Diyarbakır’ın kültür mirası Şiir ve şehir
Medeniyet ve edebiyat arasında çok yakın ve güçlü bir ilişki vardır. Denilebilir ki; edebiyatı olmayan bir milletin medeniyeti de olmaz. Medeniyetlerin inşa ve gelişmesinde en güçlü unsurlar arasında edebiyat da yer alır. Öte yandan insan ve şehir birbirini besler, ikisi de beraber gelişir. Edebiyat-Medeniyet ilişkisinin detaylarına girmeden önce Arapça olan bu iki mefhumun kök kavramları arasındaki ilişkiyi hatırlamakta yarar bulunmaktadır.
Toplumların dini, kendi inanç değerleri üzerine bina edilen yaşam tasavvurudur. Bu tasavvurun oluştuğu ve hayat bulduğu toplumsal mekân ise ‘medine’ yani ‘şehir’dir. Arabistan’daki Medine şehrinin gerçek adının Yesrib olduğunu, Hz. Muhammed’in bu şehre göç etmesinden sonra, ‘dinin yayıldığı yer’ anlamında ‘Medine’ adını aldığını hatırlayalım.
Aynı din tasavvuru etrafında Medine’nin kardeşleri çoğaldığında, yani; Mekke, Kahire, Kudüs, Şam, Bağdat, Diyarbekir, Kurtuba, İşbiliyye, Gırnata, Buhara, Semerkand, Konya, Bursa, İstanbul, Edirne, Erzurum, Saraybosna, Üsküp ve daha birçok şehir bu tasavvura ortak olduğunda, bu şehirler, mimari, musiki, edebiyat, askeri-sivil ve sosyal kurumlar, hastaneler, medreseler, köprüler, kütüphaneler ve daha birçok müessese ile “İslam Medeniyetini” oluşturur.
İslam medeniyeti merkezinde örneklediğimiz bu durum, diğer semavi dinler, hatta farklı inançlar ve pagan kültürler için de benzerlik gösterir. Örneğin Hıristiyanlıkta ya da Hıristiyanlık öncesinde Roma ve Grek Medeniyetlerinde de benzer seyir izlenir.
Beşeri bir disiplin olan ‘Edebiyat’ ise, insanın; birey, toplum, tabiat ve hayat ile ilgili duygu ve düşüncelerini doğrudan ya da dolaylı, açık ya da örtük, süslü veya yalın bir şekilde ifade ettiği sözlü ya da yazılı ifade ve anlatım biçimlerinin tamamıdır. Türkçe’ye yine Arapça’dan geçen edebiyat kelimesini incelediğimizde karşımıza kök olarak ‘edep’ ve edeple ilgili ilimler çıkar.
‘Edep’, gramatik olarak ‘edb’ kökünden türemiş bir isimdir ve ‘insanı ziyafete davet etmek’ anlamındadır ki bu da ayrıca manidardır. Öte yandan bir anlamıyla da disiplin, terbiye, eğitim, tutum ve tavırdır. Bir sanat dalı olarak edebiyat; icra edilirken, en önemli araç olarak ‘dil’i kullanır. Hem düşünce ve tasavvur inşası, hem de bunu başkalarına sözlü veya yazılı iletmenin vasıtası dildir. Edebiyat bu dilin disiplini, sanatı ve estetiğidir.
Edebiyat iletişimi güçlendirir, hitabeti, söylemi, sözlü kültürü besler ve geliştirir. Birçok sanat dalı gibi edebiyat da şehirlerde gelişip evrensel boyuta ulaşır. İnsanlığın bu alandaki kültür mirası hep şehirlerde yoğunlaşarak bugüne taşınmıştır. Bazı şehirler kendi edebiyatçılarını doğurur ve yetiştirir, bazı edebiyatçılar da şehirlerini ‘edebiyatın konusu’ yapar. Bu çerçevede asırlardır süren edebiyat ve medeniyet ilişkisi, şehirler üzerinden birbirini besleyerek bugüne gelmiştir. Bu bağın en güçlü kurulduğu şehirlerden biri, İstanbul, Bursa, Edirne, Konya ile birlikte Diyarbekir’dir.
Bir yerleşim yeri olarak, günümüzden yaklaşık on iki bin yıl geriye giden tarihi içinde onlarca idareye merkez olan Diyarbekir’in kültür ve medeniyet birikimi, insanlığın kültür mirasına yaptığı katkı, gerek altyapı, mimari ve şehircilik, gerekse diğer somut ve somut olmayan kültür varlıkları mirası ile muazzam bir hazinedir.
Farklı din, dil, etnik yapı ve toplulukları birlikte, bir arada ve barış içinde yaşatabilen bu kadim şehrin, 21. yy’da gerçek anlamda plüralizmi yani çoğulculuğu başarıyla uygulayamayan Avrupa dâhil, bütün modern dünyaya öğreteceği çok şey olduğunu düşünüyorum. Fethedildiği 639 yılından bu yana İslam medeniyeti tasavvurunun en önemli merkezlerinden olan Diyarbekir, farklılıkları bir arada barış içinde yaşatma konusunda başarılı bir mo- del ortaya koymuştur. Köklü tarihi içinde bu medeniyet birikiminin oluşmasında var olan birçok unsur gibi şehrin edipleri ve edebiyatının da önemli pay sahibi olduğunu söylemek mümkündür.
Yazının geliştirilmesinden sonra günümüze ulaşan kaynaklarda, son iki bin yılda çeşitli dillerde yazılmış, Diyarbekirli edip ve şairlere ait eserlere yer verilir. Şevket Beysanoğlu’nun hazırladığı “Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları” adlı üç ciltlik eser, iki bin yıl öncesinden günümüze 242 şairle ilgili bilgi ve şiir örnekleri barındırır. Bu yazının çerçevesini dikkate alarak, biz de bu eser başta olmak üzere, çeşitli kaynaklardan derlediğimiz bilgiler ışığında bazı şairlerimiz hakkında kısa bilgiler vereceğiz.
Bir yerleşim yeri olarak, günümüzden yaklaşık on iki bin yıl geriye giden tarihi içinde onlarca idareye merkez olan Diyarbekir’in kültür ve medeniyet birikimi, insanlığın kültür mirasına yaptığı katkı, gerek altyapı, mimarî ve şehircilik, gerekse diğer somut ve somut olmayan kültür varlıkları mirası ile muazzam bir hazinedir.
Şehrin Antik Şairleri
Diyarbekir’de yetişmiş şairlerin en eskisi olarak kaydedilen isim, Âmidli İshak’tır. MS 363 yılında Diyarbekir’de doğduğu, edebiyat ve ilahiyat alanında derin bilgi sahibi olduğu biliniyor. Aynı zamanda rahip de olan İshak’ın, Kapitol’ün zaptı ve Roma’nın istila edilişi üzerine yazdığı iki kasidesi vardır. Yaşadığı dönemde ünlü ve güçlü bir şair olarak tanınan Amidli İshak, ayrıca ‘yedi bahir’ üzerine kasideler yazmasıyla bilinir.
Şehrin en eski şairlerinden bir diğer isim Âmid Rahibi Dada’dır. Dada, Tevrat’taki ‘Efsar-ı İlahiyye (Azizlerin îreti)’yi şiire çevirmiş ve 300 beyit yazmıştır. 4. yy’da yaşamış Süryani diplomat, hekim ve şair Farkinli (Silvanlı) Mar Marutha da yetenek ve bilgisi sebebiyle devrinin önde gelen isimlerindendir. 5. yüzyıla geldiğimizde Diyarbekir’de doğmuş iki önemli ismi, Amid Mitranı Mara ve Amidli Mar-Yeşua’yı görürüz. Mara bir kütüphane kurmanın yanında, Yuhanna İncili’nin sekiz bölümünü Yunanca’dan Süryanice’ye çevirmiştir.
Mar Yeşua da, ‘Vakayiname’ eseriyle tanınan edip ve tarihçidir. Diyarbekir’in İslam öncesi ediplerinden Eğilli Rahip Musa, Eğilli Yuhanna ve Amidli İbrahim, 6. yy’da yaşamış üç önemli isim olarak karşımıza çıkar. Rahip Musa, İskenderiyeli Mar Korlis’in ‘Kelafir’ eserini Süryanice’ye çevirmesiyle ve ayrıca Hz. Musa ile Yusuf ve Züleyha’nın kıssalarını yazmasıyla bilinir. Edipliği yanında yine dinî kimliğiyle öne çıkan Eğilli Yuhanna da, bazı bölümleri halen British Museum’da bulunan ‘Büyük Kilise Tarihi’nden başka, ‘Evliya ve Azizlerin Menakıbı’ adlı bir eser de kaleme almıştır. Amidli İbrahim de yine aynı yüzyılda Diyarbekir’de yaşamış Süryani ve Yunan dillerinde eserleri olan edebiyatçı ve filozoftur. Son olarak, bir asır sonra gelen ve Yunanca’dan Süryanice’ye birçok manzum eser çeviren edebiyatçı ve mantıkçı Amidli Yanurin ve ünlü teolog Amidli Thomas da şehrin edebî birikimine katkı sunan, İslam öncesi döneme ait kaydedilen isimlerdir.
Osmanlı Öncesi Şairler
Şevket Beysanoğlu, İslam öncesi dönemden İslamî döneme gelindiğinde, tezkire geleneği çerçevesinde kaydedilen, Diyarbekirli iki yüz kırk şair ile ilgili özet bilgiler verir. İslamî dönemin ilk ve en önemli şair ve edebiyatçılarından biri Amidî (10. yy)’dir. Bağdat ve Basra’da eğitim alan Amidî, hem şair ve edip, hem de iyi bir edebiyat eleştirmenidir. Klasik dönem şairleri arasında mukayeseli edebiyat tenkitleri yapmıştır.
Abbasi döneminin iki büyük şairi Ebu Temmam ve Buhturî’yi mukayese ettiği ‘Eleştiri ve İnceleme’ kitabı, edebiyat tarihinde önemli bir yer tutar. Ayrıca ‘Neşrü’l Manzum’ adlı edebi bir eseri, iki yüz sayfa şiirden oluşan bir divan ile birlikte, dil ve edebiyatla ilgili çok sayıda eseri bulunmaktadır. Şehrin belki de en önemli şairlerinden biri de, ünlü Divan Edebiyatı şairi Nesimi (?-1404)’dir.
Nesimî, Âşık Çelebi ve Ali Emirî’ye göre Diyarbekirli olup Türkmen’dir. Hurufî tarikatının kurucusu Fazlullah’ın halifesi olan Nesîmî; “Derya-yı muhit cûşa geldi/Kevn ile mekân hurûşa geldi” beytiyle başlayan ‘Mesnevî’yi yazdıktan sonra, sözleri şeriata aykırı görülerek öldürülmüştür. Halkın kullandığı dilde açık ve sade şiirler yazan Nesîmî, lirik ve coşkun eserler veren şairlerden biridir. İçkale’deki eski Bardaklı Mahallesi’nde doğan Ali Bardaklı Şeyh Ahmet (1446-1510), Diyarbekir’in Akkoyunlular dönemindeki en parlak zamanını görmüş bir şair ve edebiyatçıdır.
Türkçe’nin en eski edebiyat bilgisi kitabını yazan Bardaklı Şeyh Ahmet, ‘Kitab-ı Camiü’l-Envaü’l-Edebü’l-Far- sî’ adlı Türkçe kitabını 1502’de bitirmiştir. Yine aynı yüzyılda Diyarbekir’de doğan İbrahim Gülşenî (1422?-1534), Gülşeniyye tarikatının pîri, aynı zamanda Türk ve İran edebiyatında önemli bir yere sahip şairdir. Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde de şiir irad eden Gülşenî’nin aynı anda üç ayrı kâtibe bu üç dilde irticalen şiir yazdırdığı kaydedilir. Eserleri arasında, Mevlânâ’nın Mesnevî’sine nazire olarak yazdığı kırk bin beyitlik mesnevîsi Ma’nevî önde gelir.
Ayrıca Farsça, Arapça ve Türkçe dillerinde yazdığı üç ayrı divanı vardır. ‘Simurgname’ ve ‘Kenzü’l-Cevahir’ de yine önemli iki eseridir. 15. yüzyıl Diyarbekir şairlerinden Cemilî, Akkoyunluların merkezi Diyarbekir’den Tebriz’e taşınınca Tebriz’e gitmiş, oradan Herat’a geçerek Ali Şir Nevaî’nin Çağatayca divanına nazireler yazmıştır. Azerbaycan’ın Şah İsmail tarafından zaptı üzerine Diyarbekir’e dönmüş, Şah İsmail’in buraya da saldırması üzerine de İstanbul’a gitmiştir. “Âşıkane tarzda şiir söyleyen, rind tabiatlı” Cemilî’nin mürettep bir divanı bulunmaktadır. Şerifî, Zafi-i Gülşenî (İbrahim Gülşenî’nin oğlu), Şahî, Biatî ve Me- sihî yine Osmanlı öncesi dönemde yaşamış, Diyarbekirli diğer bazı ünlü şairlerdir.
Osmanlı Dönemi Şairleri
Osmanlı dönemine geldiğimizde, şehrin kültürel birikiminin, önceki devirlerden aldığı mirasla bir hayli yüksek olduğunu görürüz. 1515’te, Yavuz Sultan Selim’in komutanlarından Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından Safevilerden alınan şehir, bu tarihten sonra Klasik Türk Edebiyatı içerisinde yer alan sayısız divan şairi yetiştirmiştir. Burada yer kısıtından dolayı, bu şairlerin sadece isimlerini ve yaşadıkları yüzyılları vermekle iktifa edeceğiz.
Şehrin 16. yy’da yaşamış şairleri Halife, Şuhudî, Haletî-i Gülşenî, Ahmet Paşa, Derviş Paşa, Mehmet Paşa, Humarî, Ülfetî, Safvet-i Gülşenî, Şöhretî, Tufaylî, Hasan Gülşenî, Gubarî ve Nizahî’dir. Nacî, Ahû, Vahyî, Vücûdî, Yesrî, Ömrî, İsmail Çelebi, Resmî, Fehmî, Selamî, Şehdî, Şanî, Nisbetî, Ümnî, Fâmî, Şurî, Hamdî, Nihanî, Ahmet Fahim, Güzarî, Talib, Ramiş, Sirünî de 17. yy’da yaşamış diğer bazı Diyarbekirli şairlerdir.
18. yy’a geldiğimizde, Hicazî, Mucîb/Rayîc/Kemâlî, Edîp, Şuhî, Hâşim, Emîn, Nusretî, Amidî, Çâkerî, Hâmî, Ahmed Mürşidî, Kâmî, Hekim Rıza, Lebib, Vâfî, İlmî, Mustafa Çelebi, Şermî Çelebi, Fârık, Vâhib, Sırrî, Cehdî, Câmî, Bâkî, Remzî, Hafid Paşa, Civân, Hadidî, Hasretî, Yusuf Ziyar, Ferdî, Şeref, Kâmil ve Ref’î isimlerini görürüz.
19. yy da, Diyarbekir’de şair yetiştirme hususunda çok mümbit bir asır olmuştur. Bu asrın önde gelen bazı isimleri, Celal Paşa, Râğıp, Halil Hâmîd, Azmî, Süleyman Nazif (Süleyman Nazif’in dedesi), Bekrî, Şirin, Muhîb, Rasim, Nazmi, Vecdi, Lütfi, Safvet, Faik, Müderris Hacı Ragıp, Ali Rıza, Osman Nuri Paşa, İsmet, Mehmed, Asaf, Nigahi Baba, İffet Hanım, Sırrî Hanım, Talib, Vasıf, Avni, Âşık Melul, Kul Mahmud, Sıdkı (Ziya Gökalp’in dedesi), Kâmi, Hacı Civan, Cazib, Akif (Ali Emiri’nin ağabeyi), Fatma Bacı, Said Paşa, Ali Emiri, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Faik Ali Ozansoy, Mehmet Emin, Mehmet Tevfik ve Abdulkadir-i Hezanî’dir.
Diyarbekir’in yetiştirdiği yüzlerce şair, asırlar boyu edebiyatımıza önemli katkılar sağlamış, İslam Medeniyet tasavvurunu edebi sanatlar yönünden beslemişlerdir. 16. yy. ile 19. yy. arasında Osmanlı coğrafyasındaki 211 şehirde yazılan, şairlerin hayatlarını anlatan tezkirelerdeki şair sayısı bakımından yapılan sıralamada, Diyarbekir kırk şairle, İstanbul, Edirne, Bursa ve Konya’dan sonra beşinci sırada gelmektedir. Şehrin edebiyat ve şiir alanındaki bu zenginliği 20. yy.’da da devam etmiş, burada yetişen şairler, şiir sanatına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Cahit Sıtkı Tarancı, Süleyman Nazif, Ali Faik Ozansoy, Munis Faik Ozansoy, Ahmet Arif, Sezai Karakoç gibi isimler edebiyat tarihinde haklı yerlerini almışlardır. Fuat Edip Baksi, İhsan Fikret Biçici, Yılmaz Odabaşı, Esma Ocak ve adını yazamadığım daha niceleri de bu topraklarda yetişmiştir.
Diyarbekir’in bütün şairlerine, minnet ve şükranla…
Mehmet Mehdi Eker