Yezidilik/Êzidilik, dinler tarihinin çokça merak edilen, dışa kapalı/ gizemli inanışlarından biridir. Daha düne kadar Güneydoğu Anadolu’nun birçok iliyle birlikte Diyarbakır’da da yaşamlarını sürdüren Yezidiler, bu şehrin inanç tarihine iz bırakmış farklı inanç topluluklarındandır.
Sözlü geleneğe dayanan, batıni etno-dinsel bir dinî yapılanma olan Yezidilik, kapalı bir inanç sistemi olduğu için ismi, kökeni, teşekkül süreci ve tarihçesi hususunda pek çok farklı tez ileri sürülmüştür. Kendi geleneksel anlatılarında kökenlerini Hz. Âdem’e kadar götürür ve Âdem’in özel bir yaratılışla dünyaya gelen oğlunun soyundan geldiklerine inanırlar. Bunun için isimlerinin de “Tanrı verdi” anlamında “Ezda (Xodê da)”dan dönüştüğünü söylerler. Batılı seyyahların notlarında ve çağdaş araştırmalarda ise Yezidiler’in kökeni kadim İranî dinlere; hatta Yahudilik ve Hıristiyanlığa dayandırılır. Ancak klasik İslam kaynakları, Yezidilik’in başlangıcını ancak Şeyh ‘Adî bin Müsafir’in (1160) kurduğu Adeviyye tarikatına kadar götürür. Aynı kaynaklar söz konusu tarikata Yezid b. Muaviye savunusu nedeniyle Yezidiyye de denildiğini belirtir. Ne var ki, günümüz Yezidileri oldukça farklı bir inanç yapısına dönüştüklerinden Yezidilik’in kadim, müstakil bir din olduğunu savunuyorlar. İslamiyet’le, özellikle de Yezid’i çağrıştıran bir isimle anılmayı istemiyor ve kendilerini Êzidî olarak isimlendiriliyorlar. Yezidiler’in belgelenebilen en eski tarihinin dayandığı Şeyh ‘Adî bin Müsafir, klasik İslam kaynaklarında, soyu Emeviler’e dayanan, Ehl-i Sünnet çizgisinde bir mutasavvıf olarak tanıtılır. Bağdat’taki dinî eğitiminin ardından, Laleş’te (Irak) hayatının sonuna kadar İslami ilimler ve irşatla meşgul olduğu rivayet edilir.
Tarikatın Ehl-i Sünnet çizgisinden farklılaşarak batınî bir çizgiye evrilmesinin, üçüncü halife Şeyh Hasan döneminde gerçekleştiği öngörülüyor. Moğol istilasının olumsuz etkilerinin görüldüğü ve batınî fikirlerin revaçta olduğu bir dönemde yaşayan Şeyh Hasan’ın, tarikatın sahip olduğu klasik yapıyı değiştirip batınîleştirdiği nakledilir. Fakat Yezidiler’in tamamen kendine özgü bir dinî yapılanmaya dönüşmesinde, onun ardından gelen kardeşi (veya oğlu?) Şeyh Fahr(eddin)’ın ve ardıllarının etkili olduğu sanılmaktadır.
Şeyh Hasan da, Şeyh Fahr da, bölgedeki kadim din ve kültürlerden aldıkları inançları, sahip oldukları fikirlerle sentezlemiş ve böylece kendine özgü bir dinî yapılanmanın dönüşümünün öncüleri olmuşlardır. İlk farklılaşma Yezid b. Muaviye ve ‘Adî b. Müsafir üzerinden olmuştur. Nitekim 13. ve 14. asır âlimleri Ebû Firâs (ö.1260) ve İbn Teymiyye (ö.1328) onları, Yezid b. Muaviye’ye aşırı saygı gösterip, onun aleyhinde konuşanlara düşmanlık etmekle ve Şeyh ‘Adî’yi “tanrısal bir varlık” olarak görmekle itham ederler. Bu dönemlerde dikkat çeken husus, ilk tanrısallaştırılan varlığın Melek Tavus değil de ‘Adî b. Müsafir olmasıdır.
Melek Tavus İnancı
Yezidiler’de Melek Tavus inancının ne zaman ortaya çıktığını tam olarak söylemek zor. Ancak 16. asır ve öncesi kaynaklarda Yezidiler’in şeytana tapmakla itham edildiklerine dair herhangi bir bilgiye rastlanmamasına dayanarak, bu inancın muhtemelen 17. asırdan itibaren ortaya çıktığını, tanrısal misyonun ‘Adî b. Müsafir’den yavaş yavaş Hz. Âdem’e secde etmeyen Azazil’e (Melek Tavus’a) geçtiğini söyleyebiliriz. Bu fikrin arka planında, muhtemelen Hallac-ı Mansur ve İbn Arabi gibi mutasavvıfların savunduğu gibi, Azazil’in lanetlenmesi düşüncesine karşı çıkışın, Yezidiler tarafından da benimsenmiş olması yatar. Bu durum zamanla onların Şeytan’a taptığı fikrini ortaya çıkarmıştır. Nitekim 17. ve 18. asır eserlerinde ve Batılı seyyahların notlarında Yezidiler’in kimi gerekçelerle Şeytan’ı yücelttiklerine dair bazı ifadeler mevcuttur.

Yezidiler’in “Şeytan’a tapanlar (Abede-i İblis)” olarak açıkça itham edilmeleri ise en geç 19. asrın ilk yarısından itibarendir.
Yezidiler, çevrelerinde Şeytan’a tapmakla suçlanmışlarsa da aslında durum biraz farklıdır. Nitekim kutsal kitapları incelendiğinde, bu duruma anlaşılabilir bir yorum getirdikleri görülür. Buna göre Tanrı, melekleri kendisinden başkasına secde etmemeleri hususunda uyarmış ve bunu sınamak için onlardan Hz. Âdem’e secde etmelerini istemiştir. Ancak tüm melekler bu emri unutmuş; sadece Azazil, Âdem’e secde etmeyerek bu sınavı geçebilmiştir. Tanrı da bu tutumunu ödüllendirerek onu baş melek “Melek Tavus” yapmış ve yeryüzünün tasarrufunu onun yetkisine vermiştir. O, Tanrı’ya saygı ve hürmette kusur etmeyen bir İyilik Tanrısı’dır.
Ancak Yezidiler’in inançlarında yaşadıkları bu değişim, aynı muhitte yaşayan Müslümanlar tarafından çok büyük bir tepkiyle karşılanmış, Yezidiler itikadı bozuk bir taife olarak görülerek, kendilerine mürted (dinden çıkmış kimselerin) hükmünün uygulanması gerektiğine dair fetvalar verilmiştir.
Yezidiler/Êzidiler’de İnanç ve İbadetler
Yezidiler’in dinî inanışları, çoğunlukla kutsal kitapları Kitabu’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş’te anlatılan mitolojik bilgilere dayanır. Ayrıca Qawller ve Ezidyâtiler (ilahiler) ile mitolojik ve yarı mitolojik Çiroklar (hikâyeler) da onların inanç ve ibadetleri hakkında bilgi verir.
Özü itibariyle tek bir Tanrı’ya (Xodê) inanan Yezidiler, Yüce Tanrılarının yeryüzündeki meselelere uzaktan ilgi duyduğuna inanırlar. Onlara göre dünya parçalanan bir inciden yaratılmış, incinin içindeki sudan denizler, kabuklarından ise karalar meydana gelmiştir. Seçkin ve ayrıcalıklı bir nesil olduklarını ileri süren Yezidiler, kendi yaratılışları için de özgün bir anlatıya sahiptirler. Buna göre ataları Şehid b. Cerra, diğer insanlardan farklı olarak Âdem’den annesiz olarak doğmuş ve cennetten getirilen bir huri ile evlendirilmiştir.
Yezidiler itikadî konularda oldukça farklılaşmalarına rağmen, dinî ritüellerinde, abdest, oruç, zekât ve ‘Adî b. Müsafir’in türbesinde icra edilen Hac’da arafat, tavaf, zemzem gibi terimlerde İslâmî terminolojinin izleri hâlâ belirgin bir şekilde görülür. Bunların dışında Yezidiler’de başta Nisan ayında kutlanan ve Çarşema Sor denilen Sersal (Yılbaşı) olmak üzere çeşitli bayramlar ile Tavus Gerân, Vaftiz gibi dinî yükümlülükler söz konusudur. Yine bazı kıyafet, renk ve yiyecekler ile ilgili haramlar önemli bir yer tutar.
Tarihte ve Diyarbakır’da Yezidiler/Êzidiler
Yezidiler, Şeyh Hasan döneminden itibaren yaşadıkları itikadî farklılaşmanın yanı sıra, kimi siyasi hadiselerde de aktif rol oynamış; 16. asırda Dasni, Mahmudiyan, Dınbıli gibi, önceleri Yezidi olan aşiretler belirli dönemlerde yerel beylikler kurmuşlardır. Aynı asırda kısa süreliğine de olsa Erbil ve Kilis beyliklerinin yönetimi Osmanlılar tarafından Yezidi Şeyhlere teslim edilmiştir. Ancak Yezidiler, çoğunlukla tebaa şeklinde yaşamış ve bölgedeki yerel beyliklerle mücadele içerisinde olmuşlardır. Özellikle başta Melek Tavus inancı olmak üzere sahip oldukları batınî fikirler nedeniyle kimi zaman yaşadıkları bölgelerde trajedilere varan gerilimler vuku bulmuştur. Buna rağmen Osmanlı’nın son dönemlerine kadar, Bakü’den Hatay’a uzanan geniş bir coğrafyada küçük topluluklar şeklinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Kutsal mekânları Şeyhân ile Cebel-i Sincar, Irak’ın Musul kenti civarındadır. Ancak Cebel-i Sincar bölgesinde yaşayan Yezidiler, iç karışıklıklar nedeniyle 2014’te büyük oranda yurtlarını terk ederek mülteci durumuna düşmüş, nitekim bunların bir kısmı bir süre Diyarbakır’da misafir edilmiştir.
Günümüzde Yezidiler’in Suriye, Irak ve Türkiye’de yaşayanlar ve Avrupa, Ermenistan, Gürcistan ve Rusya’ya göç edenler dâhil olmak üzere 700-800 bin arasında bir nüfusa sahip olduğu tahmin ediliyor. Yakın zamana kadar Türkiye’de, Midyat, Savur, Nusaybin, İdil, Viranşehir, Ceylanpınar, Suruç, Kurtalan, Siirt-Beşiri, Diyarbakır ve Hakkâri’de çeşitli köy ve mezralarda yaşayan Yezidilerin sayısı, göçlerden sonra oldukça azalmış durumda.
Diyarbakır’da da bir zamanlar Yezidi köyleri mevcuttu. Yezidiler, bu köylerin hatırı sayılır miktarda olduğunu; lakin 1800’lü yılların ilk yarısından itibaren çeşitli nedenlerle azaldığını ileri sürerler. Yezidiler hakkında kapsamlı bir araştırma yapan Ahmet Turan’a göre 1985 yılında Diyarbakır’ın merkez köylerinden Bahçecik’te, Bismil’in Yaşince ve Çınar’ın Gürses köylerinde, toplam 2096 Yezidi bulunmaktaydı. Yine aynı yılda, Bismil’e bağlı Ağıl, Başköy, Çatal, Güngeçti ve Meydanlık köylerinin nüfusuna kayıtlı Yezidiler olduğu ama artık orada yaşamadıkları tespit edilmişti. Yezidi sosyolog Azad Barış, 2007 yılında Diyarbakır’da sadece 11 Yezidi kaldığını belirtir. Günümüzde ise Bahçecik’te yaşayan altı kişilik bir aileden başka, Diyarbakır’da Yezidi kalmadığı biliniyor.
Metin Bozan
Prof. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı.
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.
1 yorum
Diyarbakır şehrimizi layık olduģu maddi ve manevi olarak ve kültürel tüm destek verilmelidir.Geçmiş yıllardakı hayat tarzını ďısaridan gelipte şehrimizi köylük yasantıya çevirmeye çalışan hareketlere fırsat verilmelıdir. Orası Mezopotamyadır Diyarbekirdir. Şehrime ermenice Amed denilmesi zoruma gidıyor.DİYARBAKIR Güneydoğu Anadoludur ilel ebet öyle kalacak.Her tarafı ile sevıyorum.