Diyarbakır’da eskiden hali vakti yerinde olan aileler, yaz sıcakları şehre bütün ağırlığıyla çöktüğünde, telaşa kapılmadan sakince toparlanıp, Dicle Nehri kıyısındaki köşklerine giderlermiş. Serin eyvanlarda sebillerden akan su şırıltısını dinleyerek, semaver çayları eşliğinde dostla yarenle sohbet ederek geçirilmiş nice güzel yaz ikindisi vardır o köşklerin belleğinde, anlatan olsa da dinlesek! O tarihlerde kimsecikler kağıda dökmemiş olabilir ama biz sıradan bir günü şöyle böyle hayal edebiliriz; köşkün güngörmüş hanımını, dört başı mamur bir sabah kahvaltısı için buyruklar verirken; büyükanneyi taş odalardan birinde, yarı mahmur ibadet ederken; evin şair ruhlu oğlunu, günbatımlarında Dicle’ye dalıp giderken; odalarda ışıklar yanıp sönerken, bazen bir türkü rüzgârla beraber yükselip inerken… Diyarbakır köşklerinin bizim gibi hayalperestlere ilham verdiği aşikâr ancak onlardan biri, şiirsel görünümünün çok ötesinde bir anlama sahip; Mustafa Kemal Atatürk’e kapılarını açan ve onu on bir ay boyunca ağırlayan Sem’an Köşkü ya da bugün bilinen adıyla Gazi Köşkü… Bu özelliğiyle şehrin sembolik yapıları arasında sayılan Gazi Köşkü’nün tarihçesine ve Atatürk’ün Diyarbakır günlerine birlikte göz atalım.
Dicle’ye ve Hevsel Bahçeleri’ne komşu olmak
Gazi Köşkü, Diyarbakır’da hüküm sürdükleri dönemde şehri mimari eserlerle donatan Akkoyunlular’dan bize miras. Surların dışında kalsa da yöreye özgü siyah bazalt ve beyaz kalker taşın nöbetleşe kullanıldığı duvarlarıyla ve eyvanlarıyla şehrin dokusundan ve renginden ayrı düşmüş değil. İstanbul köşklerinden aşina olduğumuz gösterişli ahşap işçilik, burada yerini taşın sağlamlığına, kendinden eminliğine, sadeliğine ve elbette tevazuuna bırakıyor. Yüzyıllardır bir yamaçtan Dicle Nehri’ni, On Gözlü Köprü’yü ve Hevsel Bahçelerini izleyen bu köşkün şiirselliği muhteşem manzarasından kaynaklanmıyor yalnızca. Eyvanına vardığınızda, nehrin ve bahçelerin rengini ve müziğini duyumsayacağınız bir selsebili var ki bir vakitler köşk sakinlerini gündüzleri o sebilin etrafında oturmuş sohbet ederken, geceleri üst katlardaki odalarda suyun tatlı sesiyle uykuya dalarken hayal etmek bile gönle neşe veriyor bugün. Diyarbakır evlerinde selsebiller tam da bu amaca hizmet için yapılıyordu zaten, suyun akışıyla gözleri şenlendirsin, şırıltısıyla dinleyenleri mest etsin diye… Selsebilleri estetik bir dokunuş olarak görebiliriz ama Diyarbakır sıcakları hatırlandığında aile fertlerinin neredeyse bütün günü geçirdikleri havadar eyvanlara nasıl serinlik verdiğini de tahmin edebiliriz. Nitekim Gazi Köşkü’nün eyvanındaki selsebil de, suyun bir rampadan minik bir şelale gibi akarak su yalağına dökülmesi ve burada biriken suyun bir oluk vasıtasıyla avludaki havuzda toplanmasıyla gerçek bir ferahlık kaynağıdır.
Diyarbakır’ın en içli türkülerinden biri olan ‘Kırklar Dağı’nın Düzü’nü dinlerken bile bu gerçeği görebiliriz; ‘Gazi Köşkü serindir, Dicle Nehri derindir’ der türkü, köşkün ve nehrin altı asırlık dostluğunu son derece yalın bir ifadeyle perçinleyerek…

Havuzun ortasındaki üç katlı selsebil, köşkün bütününe hakim olan siyah bazalt taştan yapıldığı için son derece sade bir tarzla inşa edilen havuza bir renk ve hareket katmıştır ve denilebilir ki bu selsebil köşkün en önemli mimari detayıdır.
Ve köşk Atatürk’ü ağırlıyor
Gazi Köşkü on beşinci yüzyıldan bu yana ayakta olduğu için kaç aileye yuva oldu, kaç doğumla sevinip kaç ölümle kederlendi, kaç genç kızı telli duvaklı gelin etti, taş merdivenleri kaç kez yıkandı da kurusun diye rüzgara ve güneşe bırakıldı, eyvanında ne sofralar kuruldu kalktı bilemiyoruz. Köşke adını veren Sem’anoğulları Ailesi hakkında da kayda değer bir veri yok elimizde. Zaten asıl hikâye bundan sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu köşkte konaklamasıyla başlıyor. Şurası kesin ki, Atatürk’ün Diyarbakır günlerinin bir kısmına odaklanmak bile köşkü gözümüzde bir müze ya da turistik mekan olmaktan çıkarıp, gerçek bir karargâha dönüştürebilir.
Şimdi gelin, Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu atmosferine dönelim ve köşke bu kez Atatürk’ün gözünden bakalım. Resmi yazışmalar ve tabii Atatürk’ün Diyarbakır’da tuttuğu günlük, o günlerde şehre ve hatta Anadolu’ya hakim olan havayı hissetmemizi epey kolaylaştırıyor. O havanın pek iç açıcı olmadığı aşikâr; Muş ve Bitlis düşman işgali altında, Van’daki ve Bingöl’deki zayıf müfrezelerin kuvvetlendirilmesi gerekiyor ve ilerleyen Rus ordusu Diyarbakır’ı tehdit ediyor. İşte Atatürk, Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği kahramanlığın ardından, tam da böyle bir karmaşanın ortasında, Doğu illerini kurtarmak üzere 16. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’a gönderiliyor. Bu detay önemli, zira, köşke dair kısa bilgiler vermekle yetinen kaynaklara bakınca Atatürk’ün şehri ziyaretlerinin ve köşkte konaklamasının arkasındaki derin anlam epeyce kayba uğruyor.
Diyarbakır’a ilk kez, 1916 yılının mart ayında Haydarpaşa’dan kalkan bir trenle gelen ve şehirde büyük coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal, Dicle kıyısına yakın Sem’anoğulları Köşkü’nü pek beğeniyor ve köşkün üst katını hem bir istirahatgâh hem de Doğu Cephesi’ni yönettiği bir karargâh olarak kullanıyor. Alt katlardaki odalar ise yaverlere ayrılıyor. Bazı kaynaklarda Atatürk’ün selsebilli havuzun olduğu eyvanda dostlarıyla çay içip sohbet ettiğine dair kısa değinmeler de var. O günlerde köşkün hâlâ Sem’anoğulları adıyla anıldığını ve İstanbul’dan yola albay rütbesiyle çıkıp Diyarbakır’a tuğgeneral rütbesiyle giren Mustafa Kemal’in bu ilk ziyaretinin, Bitlis Cephesi’nin denetlenmesi gerekliliği yüzünden yalnızca on üç gün sürdüğünü hatırlatalım. 1916 -17 yılları arasında Diyarbakır ile çevre iller arasında neredeyse mekik dokuyan ve düşman işgali altındaki illerin bir bir kurtuluşunu müjdeleyen Mustafa Kemal Paşa’nın zafer havadisleriyle dolu telgrafları, Van, Bitlis ve Muş’taki Ermeni mezaliminden dolayı tedirgin olan Diyarbakır halkının yüreğine serin sular serpmiş, şehirde bir bayram havası estirmişti.
Diyarbakırlılar, Semanoğulları Köşkü’nü, sahibinden satın alarak Atatürk’e hediye etmeyi kararlaştırdığında, sıkıntılı günler geride kalmış, cumhuriyet ilan edilmiş ve Mustafa Kemal Paşa, çiçeği burnunda Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı olmuştu. 1926 yılında Ankara’ya giden üç kişilik bir Diyarbakır heyetinin, bundan böyle Gazi Köşkü olarak anılacak olan binanın anahtarlarını bir vefa sembolü olarak Atatürk’e sunduğu biliniyor ancak şehir halkının Mustafa Kemal Paşa’yı yeniden köşkün terasında otururken görmesi için aradan tam on bir yıl geçmesi gerekiyor. 1937 yılındaki son Diyarbakır ziyaretinde, Atatürk’ün köşkte bir saate yakın kaldığı, Dicle Nehri’ni izleyerek kahvesini yudumladığı ve etrafındakilere yirmi yıl önceki ilk ziyaretine ilişkin bazı anılarını anlattığı söyleniyor.
Tarihinin belli dönemlerinde onarım gören, hem anlamlı geçmişi, hem de eşsiz manzarasıyla gönülleri çelen Gazi Köşkü, sur dışında kalan ama ziyaretçisi eksik olmayan mekanlardan biri. Günün birinde yolunuz düşer de bu şiirsel yapının önünde buluverirseniz siz de kendinizi, herşeyi bir anda hatırlayın; köşkün yaşını, güngörmüşlüğünü, taşların sadeliğini ve selsebilin neşeli müziğini, Dicle’nin derinliğini ve Hevsel’in bereketini, asırlardan bu yana güvercinler gibi konup kalkan ömürleri, pencerelerde görünüp kaybolan suretleri, havuzlu eyvandaki sohbetleri ve pek tabii Mustafa Kemal Paşa’nın Dicle’ye nazır içtiği o son kahvenin telvesini…
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.