Diyarbakır, müziğin bütün yerelliğiyle, kendi tınılarıyla içine sirayet ettiği bir şehir… Şehirlerin de ruhundan bahsedilir ya hani, o ruhu besleyen en önemli gıdalar- dan biri de müzik olmalı… Özellikle Suriçi’n- deyseniz, müzikli bir mekândan kulağınıza gelen bir Diyarbakır türküsünün, bir halay müziğinin, bir sokak müzisyeninin veya hiç değilse, başında simit tablasıyla yürürken türkü çağıran bir simitçinin söylediği ezgi- leri duymamanız işten bile değildir.
Şimdi bu sesleri içimizde duya duya, daha destansı bir müziğin peşine düşelim. Eski zamanlardan kalma bir ses ve onun yaşatıldığı bir mekân aradığımız. Yolumuz çok uzun değil, Ulu Cami’yi merkez kabul edip kendimize, Melikahmet Caddesi’nden Suriçi’nin girift sokaklarında döne kıvrıla ilerledik mi, hemen Behram Paşa Camii’nin yanı başında Dengbêj Evi/Mala Dengbê- jan’ın avlu duvarlarını görüveririz: içeride sakladığı renkli hayattan ser verip sır vermeyen taştan duvarlarını… İşte o zaman evin kapısı bizi içeriye, beş bin yıllık bir müzik geleneğini yaşatan, görünür kılan bu kıymetli mekâna buyur eder.
100 yılı devirmiş yaşıyla geleneksel bir Diyarbakır evi burası. Suriçi’nin alışageldiğimiz dokusunu yansıtan meşhur bazalt taşla inşa edilmiş; taş arala- rındaki cas harcının o ince beyaz- lığı, bir kalemkârın elinden çıkmış kalemişi kadar zarif ve estetik.
Çift kemerli geniş eyvanı, orijinal mutfağı, bodrumu, hiçbir basmakalıp plana sığmayan sürprizli mimarisi, İtalyan balkonu daha moda olmadan evvel yapılmış geniş pencereleri ve üst katta saklı odalarıyla gönlümüzü alan bir ev.
Evin ilk sahipleri kimlermiş bilin- miyor ama Diyarbakır Mimarlar Oda- sı tarafından restore edilip, Büyükşe- hir Belediyesi’nce dengbêjlere tahsis edildiği 2007’den bu yana ‘Dengbêj Evi’ deniyor buraya. Ortasında çınar ağacı bulunan, süs havuzlu ve tulum- balı büyükçe avlusu, yaz aylarında kurulan dengbêj divanının ana mekânı. Kış gelince divan, içerideki iki büyük odaya taşınıyor; bu ortam- da kendinizi bir eski zaman beyinin evinde veya bir köy odasında ku- rulmuş bir dengbêj divanında hayal edebilirsiniz. Hani, pikapsız, kasetça- larsız, televizyonsuz günlerde olduğu
gibi… Dengbêjler, dinleyiciyle dolan avluda veya odalarda, bir elleri ku- laklarında, çoğunlukla gözleri kapalı, seslendiriyorlar kılamlarını. Enstrü- man yok, zaten gerek yok; bazen olsa olsa arbane eşlik ediyor seslerine. Geçmişten gelen bu müziğin içinde, bir türlü kavuşamayan sevdalılar da var, kahramanlık hikâyeleri, aşiret kavgaları da. Bazen sevinci, neşeyi hissettiğimiz sesleri, kimi zaman bir ayrılığı, hüznü veya acıyı derinden duyarak, gidenin ardından bir ağıt söyler gibi oluyor.
Bir dengbêjin ayrılmaz parçası nedir diye sorulsa, en doğru cevap “Tesbihi” olabilir. Ellerinden ayırma- dıkları, kollarına astıkları tesbihle- rinden, sanki seslerinin gür çıkması için bir yandan güç alıyor gibidirler. Şalvarları, yelekleri, başlarında kasketleri -kimi zaman da puşileriy- le-, söyledikleri yüz yıllık kılamlara, seslerini bir enstrüman gibi kullana- rak hayat veren, onları ‘unutuluş’un kıymet bilmez ellerinden çekip alan dengbêjler, bu mekânın asıl sahibi, ana kahramanları…
Dengbêj Evi’nde Bir Bardak Çay
Dengbêj Evi’nin, insanı kendine çeken bir başka özelliği de, yeşil gölgeler altında, usulca ses veren fıskiyeli havuzun kenarında oturup bir bardak çay içmek için de bire bir olması. Çay demişken biraz duralım. Çünkü Dengbêj Evi, ziyaretine gelen misafirlerine, çayı demleyen Zülfü Bey’in tabiriyle, ‘dünyanın en güzel çayı’nı ikram ediyor. Önce yıkanıp kurutulan iki ayrı tür çay (barut çay ve Seylan çayı), çinko demliklerde demlenme zamanına titizlikle dikkat edilerek demleniyor ve sonunda ‘tavşan kanı’ çaylar hazır oluyor.
Dışarıda dönüp duran hayatı bir an için durdurup, sadece duvarlar- dan sarkan sarmaşıkları, bahçede boy veren çiçekleri seyrederek, dengbêjlerin stranlarını, kılamlarını dinlemek isteyenler için, Dengbêj Evi, yılın her mevsimi, pazartesi hariç haftanın her günü saat 09:00- 17:00 saatleri arasında ziyarete açık. Bu ses sizi de çağırıyor, buyurun Dengbêj Evi’ne… Diyarbakır türküleri, Anadolu’nun, yıllardır dilden dile söylenen en güzel türkülerindendir. Çoğumuzun keyifle dinle- diği, kimini dinlerken hüzünlendiği birçok türkü köklü bir müzik geleneğine sahip Diyarbakır’dan derlenmiştir. Ağlama Yâr, Suzan Suzi, Maden Dağı, Mardin Kapı Şen Olur, Bülbülün Kanadı Sarı, Kerpiç Kerpiç Üstüne, Karanfil Eken Bilir, Makaram Sarı Bağlar, Esmerim Biçim Biçim, Hele Yar Za- lım Yar, Fincanın Etrafı Yeşil ve daha nicele- ri… ‘Türkü’ deyince ilk aklımıza gelenlerden olan bu türküler TRT’nin oluşturduğu “İl İl Türkülerimiz” serisinin bir parçası olarak, 5 CD’lik Türkçe ve bir CD’lik Kürtçe bir albüm haline getirilip, dinleyicinin beğenisine sunuldu.
TRT, bu serinin oluşturuluş amacını, türkülerimizin aslını koruyarak, geleneksel
icra tarzından uzaklaşmadan ve otantik çalma-söyleme özelliklerini bozmadan yarınlara ulaşmasını sağlamak olarak belirtiyor. Türkçe albümde Celal Güzelses, Bedri Ayseli, Recep Kaymak, İzzet Altınme- şe, Muzaffer Ertürk, Kubilay Dökmetaş ve Aysun Gültekin gibi birbirinden kıymetli ses sanatçılarının seslendirdiği, saz sanat- çılarının da enstrümanlarıyla renklendir- diği türküler yer alıyor. Kürtçe albümde ise Ali Aktaş’ın, Şeyhmus Esenkuş’un, Mehmet Aldaşoğlu’nun ve Kadın Korosu’nun sesin- den dinleyeceğimiz Koçere, Lo Berde, Zava Zava, Seyrana gibi on dokuz mahalli türkü dinleyiciye sunuluyor.
Türk Halk Müziği alanında önemli bir boşluğu dolduran bu albümlerde yer alan türküleri, Diyarbakır Valiliği’nin Youtube kanalından da dinlemek mümkün.