mardin ve Diyarbakır civarında yaşayan pagan geleneklerde kendini açıkça gösterir. Çeşitli seyyahlar ve yöre halkı tarafından Şemsilik diye adlandırılan ve güneşe ta’zimi ön plana çıkaran gelenek, yöreye sürülen Harranlı paganların bu bölgedeki uzantısıdır. Pagan Harran geleneği aynı zamanda Ezidi geleneğini de bir şekilde etkilemiş gözükmektedir.

 

Diyarbakır’ın, bulunduğu bölgede, çeşitli dinlere ev sahipliği yapan bir inanç merkezi haline geldiğinden bahsettiniz. Şehirdeki ve genel olarak Güney Doğu Anadolu’daki dinî çeşitliliğin günümüze yansımaları sizce nasıl olmuştur?

 

Güneydoğu Anadolu bölgesindeki dinî zenginliğin yöre üzerindeki en önemli etkisi, zengin bir kültürel miras bırakmış olması. Bu zengin mirası yörenin folklorundan, gastronomisine, zengin edebî değerlerinden sanat ve estetik anlayışına, halk inançlarından geleneklere kadar hemen her alanda görmek mümkün. Ayrıca bu mirasın günümüze yansıması, yöre halkının dinsel ve etnik çeşitliliğe olan hoşgörüsünde ve farklılıkların barış içinde bir arada yaşaması tecrübesine tarih boyu yaptığı katkıda da görülür. Günümüzde Güneydoğu Anadolu bölgesi, başından sonuna adeta bir açık hava müzesi gibidir. Şu ana kadar keşfedilen arkeolojik ve tarihsel miras yanında, henüz keşfedilmeyi bekleyen sayısız eser, kazı yapılmayı bekleyen birçok arkeolojik zenginlik alanı bulunmaktadır. Çayönü, Körtik Tepe, Göbeklitepe, Boncuklutepe, Nevali Çori ve Karahantepe gibi alanlarda yapılan kazılarda elde edilen bulgular bile, tek başına bilinen tarih algılarını tersyüz etmeye yetmiştir. Öyle ki en azından MÖ 10. bin yılda bu bölgede zengin bir kültürel yaşamın olduğu kanıtlanmış ve tarihi Sümerlerle başlatan teoriler çöpe atılmıştır. Bugüne kadar elde edilen veriler ve yapılacak yeni arkeolojik çalışmalar, insanlığın tarihsel serüveninde bu bölgenin oynadığı önemli role dair yeni bilgilerin de ortaya çıkacağına işaret eder.

 

Gerek İslam öncesi ve gerekse İslam sonrası dönemde Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu Kuzey Mezopotamya bölgesinde Doğu Hıristiyan gruplarının yaşadığı biliniyor. Başta Süryaniler ve Ermeniler olmak üzere burada yaşayan dinî gruplar için, bölgenin önemi hakkında neler söylenebilir?

 

Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu bu bölge, gerçekten Hıristiyan tarihi açısından da oldukça önem arz ediyor. Diyarbakır’ın yanı sıra, Suruç, Samsat, Nusaybin gibi yerleşim merkezleriyle birlikte, önemli bir Hıristiyanlık merkezi olan Urfa’nın Hıristiyanlık tarihinde kayda değer bir yeri olduğunu görürüz. Zira Kral Abgar (Büyük Abgar) döneminde, paganizmden Hıristiyanlığa geçilmesi, Urfa (Edessa)’yı, dünyadaki ilk Hıristiyan şehir-devlet yapmıştır. Bugün Güneydoğu Anadolu dediğimiz bu bölge bir bütün olarak, İslamiyet öncesinde Süryanilik ve Ermenilik başta olmak üzere Doğu Hıristiyanlığının merkezi konumundaydı. Bundan başka Bardaysancılık gibi birtakım erken dönem heterodoksal akımlar da burada kendilerine hatırı sayılır bir yer buldular. Erken dönem Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli olan bu bölge, günümüzde bazı Hıristiyanlarca inanç turizmi bağlamında bir hac güzergâhı olarak kabul ediliyor. Tabii bölgeye atfedilen kutsallıkta, Hz. İbrahim’den Hz. Eyyûb’e kadar birçok peygamberin yaşamının bu bölge ile ilişkilendirilmesine dair kanaat de oldukça etkili. Örneğin Kitab-ı Mukaddes, Ur’dan Ken’an diyarına olan yolculuğunda Hz. İbrahim’in bu bölgeden geçtiğine, hatta bir müddet Harran’da kaldığına ve babasının burada defnedildiğine değinir. Bölge bu açıdan yalnızca Hıristiyanlar tarafından değil Yahudilerce de önemli görülür.

 

Diyarbakır İslam öncesi dönemlerden itibaren birçok Hıristiyan mezhebine ev sahipliği yapmıştır. Bunlar arasında Ermenilik, Süryanilik ve Keldanilik başta gelir. İlerleyen dönemlerde misyonerlik faaliyetlerine bağlı olarak şehirde Katolikliğin ve bazı Protestan akımların da var olduğu bilinmektedir.

 

Diyarbakır, İslam’ın yayılma sürecinde erken dönemde (639 yılında) fethedilerek, Anadolu’ya açılan ilk İslam şehirlerinden biri olur. Bugün Diyarbakır’ın, diğer dinlerle birlikte, İslamiyet için de önemli bir merkez oluşu ve günümüzde “sahabeler şehri” olarak bilinmesi konusunda düşünceleriniz nedir?

 

Evet, Diyarbakır oldukça erken bir devirde, Hz. Ömer zamanında İslam egemenliğine girmiş. İyâz b. Ğanm komutanlığında fethedilen şehrin fütuhatına birçok sahabinin katıldığını biliyoruz. Aralarında Halid b. Velid’in de bulunduğu bir grup sahabinin, şehre girip kapılarını Müslüman orduya açmasıyla fethin tamamlandığı söylenir. Fetih esnasında, Halid b. Velid’in oğlu Süleyman’ın da bulunduğu onlarca sahabi burada şehit olmuştur. Dolayısıyla Diyarbakır, bu şehit sahabileri bağrına basan bir mekân olarak İslam tarihi açısından da bambaşka bir önemi haizdir. Bu yönüyle şehir tam anlamıyla bir sahabiler şehridir. Fetih sonrası yerli halkın önemli bir kısmı Müslüman olur, kendi dininde kalanlar ise zimmî hukukuna göre yaşamlarını sürdürürler. Bu tarihten sonra şehir, cami ve medreselerle donatılarak İslam medeniyetinin önemli bir bilim ve irfan merkezi haline gelir. İslam’la bu kadar erken tanışmanın, şehirde çok güçlü bir inanç sisteminin kök salmasına zemin oluşturduğunu ve halkın geleneğini, günlük hayatını, davranışlarını derinden şekillendirdiğini söyleyebiliriz.

Şinasi Gündüz

Prof. Dr, İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Bölümü. Abdullah

Mülakı Yapan:

Rıdvan Gökbel.

Doktora Öğrencisi

Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir