Sezai Karakoç’ta Medeniyet Tasavvuru Suyu Aramak-4.Sayı

Mevzubahis Diyar-ı Bekir olunca insanın şiir yazası geliyor. Zira bu medeniyetler şehri ya şiirle anlatılır ya da şiir gibi anlatılır. Öyleyse Anadolu’nun has kızı Dicle’nin mürekkebine batırıp elimizdeki kadim kamışı, edelim ilk kelamı: Kâğıda ve kaleme ant olsun ki ninnisi Hz. Ömer’in ilk ezanına yazgılanmış bir beşik, kuşların dilinde Hz. Süleyman’ın öğrettiği bir şarkıdır Diyar-ı Bekir. Bu yüzden onda bir medeniyet tasavvuru arayacaksak önce dönüp ruhundaki inanç dünyasına bakmalıyız.

 

Bu şehrin medeniyete bakan yüzünde dikkate değer noktalardan biri Hz. Süleyman Camii’dir. Sesi soluğu bir amentü gibi göğü tutmuş bu cami, bağrında 27 sahabenin emanetini taşımasıyla anlam kazanıyor biraz da. Devrile devrile, yıkıla yıkıla tekrar kurulması zannımca bu manevi ruhun ağırlığından. Nam-ı diğerleri Kale Camii, Nasiriyye Camii, Meşhed Camii veya Murtaza Paşa Camii’dir ki Sur’dadır ikameti.  

 

Hz. Ömer döneminde Diyar-ı Bekir’in fethi İç Kale’deki Oğrun Kapı’nın güneyindeki burcun kenarından başlamış. Şehir fethedilirken, Halid bin Velid’in oğlu Süleyman bin Halid ve 26 sahabe arkadaşı bu burcun önünde şehid düşmüş ve işte bu caminin hazîresine defn olunmuşlar. Tabi sahabelerin olması burayı bir ziyaretgâh haline getirmiş ama yine de gönlümüz tıpkı Sezai Karakoç gibi bir sitem tutturmada: “Günleri bıraktınız takvimle uğraştınız/Suyu özlediniz de aramadınız.”

 

Medeniyet değerlerine bakmayı isim benzerliğine bir güzelleme olarak bu cami ve Sezai Karakoç özelinde birleştirince akla Hz. Süleyman geliyor. İşte bundan sebep Sezai Karakoç’un Hz. Süleyman üzerine kurduğu medeniyet tasavvurundan söz etmeyi suyu aramak olarak görmekteyim.

 

Hz. Süleyman: Medeniyet Ekseninde Hikmet Işığı

 

Karakoç’a göre medeniyet denilen yekpare mekanizma Hz. Âdem (toprak) ile başlar. Hz. Nuh (su), Hz. İbrahim (ateş), Hz. Yusuf (devlet), Hz. Musa (yasa), Hz. Süleyman (hikmet), Hz. Yahya (hakikat) ve Hz. İsa (Rönesans) ile devam eder. Nihayetinde de Hz. Muhammed (cennet) ile tamamlanır.

 

Bu noktada Karakoç için hakikat medeniyeti ideal devlet formuna, asıl olarak Süleyman Peygamber döneminde ulaşır. Zira devletin özünü hikmetler oluşturur ve bütün varlıklarda her noktada tam bir örgütleniş söz konusudur. Yönetimin ideal kutuplaşması da bu yolla doğmuş; ilke ve uygulama dengesi de bu yolla kurulmuştur. Devletteki uyum o denli güçlüdür ki hikmet burcunda fethedilecek kalelerden biri de Belkıs’ın ülkesi olacaktır. Çünkü Süleyman Peygamber, hikmet sınırlarında tabiat ile tabiatüstünü birleştirmeyi başaracak; böylece hakikat uygarlığı kendi gerçekliğinde asıl güzelliği ile buluşacaktır. Zira Belkıs’ın ülkesinde cemâl ile celâl bir araya gelecektir. Saba, cemâlin sembolü, Süleyman ise celâlin simgesidir. İkisinin birleşmesi insanlık demirine birlik çeliğinin suyunun verilmesi gibidir.

 

Karakoç’un medeniyet ekseninde hikmet ışığı olarak gördüğü Hz. Süleyman’a bakışı aslında Hz. Davut’tan çok da bağımsız değildir. 

Davut Peygamber, Hz. Süleyman’ın babasıdır. Kur’ân-ı Kerim’den gelen rivâyetlere göre çok güzel bir sese sahiptir. Öyle ki kendisine verilen Zebur’u okumaya başlayınca, dağlar ve kuşlar onu dinlemek üzere etrafında toplanmaktadır.

 

İsrailoğulları, Hz. Davut zamanında en parlak dönemlerini yaşamışlardır. O, Kudüs’ü fethetmiş, kendisine başkent yapmıştır. Yerine oğlu Hz. Süleyman geçmiş, babasının açtığı çizgiden kendisine Allah tarafından verilen hikmetlerle medeniyeti ayakta tutmayı başarmıştır.

 

Hz. Süleyman’ın en mühim eseri, Siyon Dağı’na inşa ettirdiği Mabet’tir. Babası Hz. Davut zamanında aynı yerde yalnız bir çadır vardır. “Süleyman Mabedi” veya sadece “Mabet” denilen yapının bugün temel duvarlarından bir bölümü kalmıştır. “Ağlama Duvarı” olarak isimlendirilen kısım da bu temeldir.

 

Sezai Karakoç’un Süleyman Peygamberi Hz. Davut ile ele alması baba-oğul ve medeniyet arasındaki bağı ortaya koymak adına önemlidir. Bu ikilinin İsrailoğulları için kurdukları başarılı devlet düzeni onların hayattan ayrılmalarıyla yerle bir olacak, o mabetten geriye bugünkü ağlama duvarı kalacaktır.

 

Yalnız insanlar değil, cinler, devler, yer ve gök yaratıkları bu ilâhî devlette görev almışlardır. Kudretin, mutluluğun, refah ve zenginliğin zirvesi yaşanmıştır. Fakat bâki olan sadece Tanrı’dır. İnsanoğlu bir kez daha yanılgıya düşecektir. Tanrı, merhametin değerini bilmeyenlere kendini hatırlatacaktır.

 

“Bahar bir gün biter, gün döner”

 

Bu noktada Karakoç, Süleyman Peygamberin ölümünde çok önemli sırların olduğunu belirtir. Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini gösterme başta olmak üzere en metafizik yorumdan, en toplumsal olana kadar tam anlamıyla bir alınyazısı gibidir bu ölüm.

 

“Maksat, ilâhî kudretin karşısında yaratılmışların aczini en beliğ bir şekilde canlandırmaktır. Dünya kudreti bakımından bir eşi bulunmayan bir hükümranlığa ermiş bulunan Süleyman Peygamber bile, üstelik manen de insanlık mertebelerinin en yükseği olan peygamberlik mertebesine de erdiği halde, efsaneleşmiş kudretiyle Allah’ın minicik bir yaratığının burgu gibi oyduğu dayanağını yitirerek devriliyor. O bir yandan öylesine bir ihtişam içindedir ki, öldüğünü bile bilmemektedirler. İhtişam içinde yalnızlık. Bir bakıma öldüğünü bildirme aczi. Ölü, ölümü bile anlatmaktan mahrumdur. Bu ölü isterse Süleyman Peygamber olsun. O ölmüştür ve ölüsüne bile kimse yaklaşamamaktadır. O anda bir değneğe dayalıdır. Onu da gözle bile zor görülebilecek bir kurt yavaş yavaş yemiş, içten çürütmüştür; bir anlık bir dengenin bozuluşu: koca peygamber yere yıkılmıştır. Gözle görülmesi güç kurt ve Süleyman Peygamber’in hükümranlığı ve saltanatı… Aradaki uçurum düşünülünce, ilâhî kudret ve sembolik ifadenin mutlak yücelik ve derinliği anlaşılır hemen. Süleyman Peygamber’in ölümü etrafında örülen imaj, gerçekte bu metafizik temele dayanıyor.”

 

Karakoç, Süleyman Peygamberin ruhun inançlı durumunu sembolize ettiğini, onun ölümünün, bir anlık ruhun durması, ilerlememesi hali olduğunu vurgular. Bu noktada kurt, şüpheyi, günahı, isyanı, inkârı canlandırmaktadır. Ruh aktif olmadığı zaman da inançsızlık, içten ilerleye rek koskocaman bir yapıyı çökertecektir. İşte Süleyman Peygamberden sonra medeniyetin tökezlemesi tam da bu yüzdendir.

 

Medeniyetler, açılımlarının son ucunda Allah’ı unutur ve anlamsız bir güven duygusuna kapılırlarsa Allah’ın gazabı da çıkıp gelecektir Karakoç’a göre. Tarih sahnesi Allah’ın kendini unutan kavimlere verdiği gazap örnekleriyle doludur. Bu noktada insanlığın Hz. Süleyman’dan öğreneceği mutlak bir mesel vardır: “Bahar bir gün biter, gün döner.”

 

Sonuç olarak Sezai Karakoç, medeniyet çıkmazında Hz. Süleyman dönemini insanlığın belki de en müreffeh evrelerinden biri olarak niteler. Çünkü bu süreçte hikmet burcu bir ışık halinde uygarlığı sarmıştır. Şu durumda insanlık var olur, devlet kurar, kurallarını koyar ve o sistemin içine hikmetlerden oluşan metafizik evreni oturtursa hakikat medeniyeti tam anlamıyla neşvünema bulur.

 

Süleyman Peygamberin ayet ayet, sure sure yürüyüşü, kurulu düzene imanı, ruhu ve hikmeti taşımak içindir. Unutmayalım; bülbülsüzlük insanı, baykuşa gebe yapar. Öyleyse vakit Diyar-ı Bekir’in kalbindeki Hz. Süleyman Camii’ne bakma, gönlünden şakıyan bülbülleri duyma vaktidir.

Bedia Koçakoğlu

Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir