Asur ve Roma kaynaklarında Amid/ Amida olarak geçen ve 8. yüzyıldan itibaren başlangıçta bir bölge adı olan Diyarbakır, kadim bir yerleşim merkezidir. İlk çağlardan itibaren Doğu-Batı ticaretinin en önemli iki transit yolu, ipek ve baharat yolları Diyarbakır’ın bulunduğu bölgeden geçmiştir. Bu bölge, dağlık Doğu Anadolu ile Mezopotamya düzlükleri arasında bir intikal kuşağı olduğu için, eski çağlardan beri kervan yollarının düğümlendiği önemli bir kavşak noktasıydı. Şehrin bu konumu, bölgede ticaretin canlanmasını sağlayan ve kervan yolları ile temin edilen ticareti bölge ekonomisinde önemli bir yere oturtan en önemli faktörlerden birisidir.
Diyarbakır, sahip olduğu stratejik konum ve ekonomik potansiyeliyle tarih boyunca, özellikle Sasani ve Roma devletleri arasında mücadele sahası oldu. Roma’nın önemli bir askerî merkezi olduğu için, Sasani saldırılarına karşı MS 349’da şehrin etrafı surla çevrilmişti. Bu mücadele ve Sasanilerin şehri işgalleri, ekonomik ve sosyal hayata büyük darbe vuruyordu. 639’da İslam idaresi altına giren şehir, zamanla İslam medeniyetinin en gözde şehirlerinden birisi haline geldi. Anadolu ve Kafkaslara yapılan fetihler için önemli bir askerî üs olan Diyarbakır’a, sonraki dönemlerde Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular ve Artuklular gibi İslam devletleri hâkim oldular. İlk çağlardan beri aktif bir ticari hayata sahip olan şehir, bu süreçte üretim ve ticaret potansiyeli yüksek bir bölge olarak varlığını devam ettirdi.
Eskinin Sanayi ve Ticaret Merkezi
Her türlü iktisadi faaliyet, halkın yaşam tarzına bağlı olarak gelişir. Göçebe kitlelerin asıl meşgalesi hayvancılık iken, tarım daha ziyade köylerde meskûn çiftçilerin üretim tarzıdır. Şehir ise ticaret ve sanayi üretimiyle iştigal eden tüccar ve zanaatkârların merkezidir. Ekonominin genel işleyişinin sosyal alandaki yansımasını ifade eden bu durum Diyarbakır bölgesi için de geçerlidir. Tarım daha ziyade gayrimüslim nüfusun ağırlıklı olduğu köylerde yapılırken, hayvancılık yaylak ve kışlaklarda konar-göçer Türkmen, Kürt ve Arapların ana meşguliyetiydi. Şehir ise sanayi ve ticaret merkeziydi. Şehirde üretilen veya civar beldelerden gelen her çeşit ürün, muhtelif din ve milliyete mensup tüccarlar eliyle şehirde veya çevresinde kurulan çarşı, pazar ve hanlarda tüketici ile buluşuyordu.
Diyarbakır ve çevresinin iktisadi hayatı ziraat, ticaret, hayvancılık ve sanayi gibi ekonominin temel faaliyet alanları çevresinde gelişmiştir. En temel üretim faaliyeti tarıma dayalı olup, ticaret ve sanayi daha sonra gelir. Bunun en önemli sebebi tabii coğrafyanın getirdiği avantajlardır. Zira Diyarbakır, iklimi, bitki örtüsü, zengin su kaynakları, sulandığı takdirde bol ürün verebilen verimli ovalarıyla, zirai üretim için oldukça elverişli bir coğrafyada yer alır.
Bununla birlikte Diyarbakır, koyun ve keçi gibi hayvanlardan elde edilen yün ve tiftikle; pamuk, keten ve safran gibi dokuma sanayii bitkileriyle zengin bir hammaddeye sahipti. Şehirde dokunan ürünler başta Anadolu olmak üzere Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan pazarlarında kaliteleriyle meşhurdular. Sınai üretim, Diyarbakır’da iki alanda yoğunlaşmıştı: Birincisi bölgedeki zirai üretim ve hayvancılığa bağlı olarak gelişen dokuma sanayii, ikincisi de bölgede var olan zengin maden yataklarının işletimine dayalı olarak sürdürülen madenî imalat sanayii idi. 10. yüzyıl coğrafyacılarından Muhammed b. Ahmed el-Makdisî, Diyarbakır’da üretilen yünlü kumaşların, Sicilya’da üretilen Roma ketenine eş değerde olduğunu belirtir. Bölgede imal edilen ürünler, iç piyasadaki talebi karşılayabilecek sayıda ve kalitedeydi. Bilhassa transit ticaretin gelişmesiyle bölgede üretilen dokumaların ve madenî ürünlerin ünü pek çok bölgeye yayılmıştı. Bu anlamda bölgenin ihraç ettiği belli başlı sanayi ürünleri; yünlü elbiseler, astarlar, kilimler, çarşaflar, mendiller, Amidî adı verilen pamuklu ve keten elbiselik kumaşlar ile demir, bakır ve cam madenleri ile bunların işlenmesiyle sanatsal maharete dayalı olarak üretilen madenî eşyalardı.
Dericiliğin de oldukça gelişmiş olduğu Diyarbakır “sahtiyan” (tabaklamış deri) üretimi ile de meşhurdu. Şehirde üretilen sahtiyanlar pek çok yere ihraç edilirdi. İktisadi hayatın birçok alanı açısından mümbit bir bölge olan Diyarbakır, 13. yüzyılda ciddi çalkantılara ve felaketlere maruz kaldı. Bölgede hâkim olan beylerin iktidar mücadelesinden kaynaklanan siyasi istikrarsızlıklar ile bölgeye hâkim olmak isteyen devletlerin işgal ve saldırıları iktisadi yapıyı olumsuz etkiledi. Bununla birlikte deprem, sel, kuraklık ve hastalıklar gibi afetler de kıtlıklara neden oluyordu. Ticari hayat açısından asıl yıkım, bölgenin tamamen Moğol idaresine geçmesiyle yaşandı. Moğol saldırılarıyla birlikte yağmalanan şehirde isyanlar çıkmış, ekonomik sıkıntılar baş göstermiş ve ahalinin bir kısmı yerleşim yerlerini terk ederek başka yerlere göç etmek zorunda kalmıştı. Bu kaotik durumun yankıları Akkoyunlular dönemine kadar devam etmiştir.
Yeniden İstikrar
Akkoyunlular döneminde yapılan yatırımlarla yeniden istikrar kazanan toplumsal ve ekonomik hayat, şehrin Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı Devletine dâhil edilmesiyle yeniden eski canlılığa döndü. Bu dönemde Diyarbakır, imparatorluğun en gözde üretim merkezlerinden birisi oldu. Devletin, İstanbul ve Bursa’dan sonra en fazla yatırım yaptığı Diyarbakır’da darphane, kirişhane, boyahane, macunhane, tabakhane, bozahane ve başhane gibi çok sayıda işletme bulunuyordu. Şehirde sanayi ve ticaret erbabının belirli yerlerde kapalı veya açık çarşıları vardı. Bu çarşılar aynı meslek erbabının bulunduğu dükkânlardan oluşan ve bu mesleğin adıyla bilinen yerlerdi.
Şehrin 16. yüzyılda doğuda Van-İran, güneydoğuda Mardin-Musul-Bağdat, güneybatıda Siverek-Urfa-Halep, kuzeybatıda Malatya-Sivas karayollarının merkezi durumundaki konumu, ticarî önemini artırıyordu. Buradan geçen transit mallar arasında esirler, İran, Avrupa ve Anadolu kumaşları, ipekliler, demir ve benzeri madenî eşyalar, baharat, sabun ve çeşitli yiyecek maddeleri önemli bir yer tutuyordu. Aynı yüzyılda Diyarbakır’da Halep ve Trablusşam’a işlenmiş güherçile gönderen bir güherçile imalâthanesi bulunuyordu.
Tarihî belgelere göre bu yüzyılın ikinci yarısında vilâyet hazinesi oldukça zengindi. 15. ve 16. yüzyıllarda Diyarbakır’dan geçen İpek Yolu güzergâhı çok etkin bir şekilde kullanılmaktaydı. Ticari amaçla kullanılan bu güzergâh aynı zamanda Filistin’deki kutsal yerleri ziyarete giden Hıristiyan hacıların da yoluydu. İpek ticareti, başka pek çok ticari faaliyeti de beraberinde getirmişti. İpek kervanları Doğu’dan misk, ravent ve Çin porseleni gibi değerli malları getiriyor, dönüşte ise Avrupa yünlüleri, sırmalı kumaşlar, kadifeler, altın ve gümüş götürüyordu.
Seyahatnamelerde Diyarbakır’da Ticari Hayat
Şehirdeki bu ticari canlılığı 17. yüzyılda Diyarbakır’a gelen seyyahlar açıkça dile getirmişlerdir. 1613’te Diyarbakır’a gelen Polonyalı Simeon, şehrin ekonomik yapısına ve üretimine dair önemli bilgiler verir. Diyarbakır’ı bir “din ve irfan merkezi” olarak tanımlayan Simeon, şehirde darphaneler, hanlar, emsali yanız İstanbul’da bulunan kuyumcular, zernişancılar, bıçakçılar, ayakkabıcılar, çizmeciler ve diğer zanaat erbabının olduğunu aktarır. 1655-1656’da Diyarbakır’a gelen Evliya Çelebi, Hasan Paşa Hanı’ndan başka Mardin Kapısı’ndaki Bezirgân Hanı’ndan ve içerisinde pek çok esnafı barındıran 1008 dükkânlı bir bedestenden bahseder. Ayrıca Sipahi Pazarı, Kuyumcular Pazarı, Demirciler Çarşısı, Çilingiler Pazarı, Gazzazlar (İpekçiler) Pazarı, Dokumacılar Pazarı gibi altmış çeşit esnaf dükkânına işaret eder. Sipahi Pazarı’nda dokumacılığın gayet geliştiğine vurgu yapan Evliya Çelebi, Diyarbakır’ın zengin tüccarlarla dolu bir şehir olduğunu aktarır. Diyarbakır kuyumcularının gümüş kaplar, altın ve mücevher eşyalar yapmakta mahir olduklarını övgüyle dile getirir.
Bu dönemde Diyarbakır’ın tarım mahsulleri yanında kuyumculuğu, kılıç, bıçak, hançer işçiliği, kırmızı bezi ve sahtiyanı da meşhurdu. Nitekim 1657 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Le Gouz, şehirde hemen herkesin dericilikle uğraştığını, burada imal edilen marokenlerin Avrupa’ya ihraç edildiğini belirtir. Le Gouz’dan yaklaşık 30 yıl sonra Diyarbakır’a gelen Jean Baptiste Tavernier de Diyarbakır’ın kırmızı marokenlerini hayranlıkla anlatır. 1816’da Diyarbakır’a gelen James Silk Buckingham Diyarbakır’ın özellikle ipeklilerinden, pamuklu dokumalarından ve deriden yapılmış eşyalarından söz eder. 1686’da Diyarbakır’a gelip bir süre burada kalan Cizvit Philippe Avril ise Diyarbakır’ı “bütün Türkiye’nin en kalabalık ve en canlı ticaret hayatına sahip bir yer” olarak tanımlar.
Dünden Bugüne
Diyarbakır’ın sahip olduğu bu iktisadi canlılık, 18. yüzyılın ortalarından itibaren hastalıklar, kıtlık ve istikrarsız siyasi durum sebebiyle derinden etkilenmiştir. 19. yüzyılda ara ara ortaya çıkan salgın hastalık ve kıtlıklarla, köylerin çoğu boşalmıştı. 1825- 1843 arasında yollarda asayişsizlik hüküm sürüyor, kervanlar sık sık soyuluyordu. Şehirde ise kimi işyerleri askerî ayaklanmalar yüzünden tahrip oluyordu. Bu gelişmeler 16. ve 17. yüzyıllarda uluslararası ticaretin kavşak noktası olan Diyarbakır’ın, hem uluslararası iktisadi münasebette hem de Osmanlı iktisadi sisteminde periferi konumuna düşmesine neden olmuştur.
1894 yılında meydana gelen kolera salgını ve hemen akabinde yaşanan Ermeni olayları şehrin siyasi, sosyal ve iktisadî yapısını olumsuz etkilemiştir. Özellikle 1895 Ermeni olayları sırasında 878 adet dükkân, atölye, depo, mağaza gibi yerlerin yanması şehrin iktisadi hayatını felç etmiştir. Buna rağmen 1900 yılında Diyarbakır vilâyetinin yine de canlı bir ticaret hayatının olduğu söylenebilir. Şehir koyun, keçi gibi kasaplık hayvanları, buğday, pirinç, yağ gibi yiyecek maddelerini ve mazı, deri, yapağı, ipek kozası, kürk gibi ürünleri ihraç ederken, ipek, kalay, çivit, petrol, kahve, şeker, boya ve sabun gibi ürünleri de ithal ediyordu.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Diyarbakır’ın bir yandan tehcir güzergâhı olması öte yandan işgale uğramış doğu illerindeki Müslüman ahalinin sığındığı bir merkez olması, şehrin iktisadi hayatını sekteye uğratmış; bu dönemde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum, tüm yerleşim merkezleri gibi Diyarbakır’ın da ekonomik dinamiklerini sarsmıştır. Cumhuriyet döneminde tarım, sanayi ve ticaret açısından önemli adımların atıldığı Diyarbakır’ın, günümüzde yeniden saygın bir konuma yükseldiğini söyleyebiliriz. Güneydoğu Anadolu Projesi’yle hem ürün çeşidi hem de miktarı büyük bir artış göstermiş, yapılan sulama barajları ekonomik hayatın gelişmesi için büyük adım olmuştur. Bu arada keşfedilen ve büyük ilgi uyandıran tarihi mekânlar, şehre olan rağbeti artırmıştır. Diyarbakır bu yönleriyle, bugün iktisadî potansiyeli sürekli artan önemli bir cazibe merkezidir.
Oktay Bozan
Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.