Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yapılan
kazılar, Neolitik Dönem’deki inançla ilgili göstergelerin
daha belirgin hale gelmesini sağlamıştır. Bu dönemde
ortaya çıkan tapınak yapıları, inanç ile ilgili etkinlikler
için bir araya gelen ve burada törenler düzenleyen
toplumların, bu sürecin organizasyonunda
görevlendirilmiş ve tanrısal iradeyi elinde tutan bir
“ruhban sınıfına” sahip olduğunu gösterir.
İnanç, bilimsel bakışa göre, insanlığın soyutlama yetisini kazanmasıyla başlar. Soyutlama, gözünün önünde olmayanı hayal ederek canlandırabilmektir. Bu, diğer canlılarda görmediğimiz, insana özgü biyolojik bir özelliktir. Soyutlama yetisinin ilk kanıtı, insanın doğada hazır halde bulunmayan aletleri yapabilmesidir. İlk insanlar, yapmak istedikleri bir aleti ilkin kafalarında canlandırmış ve yerde gördükleri bir kayacı bu tasarıma göre biçimlendirerek ilk tasarımı gerçekleştirmişlerdir. İlk aletlerin ardından tasarımın kapsamı giderek genişlemiştir.
Tasarlayarak hareket etmenin inançla ilk bağlantısı, insanın ölülerini gömmesiyle başlar. Ölü gömmenin tam olarak ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu uygulamanın ilk izleri 100-120 bin yıl kadar önceye iner. Ölülerin gömülmesi kadar yanlarına bazı nesnelerin bırakılması da, ilk insanların inançlarında öteki dünya kavramının varlığına işaret eder. Mezarlara ilk bırakılanlar arasındaki çiçek, toprak boya veya hayvan kemikleri, inancın en eski göstergeleridir.
İnanç denildiğinde bugün anladığımıza yakın ilk uygulamaları ise, yaklaşık 45 bin yıl kadar önce görmeye başlarız. Bu uygulamaların en somut örnekleri, Lascaux, Altamira ve Chauvet gibi mağaraların derinliklerine, bilinçli olarak yapılan resimlerdir. Ustaca yapılmış bu mağara resimleri, buna yatkın bireylerin olduğunu, aynı zamanda bu yetinin farkında olan bireylerin de onları bu resimleri yapmaya yönlendirdiğini akla getirir. Başka bir deyişle inancın bir çıktısı olarak en yetenekli sanatçıları bulup onları yönlendiren bir iradenin varlığı söz konusudur. Mağara duvarına resim çizme işi bir organizasyon gerektirir, kullanılan boyalar kimi zaman uzaktan getirilmektedir. Seçilmiş yerlerde uzun süreler boyunca bu resimler yapılmaya devam etmiştir.
Batı Avrupa’daki Lascaux ve Chauvet gibi mağaralarda izlenen sanatsal betimlemelerin yanı sıra Gravettian kültüründen bilinen ve Venüs olarak adlandırılan kadın Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yapılan kazılar, Neolitik Dönem’deki inançla ilgili göstergelerin daha belirgin hale gelmesini sağlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan tapınak yapıları, inanç ile ilgili etkinlikler için bir araya gelen ve burada törenler düzenleyen toplumların, bu sürecin organizasyonunda görevlendirilmiş ve tanrısal iradeyi elinde tutan bir “ruhban sınıfına” sahip olduğunu gösterir. heykelcikleri de yine aynı anlayışın yansımasıdır. Gravettian kültürü, Pireneler’den başlayıp Almanya, Çekya ile Rusya stepleri üzerinden Sibirya’ya kadar uzanan bir kuşakta gözlenir.
Aynı zamanda, özellikle Karadeniz’in kuzeyinde, 30-18 bin yıl öncesine tarihlenen ve mamut kemiklerinden inşa edilen yapılar bulunur. Barınaklardan farklı mimarî özellikler gösteren bu yapılar, dinî anlamda “özel yapılar” nitelendirilebilir. Birbirlerine yakın olarak inşa edilmiş özel yapılar, bunları yapan toplumların bir inanca sahip olduğunu, bununla ilişkili çeşitli ritüellerin ve bu etkinlikleri düzenleyen bir ruhban sınıfının varlığını akla getirir.
Neolitik Dönem’in Öncü Tapınakları
Neolitik Dönem’e gelindiğinde inanç ile ilgili göstergeler, giderek daha belirgin bir nitelik kazanır. Büyü, tılsım, tören ve inanç ile ilgili her türlü etkinlik, Neolitik Dönem içinde kurumsal bir yapıya dönüşür ve kült yapıları, heykeller, kabartmalar başta olmak üzere maddi kültürün “özel” ve “tanımlı” ögeleri durumuna gelir.

Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’in başlangıç aşamasında, günümüzden 12 bin yıl öncesinde bile konut olarak kullanılan yapılardan tümüyle farklı bir yapım sistemini ve iç düzeni yansıtan özel kült yapılarının ortaya çıktığını görürüz. Bu aşamadan itibaren “öncü tapınaklar” olarak da adlandırabileceğimiz kült yapıları, konutlardan farklılaşarak “tanımlı yapılar” olarak karşımıza çıkar. Bu dönemdeki kült amaçlı öncü tapınaklar, boyut, biçimsel özellik ve yapı ögeleri bakımından, yuvarlak ve çukur tabanlı konut yapılarından belirgin bir biçimde ayrılır. Çukur tabanlı ya da yamaca oturtulmuş yapılar, duvarlar boyunca uzanan sekiler, dikili taşlar, dikili taşların dağılımı, bölümlenmiş alanlar ile sonradan terazzo uygulamalarına dönüşen nitelikli tabanlar, standartlaşmanın en karakteristik özellikleri arasındadır. Bu tarz bir standartlaşmayı sonraki dönemlere ait tapınak yapılarında da gözlemleyebiliriz. Günümüz cami, kilise ya da havra yapılarında olduğu gibi, o dönemde de inanç sistemini yansıtan yapılar, içlerinde hiçbir şey bulunmasa bile, standartlaşmış mimarî plan özellikleri ve iç donatılarıyla konutlardan ayrılmıştır.
Çayönü’ndeki Kült Yapısı: Kafataslı Yapı
Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yapılan kazılar, Neolitik Dönem’deki inançla ilgili göstergelerin daha belirgin hale gelmesini sağlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan tapınak yapıları, inanç ile ilgili etkinlikler için bir araya gelen ve burada törenler düzenleyen toplumların, bu sürecin organizasyonunda görevlendirilmiş ve tanrısal iradeyi elinde tutan bir “ruhban sınıfına” sahip olduğunu gösterir. Bu ilk dönem kült yapılarının en görkemli örnekleri, üzerlerine daha sonraki dönemlerin yerleşmeleri gelmediği için, günümüze korunmuş olarak gelen Göbeklitepe ile Nevali Çori’de biliniyorsa da, başta Çayönü olmak üzere bu döneme ait diğer bütün kazı yerlerinde de benzer yapılar bulunmuştur. Bu bağlamda Çayönü kazısında ortaya çıkan ve bilim dünyasında “Kafataslı Yapı” olarak ünlenen anıtsal yapı, en ilginç örneklerden biridir. O dönemin cenaze gömme geleneklerini yansıtan, Çayönü halkının “atalarının yuvası” olarak kabul ettiği Kafataslı Yapı, kült yapılar içinde en eskilerinden ve en uzun süre kullanılanıdır. İlk olarak Çanak Çömleksiz A Evresi’nde yuvarlak planlı olarak yapılan yapı, yaklaşık bin yıl boyunca birçok kez yenilenerek, seçkinlerin iskeletlerinin saklandığı özel bir kült yapısı olarak varlığını sürdürmüştür. Çanak Çömleksiz B Evresi’nde dörtgen olarak yinelenen yapıya, önceki yapılardaki iskeletlerin bazı kemikleri ve özellikle kafatasları toplanarak aktarılmıştır. Yapıda toplam 450 kadar bireye ait kemik varlığı saptanmıştır. Bu, Çayönü’nde yaşayıp ölmüş tüm bireylerin değil, sadece ayrıcalıklı görülen bireylerin buraya gömüldüğünü göstermektedir.
Çayönü’nde ortaya çıkan bir diğer önemli kült göstergesi de Çanak Çömleksiz Neolitik A Evresi’nin sonlarında, kült yapılarının önündeki geniş bir alanın konutlardan temizlenerek tören alanı olarak düzenlenmiş olmasıdır. Yaklaşık 30×60 metre uzunluğundaki bu alanın tabanı çok özenli bir şekilde düzleştirilmiş, ortasına sıra sıra dikilitaşlar yerleştirilmiştir. Bu tören alanı uzun bir süre tabanı özenle yinelenerek varlığını sürdürmüştür. Çayönü’nün bezemeli terrazzo tabanı ile ünlü kült yapısı da bu meydanın doğu kenarına bitişik olarak yapılmıştır. Bir çeşit mozaik olarak niteleyebileceğimiz terrazzo tekniğiyle yapılan bu taban, söndürülmüş kırmızı renkli kireç taşının, kırmızı renkli kırık taşlar ve kumla birleştirilip, büyük bir özenle düzleştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Yapının kuzeydoğu köşesinde, yarım hilal şeklinde yer alan “kutsal ocak” ve üzerinde insan yüzü kabartması olan sığ bir tekne vardır. Bu özellikleriyle Terrazzo tabanlı yapının da bir tapınak olarak işlev gördüğü kesindir.
Mehmet Özdoğan
Prof. Dr, İstanbul Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, Tarihöncesi Arkeolojisi Ana Bilim Dalı (Emekli Öğretim Üyesi).
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.