Hani, Diyarbakır’ın tarihî ilçelerinden ve Kuzey Mezopotamya’nın önemli yerleşimlerinden biri. Ne zaman kurulduğu ve isminin nereden geldiği bile tam olarak bilinmiyor. Ancak kadim uygarlıklara ev sahipliği yapmış bu bölgede, adını sıkça duyduğumuz veya pek de aşina olmadığımız birçok topluluğun uzun, çok uzun yıllar önce eteklerini sürüyerek Hani topraklarından geçip gittiğini tahmin edebiliriz. Kimi kaynaklardan ilçenin ilk yerleşimcilerinin Subarru ahalisi olduğunu okuduğumuzda söz gelimi, görsel hafızamızın derinliklerinde beyhude dolaşır dururuz. Kimdi bu ahali, ne yer, ne içer, ne giyinir, gündelik yaşamını nasıl sürdürürdü? ‘Irmaklar arası’ anlamına gelen Subarru, Dicle ve Fırat arasında yaşayanlara verilen ortak bir isimdi ve Hani’nin ilk sakinleri Subarru kavminden sayılan Hurriler ve Nirbiler’di. Anadolu kültürüne edebî ve sanatsal dokunuşlar yaptıktan sonra sahneden çekilen Hurrilerin bıraktığı izlere, yakın zamana kadar ‘Hurri’, ‘Hurrik’ gibi köy isimlerinde rastlanabiliyordu. Hani ilçesini kendilerine başkent yapan ve milattan önce 1100-650 yılları arasında bölgeye hükmeden Nirbiler ise tarihle içli dışlı olmayanlar için pek de aşina bir topluluk değil. Zaten onlara dair bilgimiz, Asur ve Urartu uygarlıklarından bize aktarılanla sınırlı.
Hani’nin nasıl bir tarihî miras üzerinde oturduğunu bilmezsek, onu, hemen her Anadolu ilçesinde görebileceğimiz birörnek binaları, çocuk parkları, marketleri, restoranları ve gençlerin vakit geçirdiği kafeleriyle ‘sıradan’ bir kasaba olarak tanımlama hatasına düşebiliriz. Oysa şimdi, Asurlular’ın Hani ve çevresinde Urartular ile egemenlik savaşına girmesinin bir nedeni olmalıydı diyoruz, geride bıraktıkları gizemli tabletlere bakıp o çağda ne olup bittiğini anlamaya çalışarak… Ve sonra İskitlerin, Perslerin, Romalıların, Sasanilerin ve Bizansların yolu buraya düştüyse, Emevilerin ve Abbasilerin ardından Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı da gelip geçtiyse, herkesi kendine çeken, konup göçtüren bir tılsım olmalı bu topraklarda… Hani sokaklarında işte bu bilgiyle gezinirseniz, görüşünüz bugünün yüksek katlı binalarıyla sınırlı kalmayacaktır ve duyuşunuz biraz keskinse, eski uygarlıkların adım sesleri hemen yanıbaşınızda olacaktır.
Gerçi ilçede, hayalinizi hiç zorlamadan zamanın, hiç değilse Selçuklu ya da Artuklu devrinde, donup kaldığını zannedeceğiniz bir yer var; Ulu Cami ile Hatuniye Medresesi arasında, Ayn-ı Kebir suyunun hemen kıyısında bir tabureye oturduğunuzda, yalnız kasabanın değil kendinizin de merkezinizi bulmuş gibi hissedeceksiniz. Bu iki önemli tarihî eserin kim tarafından ve hangi tarihte yapıldığının kesin olarak tespit edilemeyişi, ne zaman kurulduğu ve isminin nereden geldiği rivayetler etrafında şekillenen Hani’nin bilinmezliğini pekiştiriyor gibi. Hatuniye Medresesi’nin, Selçuklu mimari tarzını yansıttığı görüşünden hareketle Selçuklu Sultanlarından Sultan Sencer’in annesi tarafından inşa edildiğini söyleyenler olduğu gibi, Artuklulardan Necmettin Alpı’nın kızı Zübeyde Hatun’u işaret edenler de var. Keza, Ulu Cami’nin de Selçuklu devrinden mi yoksa Artuklu’dan mı kaldığı yoruma açık. Tarihin bize ser verip sır vermediği böyle yerlerde bir eserin bize kimden miras kaldığı önemini yitirebilir. Bu topraklarda yüzyıllar önce bazı güzel eller taşı taş üzerine koymuştur ve mühim olan da budur.
İskitlerin, Perslerin, Romalıların, Sasanilerin ve Bizansların yolu buraya düştüyse,
Emevilerin ve Abbasilerin ardından Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı da gelip
geçtiyse, herkesi kendine çeken, konup göçtüren bir tılsım olmalı bu topraklarda…
Hani sokaklarında işte bu bilgiyle gezinirseniz, görüşünüz bugünün yüksek katlı
binalarıyla sınırlı kalmayacaktır ve duyuşunuz biraz keskinse, eski uygarlıkların adım
sesleri hemen yanıbaşınızda olacaktır.
Hani’nin şifalı suları
Ayn-ı Kebir kaynak suyu, dağların eteklerinden süzülerek, dokuz kemerli bentlerden geçerek Ulu Cami ile Hatuniye Medresesi arasındaki büyükçe bir havuzda toplandığı ve bereketiyle ilçenin tarım arazilerini suladığı için olmalı, Hani ilçesinin sembollerinden biridir. Havuzun milattan önce iki bin yılında Hurriler tarafından yapıldığı inancı da Ayn-ı Kebir suyuna efsunlu bir şeymiş gibi bakmanızı kolaylaştırır. Hani’nin tarihin en eski çağlarından bu yana birçok uygarlığı ağırlamış olmasında kaynak sularının bolluğu rol oynamıştır kuşkusuz. Tıpkı Ayn-ı Kebir gibi bir havuzda toplanan Aynkaris şifalı suyu, yolunu Hani’ye düşürmek isteyenlere geçerli bir sebep daha sunar. Bölge halkı, bu termomineral kaynak suyunun sarılık hastalığına iyi geldiğine inanmaktadır. Eğer baharda tabiat coştuğunda bir su kıyısında piknik yapmayı isterseniz, ilçe merkezine sekiz kilometre uzaklıktaki Koki Çayı mesire alanına da gidebilirsiniz. Görüldüğü üzere Hani, şifalı sularıyla hem sakinlerinin hem ziyaretçilerinin gönlünü hoş tutmayı bilir.
Hani şehir nerede?
Şimdi gelelim işin en keyifli kısmına; “Hani” adı nereden gelmektedir, rivayetler bu konuda ne söylemektedir? Rivayetlere kulak vermek, evet keyiflidir; çünkü hakikati bilemediğimiz durumlarda bize son derece kreatif yorumlar sunarlar. Bazıları kulaktan kulağa oyununda, yol boyunca epey değiştiği için pek anlam veremediğimiz son cümle gibidir ama kimi de akla öyle uygun görünür ki, bizi anında ikna ediverir. İlçedeki ‘Ayn-ı Kebir’ su kaynağına, yöre halkı çeşme anlamına gelen ‘eyni’ dediği için, kelimenin zamanla söylenişi daha kolay olan ‘Heni’ ye dönüştüğü rivayeti bugün kabul görse de ipi göğüsleyen başka bir rivayet daha var. Buna göre Fırat ve Dicle arasındaki bölgeye tarihte ‘Hanigalbat’ deniyordu ve ilçenin adı bize bu isimden yadigâr kalmış olabilirdi. Araştırmacıların gayet makul bulduğu bu iki görüşün yanında daha çok bir efsaneyi andıran üçüncü rivayet, gerçekle pek örtüşmüyor ancak dinleyende hafif bir tebessüm oluşturacak denli hoş ve naif görünüyor… Efsaneye göre; bir depremde yerle bir olan beldeye uzak yollardan gelen tüccarlar, taş taş üstünde kalmadığını görmenin şaşkınlığıyla birbirlerine ‘Hani, şehir nerede?’ diye sorarlar. Ve böylece ilçenin adı o günden sonra Hani olarak anılmaya başlar. Şimdi itiraf edin, ‘Hani’ kelimesi sizde de ‘Hani?’ diye sorma isteği uyandırmıyor mu?
Pir Aziz Türbesi’nden baktım karşıki dağlara
Hani, bir evliyalar beldesidir aynı zamanda. Bu özelliğiyle inanç turizmi güzergâhında bulunan ilçede ruhani bir gezinti için eski mahalleler iyi bir başlangıç olabilir. Zirve Mahallesi’nde Şeyh Cafer-i Tayyar Türbesi’ni, Dereli Mahallesi’nde Seyyid Bedrettin Türbesi’ni gördükten sonra biraz daha yukarılara çıkar ve Pir Aziz Türbesi’ni ziyaret ederseniz yalnız ruhunuz değil gözleriniz de bayram eder. Şeyh Abdülkadir Geylani’nin torununa veya burada şehit düşen bir komutana ait olduğu rivayet edilen türbe, Piraziz Dağları’nda yüksek bir tepenin üzerinde bulunur. Karşıda uzanan dağları, ovaları izlerken elbette bulunduğunuz anın tadını çıkarın ama bir yandan da Hani’de olduğunuzu hatırlayın, evliyaların, eski uygarlıkların ve şifalı suların yurdunda…
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.