İlk uygarlıkların temellerinin atıldığı, insanın dünyadaki var oluş hikâyesinin başladığı ilk yerlerden olan Diyarbakır, tarihöncesi dönemde ve yazının icadıyla birlikte başlayan tarihî süreçte kesintisiz bir yerleşim merkezi olmuştur. Şehir, tarih öncesi çağlardan Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans ve İslam Dönemine kadar kesintisiz bir yaşamı içinde barındırdığı için, tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul görür. Bu açıdan yerli ve yabancı birçok bilim insanının ilgisini çekmiş, yıllar süren arkeolojik kazılarla bu miras gün yüzüne çıkarılmıştır. Biz de bu yazıda Diyarbakır ve çevresinde var olan yerleşim yerlerinden bazılarının on binlerce yıl öncesine doğru bir zaman yolculuğu yapıp, eski çağ insanlarının izini süreceğiz.
Paleolitik Dönem’in Avcı Toplayıcıları
Eski Taş Çağı olarak da adlandırabileceğimiz Paleolitik Dönem, insanlığın bilinen en erken çağıdır. Diyarbakır’ın Bismil ilçesiyle Batman arasında kalan Dicle Nehri’nin güney kıyısı, günümüzden 2 milyon yıl önce başlayıp, 12 bin yıl önce bittiği düşünülen bu döneme ait zengin bulgular içerir. Bu bölgede saptanan yirmi iki adet paleolitik buluntu yerinde yüzey malzemeleri incelendiğinde, bölgenin Alt ve Orta Paleolitik özellikler gösterdiği anlaşılmıştır. Bu bilgiler de bize Dicle Havzası’nın Alt ve Orta Paleolitik dönemlerde (Günümüzden 2 milyon ile 500 bin yıl önce) iskâna uğradığını gösterir. Bismil’de Yukarı Zirk (Köprüköy) olarak adlandırılan mevkide de Paleolitik döneme ait iki yüzeyliler, çekirdekler, yongalar, dilgimsi yongalar ve el baltaları bulunmuştur. Bu dönemde dünya üzerinde herhangi bir yerleşim ve mimari form henüz bulunmamakta, tarım yapılmamaktadır. İnsanlar avcı toplayıcı topluluklar halinde yaşar ve doğaya karşı savunmasızdırlar. Ortalama yaşam süreleri 30-35 yıldır.
MÖ 18000 ile 12500 yılları arasında yaşanan Epi-Paleolitik Dönem’de (Ara Taş Çağı), Diyarbakır’da insanların temel geçim kaynağı hâlâ avcılık-toplayıcılığa dayanır. Yaban keçisi, ceylan, baban koyunu, kaplumbağa ve balık en çok avlanan hayvanlardır. Tabii bu oranlar yerleşim yerlerine göre farklılık gösterir. Henüz hiçbir hayvanın evcilleştirilmediği bu dönemde, köpek yeni olarak evcilleştirilmeye başlanmıştır. Yerleşik hayat ve tarım hâlâ insan yaşamına girmemiştir. Çermik’te yer alan Sinek Çayı’ndaki kayalara kazıma tekniğiyle çizilen iki boyutlu av sahnesi bu döneme aittir. Kaya yüzeyine yapılan resimlerin ana konusunu çeşitli av hayvanları ve bu hayvanları yay ve ok ile avlayan insan figürleri oluşturur.
Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ (MÖ 10.000-7000)
Neolitik Çağ/ Cilalı Taş Devri, insanlık için büyük gelişmelerin yaşandığı bir devirdir. İlk yerleşimlerin ortaya çıkışı, ilk tarımın yapılışı bu çağa rastlar. Diyarbakır, bütün buluntularıyla bu dönemin en önemli aktörlerinden biridir. Dicle Nehri kıyısı boyunca yer alan Körtiktepe, Çayönü ve Demirköy ilk yerleşimler, uygarlığın ilk adımının atıldığı topraklardır. Körtiktepe, bu çağ insanlarının yerleşik hayata geçip, hayvan ve bitkileri evcilleştirdiği ilk yerlerden biridir. Protein ağırlıklı beslenmenin yanında, bu dönemde karbonhidrat tüketimi de başlamış, bu da insanların yaşam sürelerini artırmıştır. Ancak yine karbonhidrat tüketimine bağlı olarak kadın ve erkeklerin boylarında kısalmalar olmuştur. Bu çağ insanlarının boyu günümüz insanlarına eşdeğer uzunluktadır. Körtiktepe aynı zamanda, o dönem insanlarının ölüleri gömme biçimleri ve ölüye uyguladıkları yöntemler gibi birçok konuda bize tatminkâr bilgiler sunar.
Geç Neolitik-Kalkolitik Çağ (Halaf-Ubeyd Dönemi) (MÖ 5.500- 3200/3000)
Kalkolitik Çağ/Bakır Çağı, bakırın insan hayatına dâhil olduğu bir dönemdir. Birçok alet ve mutfak gerecinin bakırdan yapılması, gündelik yaşamda büyük dönüşümlere sebep olmuştur. İnsanoğlu, artık yavaş yavaş kentleşmeye doğru ilerlemektedir. Bu dönemin yaşam biçimi hemen hemen tümüyle ziraat ve hayvancılığa dayanır. Güney ve Kuzey Mezopotamya’da sulama kanalları vasıtasıyla sulu tarım geliştirilmiş, elde edilen ürün artırılmış; evcil hayvan çeşidi ve sayısı da çoğalmıştır.
Kalkolitik Çağ, artan nüfusla birlikte yerleşim yerlerinin de arttığı bir dönemdir. Diyarbakır’da Kenan Tepe ve Girikihaciyan, bu çağa ait önemli yerleşimlerdir. Paleolitik dönemden bilinen ana tanrıça figürinleri bu dönemde stilize olarak idolleşmiş, insan ve hayvan ya da karmaşık formlarda kendini göstermeye başlamıştır. Mezopotamya, bu çağda Neolitik’ten Kalkolitik’e kadar süren yerel Ubeyd kültürü içerisinde yer alır. Kenan Tepe’deki Ubeyd yerleşiminin en erken evresinde mimari yerleşmenin çok küçük bir bölümüyle sınırlı oluşu, yerleşmenin bu ilk evrede kamp yerleşmelerinden veya yarı-kalıcı yapılardan oluştuğuna işaret eder. Kenan Tepe sakinlerinin burayı belli mevsimlerde kullandıkları düşünülebilir. Höyükte, kerpiç duvarlı bir evde ortaya çıkarılan oldukça büyük bir fırın/ocak oldukça dikkat çekicidir. Kavrulmuş tahıl yığınları, baltalar, ağırşaklar, kemik çuvaldızlar, çanak çömlek ve takılar önemli buluntulardır.
Geç Neolitik’in önemli yerleşimlerinden olan Bismil’deki Karavelyan’da ele geçen uzun boyunlu bir çömleğin ağız kısmında yer alan sahne, günümüzden 8 bin yıl öncesine ait konut mimarisini göstermesi açısından önemlidir. Karavelyan’da gün ışığına çıkarılan çanak-çömlek ve diğer arkeolojik bulgular incelendiğinde MÖ 5800-5700 yılları arasında yörede hareketli (mobil) bir yaşamın olduğu, birbirini tanıyan (belki akraba) grupların bu türden istasyonlarda bir süre kaldıkları, sonra bir başkasına geçtikleri anlaşılmaktadır.
Erken Tunç Çağı (MÖ 3250-MÖ 2000)
MÖ 4. bin yılın sonlarından itibaren, bakır ile çeşitli madenlerin alaşımından oluşan sert ve dayanıklı tuncun bulunması, insanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Büyük değişikliklerin yaşandığı bu dönemde, ara sıra ve ihtiyaca yönelik yapılan üretim, yerini seri üretime bırakmış; döküm, tavlama, kaynak, kaplama gibi teknikler doruk noktasına ulaşmıştır. Bu çağda insanlar artık şehir toplulukları oluşturmuş, tarım ve hayvan yetiştiriciliğinin yanında tuncu kullanmaya başlayarak ticarî-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişimlerini hızlandırmışlardır. Tunç madeniyle yapılan kesici aletlerin kullanılması, hammaddesi sert olan taş, mermer, kireçtaşı gibi maddelerin kolay işlenmesini sağlamıştır. Bunun sonucunda günlük yaşamda yeni malzemelerin tanımı ve yapımında artış sağlanmıştır.
Bu dönemde Diyarbakır’ın önemli yerleşimlerinden biri, Bismil’de bulunan Müslümantepe’dir. Sümerler Devri’yle çağdaş olan Müslümantepe’de, güneydeki çağdaşlarına yakın bir yaşam standardı, siyasi organizasyon ve ticari faaliyet vardı. Müslümantepe sakinleri ayrıca kuzeyden (Kafkaslardan) gelen ve Hurrilere atfedilen Karaz kültürüyle de sıkı bir ilişki içindeydi.
Yakın Doğu’da siyasal ve toplumsal yapıda birçok değişikliğin yaşandığı Erken Tunç Çağı’nda köyler yerlerini kentlere bırakmış; mezarlıklar kentlerin yanında yapılmaya başlanmıştır. Diyarbakır gibi büyük yerleşim yerlerinin hemen hepsi sur duvarı ile korunmaktadır. Deniz ticaretinin artması doğal liman olan körfezlerde, koylarda yeni yerleşmelerin kurulmasına, küçük köylerin kasabalaşmasına yol açmıştır. Kervan yolları üzerinde bulunan ve dağlar arasındaki doğal geçitleri tutan yerleşmeler de önem kazanmıştır. Doğu ile batı arasındaki kervan yolları, mevsimlere ve sosyal olaylara göre de yer değiştirmektedir. Tüm yerleşmelerde tapınak ya da tapınak vazifesi gören yapılar inşa edilmiştir. Toplumdaki sınıflar arasında askerî sınıf önem kazanmış; iş bölümüne yönelik sosyal sınıflar daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Tarım ve hayvancılık daha da gelişmiş; avcılık, Kalkolitik Çağ’da olduğu gibi kişisel yürütülen, ailelerin besin ekonomisine katkı amacıyla yapılan bir iş olmuştur.
Bu çağda Diyarbakır’da özellikle kaçak kazılar yoluyla ele geçen figürin ve idoller bölgenin inanç yönüne ışık tutmaktadır. Bu buluntular, Diyarbakır’da ana tanrıça inancının soyut ve oldukça stilize olduğunu gösterir. Bazıları dua eder pozisyonda, bazıları ise bereket sembolü olarak ve kült amaçlı üretilmişlerdir. Mezarlara ölü hediyeleri olarak bırakılan eşyalar, ruhun varlığına ve ölümden sonra hayatın devam edeceğine yönelik inanışı gösterir. Bu eşyalar arasında figürin ve idollerin yanı sıra, kap-kacaklar, süs eşyaları, kurslar, silahlar ve heykelcikler de bulunur.
Orta Tunç Çağı (MÖ 2000)
Orta Tunç Çağı’na geldiğimizde Diyarba – kır’da Salat Tepe’de çıkan mezarlar – da çarpıcı sonuçlar elde edildiğini görürüz. Burada dikkat çeken durum bebek ölümlerinin fazla olmasıdır ki bu da toplumların gelişmişlik durumlarının, çevre koşullarının, sağlık ve beslenme şekillerinin bir göstergesidir. Patolojik veriler, bireylerin yetersiz beslenme, ağır fiziksel aktivite ve yaşam koşullarına maruz kaldıklarını göstermektedir. Oysa 8500 yıl önce Körtiktepe’de durum bunun tam tersiydi. Tarıma henüz geçmiş Körtiktepe insanlarında sanat ve estetik en yüksek seviyedeydi.
Antik kaynaklar, Orta Tunç Çağı’na tarihlenen MÖ 2000’li yıllarda, Diyarbakır kent merkezinde Hurrilerin yaşadığından ve şehirlerinin surla çevrili olduğundan söz eder. Yine bu çağdan sonra gelen Demir Çağı’nda da (MÖ 9. yüzyıl) Diyarbakır’ın, Bit-Za – mani kabilesinin başkenti olduğuna ve bu dönemde eski surun onarıldığı – na dair bilgiler yer almaktadır. Demir Çağı, tarihöncesi çağların sonuncu – sudur. Bu çağdan sonra, artık kent tarihine yönelik en kapsamlı bilgiler, Roma İmparatorluğu’yla birlikte orta – ya çıkmaya başlar.
Çağatay Yücel
Dr., Dicle Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, Prehistorya ve Prohistorya Önasya Arkeolojisi.
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.