Çermik, Diyarbakır’ın şifalı sıcak sularıyla şöhret kazanmış turistik ilçelerinden biri. Türkiye kaplıcalar ülkesi elbette ama söz konusu Diyarbakır olduğunda kaplıca, ‘üzerine tesis kurulmuş şifalı su’dan çok öte anlamlar barındırır. Ortaçağ’a uzanan geçmişi ve görkemli efsanesiyle Çermik kaplıcaları, Dicle ve Fırat arasında uzanan toprakların kadim ruhunu taşır. Eski ismi Aberna olan ilçeyi özel kılan yalnız kaplıcaları değil elbette. Kapadokya’nın Peri Bacaları’nı andıran Gelincik Dağı da görülmeye değer mekânlardan biridir. Karşıdan bakıldığında, bir insan topluluğunu andıran taşların da bir efsanesi var ama anlatması pek keyifli efsanelere geçmeden önce Çermik’te kimler yaşar, topraklarında ne yetişir, halkı geçimini nereden sağlar gibi gündelik konulara değinelim. ‘Herikli’ Türkmenlerinin ev sahipliği yaptığı eski bir Türkmen yerleşimi olan Çermik’in nüfusu bugün Türkler, Zazalar ve Kürtlerden oluşuyor. İlçe, ünlü Türk düşünür Ziya Gökalp’in de memleketi ayrıca. Halkı geçimini büyük oranda kaplıca turizminden kazanıyor ancak üzüm yetiştiriciliği de eskiden beri süregelen geçim kaynaklarından biri. Gelincik Dağı eteklerinde kurulan ve Diyarbakır’a uzaklığı 90 km olan ilçe, tarihî ve doğal güzellikleriyle de ülkenin her yanından ziyaretçileri kendisine çekiyor.
Melike Belkıs’ı iyileştiren şifalı sular
Diyarbakır-Çermik yolu üzerinde, ilçe merkezine üç kilometre mesafede bulunan Çermik Kaplıcaları iki bölümden oluşuyor. Bugün ‘Hamambaşı’ denilen yer, arşiv kaynaklarında ‘Kudret Hamamı’ olarak geçer.
Çermik, Diyarbakır’ın tarihi çok eskilere dayanan ve efsanelere konu olan kaplıcalarıyla meşhur bir ilçesi. Şifalı sıcak sular üzerine kurulan tesislerle sağlık turizminde başarılı bir ivme yakalayan Çermik, Gelincik Dağı’ndaki Peri Bacaları’nı andıran ilginç taş oluşumlarıyla da doğaseverlerin ve fotoğraf tutkunlarının dikkatini çekiyor.
Bu bölümün Ortaçağ’dan beri kullanıldığı biliniyor. Çermik ilçe merkezindeki ‘Saray Hamamı’ denilen bölüm ise 16. yüzyılda burada yaşayan Beyler tarafından yaptırılmıştır. İltihaplı romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, kadın hastalıkları, üst teneffüs yolları hastalıkları ve deri hastalıklarının tedavisinde fayda sağlayan Çermik Kaplıcaları’nın şifasını halk nezdinde perçinleyen bir de efsane var. Masalı andıran bu efsane şöyle başlar; “Güneydoğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı varmış.” Melike Belkıs’ın sarayda prenseslere özgü hayatı hakkında detay vermez efsane ve bizi kısa yoldan Çermik Kaplıcalarının şifasına ulaştırır.
Melike Belkıs bir gün hastalanır ve vücudunda yaralar çıkmaya başlar. Kral, kızını bu iletten kurtarmak için en şöhretli hekimleri saraya çağırır ancak hiçbir tedaviden sonuç alınamaz. Prensesin hastalığı ilerledikçe babası bile onu sarayda tutmak istemez artık ve yanına muhafızlar vererek kızını ormana gönderir. Zavallı kız ormanda çaresizce gezinirken Çermik’te bugünkü kaplıcaların bulunduğu yere gelir ve yorgunluğunu gidermek için ayaklarını sıcak suya sokar. Sonra bir mucize gerçekleşir ve ayaklarındaki yaraların iyileşmeye başladığını görür. Sıcak suda yıkanarak bütün hastalığından kurtulan Melike Belkıs, muhafızlarla saraya döner ve kral, kızının şifa bulduğu suların üzerine bir hamam yaptırır. O hamamın bugün “Büyük Paşa” denilen kaplıcanın üzerinde olduğu düşünülüyor. Efsanelerin gerçekliği tartışmalıdır elbette ama bu efsaneye göre, kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce yapıldığı söylenebilir. Amidli Mar-Yeşuva’nın ‘Vakayinamesi’ne baktığımızda ise Çermik sıcak su kaynağının, çok daha eskiden beri var olduğunu, bir ara kuruduğunu ve Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesi’nin en iyi yerli kaynağı olduğunu görürüz.
Gelincik Dağı’nın gizemli taşları
Çermik’te yalnız kaplıcaların değil, Gelincik Dağı’nın da birkaç efsanesi var. Bin 500 metre yüksekliğindeki Gelincik Dağı’nda yürürken, donakalmış insan topluluğunu andıran taşlara efsane yakıştırmak kadar doğal ne olabilir? Belki de yakıştırma değildir sadece, çok çok eski bir tarihte o dağda neler olduğunu kim bilebilir? Efsanelerden biri, dağdan geçen bir gelin alayının, ekmeğe yapılan saygısızlıktan dolayı taş kesildiğine dairdir. Ekmeğin kutsal sayıldığı topraklarda bu türden bir efsaneye rastlamak şaşırtıcı olmasa gerek; ancak ikinci efsane, talihsiz de olsa bir aşk hikâyesi barındırdığından, hatırda tutulmaya, dost meclislerinde anlatılmaya daha elverişli görünüyor. Bu efsane, köy ağasının güzel kızı ile yakışıklı bir çobanın imkansız aşkını anlatır. Başlangıçta her şey yolundadır aslında, ağa iki âşığın birbirine kavuşmasına mâni olmak istemez ve onları evlendirmeye karar verir. Ancak çok geçmeden Yörük beylerinden biri ortaya çıkıp kıymetli hediyelerle ağanın gözünü boyayınca, çobana verilen söz unutulur ve Yörük beyi ile ağa kızı arasında düğün dernek kurulur. Düğün alayı köyden ayrılırken çoban kavalını dertli dertli çalar ve Allah’a şöyle yalvarır; “Yâr gayrı kavuşamazsam sana, burda taş olayım.” Çobanın muradı sevdiği kızın taş kesilmesi değildir elbette; ama duası o anda kabul olur ve kendisiyle birlikte gelin alayı da bir yığın taşa dönüşür. İnsanoğlunun ilginç doğa oluşumlarını anlamlı bir yere oturtmak arzusunun güzel örneklerinden biri sayılabilir bu efsane. Biz de hakikaten yürüyen bir topluluğu andıran taşlara bakar ve orada gelini, Yörük beyini ve talihsiz çobanı görmeye çalışırız. Efsanenin, Gelincik Dağı’na (Gelin Dağı veya Heykel Dağı da denir) mistik bir hava kattığı doğru; ancak Ürgüp Göreme’deki Peri Bacalarını andıran oluşumuyla bu dağ, bir efsanesi olsun ya da olmasın doğaseverlerin ve fotoğraf tutkunlarının her daim ilgisini çeken doğal güzelliklerinden biridir Çermik’in.
Sinek Çayı’na inelim, Haburman’dan geçelim
Sinek Çayı kenarında kurulan Çermik’te yaz mevsimi çok sıcak geçse de ilçe halkı nerede serinleyeceğini bildiği için hiç endişeye düşmez. Adından dolayı her ne kadar sinekli bir nehri çağrıştırsa da Sinek Çayı, yemyeşil, berrak suları ve kanyonuyla bir tatil beldesi rehaveti sunar ziyaretçilerine. Kimi nehrin içindeki gölgeli çardaklarda sohbet eder, kimi kayaların üzerinde güneşlenir. İsteyen Şeyhandede Şelalesi’nin gürül gürül akan sularının oluşturduğu doğal gölette yüzmenin keyfini çıkarır. Sinek Çayı, ilçenin iki önemli tarihi eserinin de altını çizer. Yüksek ve sarp kayalıklar üzerine kurulan ve İlk Çağ’dan kaldığı düşünülen Çermik Kalesi’nin bulunduğu tepenin etek- lerinden kıvrılarak akar ve üzerinde bir nişan yüzüğü gibi duran tarihi Haburman Köprüsü’nün altından geçer. Muntazam bir işçilikle kesme taştan inşa edilen köprü, üzerindeki Arapça kitabeye göre, 1179 yılında Artuklu Hükümdarı Necmeddin Alpı’nın kızı Zübeyde Hatun tarafından yaptırılmıştır. Zarar görmemesi için isabetli bir kararla araç trafiğine kapatılan köprü, Çermik’teki diğer tarihi güzelliklerin de öncüsü gibi görünür. Çermik Ulu Camii bu güzelliklerden biridir. İki ayrı zamanda inşa edilmiş bitişik iki camiden oluşan Ulu Cami, orta sahında bulunan bir kitabeye göre Hasankeyf Artuklularının dördüncüsü olan Fahreddin Kara Arslan (Ö. 1167) zamanında İnaloğullarından Ebû Mansur İlaldı b. İbrahim tarafından inşa ettirilmiştir. Bir diğer kitabede ise 1242 yılında Hacı Ömer b. Mahmud tarafından onartıldığı belirtilmektedir. Sultan II. Alaaddin Keykubat zamanında onarılıp camiye minare eklendiği için Sultan Alaaddin ismiyle de anılan Ulu Cami, Cami-i Atik, Cami-i Çermik ve Şah Ali Bey Camii olarak da bilinir. İlçedeki dinî mimarî eserler arasında 1730 yılında yaptırılan Çarşı Camii ve Çeteci Abdullah Paşa Medresesi’ni de andıktan sonra sivil mimarînin hoş örneklerinden biri olan Beyler Sarayı’ndan söz edelim.Eski Çermik’e nostaljik bir bakış Beyler Sarayı, bugün o eski ihtişamından çok şey kaybetmiş olsa da Çermik’te 11. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar hüküm sürmüş Beyler döneminin tatlı hatırasını yaşatmaya devam ediyor.
Masallara yaraşır kırk odası ve kırk zindanı bulunan sarayın güneyinde ak mermer ve karataştan yapılan dört kubbeli Saray Hamamı da Çermik Beylerinin ilçeye kattığı göz alıcı eserler arasında. Yıllar içinde duvarlarına bitişik yapılan derme çatma betonarme evlerin arasında gözden yitip giden Beyler Sarayı’nın orijinal halini 1914’te Çermik’e yolu düşmüş Avusturyalı bir zoolog olan Victor Pietschmann’ın günümüze ulaşabilmiş siyah beyaz fotoğraflarında görmek mümkün. Osmanlı topraklarındaki ilk araştırma gezisini Mezopotamya’da yapan Pietschmann’ın, katırların sırtına yüklediği fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğrafları sayesinde yalnız Beyler Sarayı’na değil, Çermik çarşısının eski döşeme taşlarına, yıkılan Sinek Köprüsü’ne, halkın o dönemdeki giyim kuşamına da nostaljik bir özlemle bakabiliriz. O fotoğraflar, elimizden kayıp giden bir Çermik’i gösterdiği için biraz hüzünlüdür elbette, ancak bugünkü Çermik de kaynamaya devam eden şifalı suları, kalesi, ilçenin etrafında bir hilâl gibi kıvrılarak akan nehri, köprüsü, sarayı, camisi, bağı bahçesi ve efsanesiyle gürül gürül yaşamaya devam eder.