Tarihte kurulmuş birçok büyük şehrin en önemli özelliklerinden biri, bir su kaynağı yakınına kurulmuş olmasıdır. 6 bin yıldan fazla bir geçmişe sahip Diyarbakır’ın da, sürdürebilir bir cazibe merkezi olarak günümüze gelişini, öncelikle sahip olduğu su kaynaklarına bağlayabiliriz. Tarım ve hayvancılık imkânları, ulaşım ve güvenlik gibi diğer parametreler de bu şehrin ömrüne ve gelişmesine doğrudan etki etmiştir. Hemen Dicle nehri kıyısında bulunan Hevsel Bahçeleri’nde ve şehrin ovasında bulunan düzlüklerde temel gıda, sebze ve meyve yetiştirmek için çok ideal şartlar vardır. Diyarbakır’ın kuzey ile güney, doğu ile batı arasında kavşak noktada bulunması ve eski İpekyolu’nun duraklarından biri olması da ticari anlamda gelişmesinde önemli rol sahibidir.
Tarihî Diyarbakır sularını tanımlarken iki ana kaynağı dikkate almak gerekir: Şehrin kurulumuna ilham olan Dicle Nehri ve Dicle kıyısında bulunan kaynak suları; Hamravat, Anzele, Alipınar ve İçkale suları. Bu yazıda, yer kısıtından dolayı, Dicle’yi kenarda bırakarak sadece kaynak sularından bahsedeceğim.
Diyarbakır’ın “Yüz Suyu” Hamravat
Hamravat suyu, Diyarbakır’ın, şehre kanallarla taşınan en eski içme suyudur. Şehrin 14 km. uzağındaki bazalt su kaynaklı Karacadağ’dan doğarak yeraltından akar ve Gözeli köyünde ortaya çıkar. Şehre 1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle, Vali Bali Paşa tarafından getirilmiştir. Suyun taşındığı kanalları taşımak için, Mimar Sinan’ın kalfası Kastamonulu Kasım Çelebi tarafından, yirmi yedi ayaklı bir su kemeri inşa edilmiştir. 20. yüzyılın ortalarına kadar kullanılan bu kemerler, zamanla tahrip olup yıkılmışlardır.
Hamravat suyunun en önemli özelliklerinden birisi sertliğinin hafif olmasıdır. Eski zamanda kimyasal analiz yapma imkânı olmadığından, suyun kokusu ve tadı, tadım yoluyla tanımlanırdı. Diyarbakır’ı 1655-56 yıllarında gezen Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde şehrin suyunun ve havasının güzelliğini över. Gördüğü birçok şeyle birlikte “Diyarbakır’ın mâ-i rûyı (yüzsuyu)” diye betimlediği Hamravat suyundan da bahseder: “Eski bilginler, bu Hamravat suyu içine pamuk koyup sonra yine tartmışlar. İstanbul’da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile bu Diyarbekir Hamravat suyunun pamukları beraber tartılmış. Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi.” diyerek, Hamravat suyunu, hafifliğin temsili pamukla mukayese eder ve ne kadar hafif içimli bir su olduğunu anlatır. Bu yüzdendir ki, Hamravat suyu Osmanlı döneminde çok değerli görülür ve “şifa kaynağı âb-ı hayat” adıyla saraya götürülürdü.
Hamravat suyunu taşıyan kanallar, Dağkapı’dan başlayıp suya en çok ihtiyaç duyulan Ulu Cami ve çarşılara kadar varır, aynı zamanda İbrahim Bey Mahallesi’nin de su ihtiyacını giderirdi. Basri Konyar, 1937 yılına ait bir anlatımında şöyle der: “Hemen her evin avlusunda çok temiz ve çok saf bir su olan Hamravat suyu akar. Bu avlular geniş havuzlar ve türlü çiçeklerle süslüdür.” Buna göre Hamravat suyunun birçok evde kullanıldığı ve avlulu evlerde bitkilerin sulamasına da yettiği anlaşılır.
Şifalı Su: Anzele
Şehrin bir diğer önemli kaynak suyu da Çiftkapı’daki Anzele (Balıklı) suyudur. Geçmişten beri kutsallık atfedilen bu suyu, yine Evliya Çelebi’den dinleyelim: “Balıklı suyu, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akar, içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler bu balıkları avlamaya cesaret edemez… İşte bu Balıklı, Âb-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan bu suda kırk gün yıkanıp, humma ve cüzzam gibi hastalıklardan ve ölümden Allah’ın izniyle kurtulmuştur.”
Anzele suyu 20. yüzyıldan önce eski şehirde daha ziyade şehrin batısındaki camilerin ve mahallelerin su ihtiyacını giderirdi. Alipaşa Camii ve Mardinkapı’daki hamam ve değirmenin kaynağı da yine Anzele suyuydu. Su, hemen aşağısındaki tabakhanede hayvan derileri işlenirken ortaya çıkan atık suyla birleşip, Mardinkapı ve Urfakapı’yı dolanırdı. Halk dilinde bu hali “Haramsu” adını alırdı. 1950 sonrası, Dicle Barajı sulama hattı yapılmadan önce; İskenderpaşa, Yenişehir, Alipaşa, Melik Ahmet Paşa ve Lalabey mahallelerinin su ihtiyacını da Anzele karşılardı. Yolculuğu Hevsel bahçelerini de sulayarak, Dicle’ye dökülmesiyle son bulurdu.
Çelebi’nin Balıklı diye bahsettiği Anzele suyunun isminin nereden geldiğine dair farklı görüşler mevcut. Şevket Beysanoğlu’na göre Anzele, iki bin yıl önce “Ayn-ı Zeura” olarak adlandırılan bir içme suyu kaynağıdır. Beysanoğlu, kaynağın hemen yanına bir kilise inşa edildiğini, zamanla bu yapının yıkıldığını ve Ayn-ı Zeura isminin “Ayn-i Zülal”e çevrildiğini anlatır. Ayn-ı Zülal, Arapça’da “berrak su” demektir. Halil Ötük ise bu su kaynağını Süryanilerin “Ayinzer” olarak adlandırdığını ve Anzele’nin bu ismin zamanla değişmesinden kaynaklandığını söyler. Süryanice’de “Ayin” pınar, “Zer” ise, Süryani bir din adamı olan Aziz Zioro’nun adına nispet edilmiş bir kelimedir.
Eski zamanlarda kadınların çamaşır yıkayıp, çocukların yüzdüğü Anzele suyu, 1978 yılında çarpık yapılaşma sonucu yok olmuş, üzerine bir de itfaiye binası yapılmıştı. Geçtiğimiz yıllarda yapılan çevre düzenlemesiyle eski günlerine kavuşturulan pınar, bugün yine “Anzele’nin çocukları”nın yüzdüğü eski günlerine dönmüş durumdadır.
İçkale (Kal’a) Suyu
Suriçi Diyarbakır’ın en eski su kaynağı olan İçkale suyu, Amida Höyük’ün altından çıkar. Muhtemelen kentin ilk kurucuları olan Hurriler, bu su kaynağının varlığından dolayı burayı seçmişlerdir. Diyarbakır’da hüküm süren Artuklular, İçkale’de bu suyu içine alan büyük bir havuz yaptırmışlardı. İçkale suyu, Saraykapı, Fatihpaşa, Cevatpaşa ve Dabanoğlu mahallelerinin ve çeşmelerinin su kaynağıydı. On bir adet pınardan akan Hz. Süleyman Camii kaynak suyunun da ana membaı idi. Bu suyun bir kolunun Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Erba‘ataş (‘Ulbataş) Havuzu yoluyla Dabanoğlu Mescidi’ne ve oradan da Nasuh Paşa, Bıyıklı Mehmed Paşa, Arap Şeyh camilerine ve Yeni Kapı Hamamı’na aktarıldığını biliyoruz. Evliya Çelebi, İçkale’yi tasvir ederken bu suyu da şöyle anlatır: “Hamravat suyu kadar leziz değildir ama yine de gayet soğuk bir sudur. Bu İçkale’nin değirmenlerini çeviren su Tanrı’nın emriyle İçkale’de mevcut kayadan çıkar ve su değirmenlerini çevirir. Bıyıklı Mehmet Paşa Sarayı’ndan geçerek demir bir kafes pencereden kaleyi terk eder ve Fiskaya’dan aşağı döküldükten sonra, taştan taşa kendini vurup (Cennetteki) selsebil gibi Dicle Nehrine akar.”
İçkale suyu, eski dönemlerde, altında inşa edilen dehlizler ve kanallar aracılığı ile Fiskaya şelalesine iletilirdi. Geçmiş yıllarda kuruyup, yakın zamanda yapay yolla yeniden akmaya başlayan Fiskaya şelalesi, aynı zamanda tüm yüzey sularının deşarj noktasıydı. Atıksular, yağmur suları ve kaynak suların bir kısmı buradan Dicle nehrine akardı.
Alipınar Suyu
Geçmişten bugüne şehri besleyen su kaynaklarından biri de Alipınar suyudur. Tarihi Suriçi’nin batı kısmında, bugünkü Alipınar Mahallesi içerisinde yer alan bu memba, muhtemelen eski yerleşim alanında alternatif bir suya ihtiyaç duyulunca, ek bir kaynak olarak değerlendirilmiştir. Bazalt kaynaklı kaliteli içme sularındandır. Su kalitesi Anzele Suyu değerlerine çok benzer hatta biraz daha hafif olduğu söylenebilir.
Diyarbakır’da bu suların dışında, artan içme suyu ihtiyacına göre şehre taşınan Payas suyundan ve Ayn-ı Şakku’l-Acuz kaynağından da bahsetmek gerekir. Merkeze 8 km. uzaklıktaki Payas Köyü’nden getirilen Payas suyu, içme suyu olarak kullanılmasının yanı sıra, Suakar ve Mirza Hamamlarını, Safa ve Nebi Camilerini de besleyen ana kaynaktı. Ayn-ı Şakku’l-Acuz ise Urfakapı’nın dışında bulunan ve 19. yüzyılda Diyarbakır’ı besleyen makbul membalardan biriydi.
Çeşmeler
Şehre hem Sur dışından getirilen, hem de Suriçi’nde var olan su kaynakları, bir uçtan bir uca dolaşarak birçok insanı, hayvanı ve bitkiyi beslerdi. Bu sular, aynı zamanda bir hayır dua almak arzusuyla yaptırılan şehir içi çeşmelerde de gürül gürül akardı. Bazı evlerin avlularında tulumbalar vardı ancak şehir içinde modern altyapı sistemi kurulmadan önce su ihtiyacı, çoğunlukla çeşmelerden tedarik ediliyordu. Öyle ki 19. yüzyıl sonlarında 130’u umumi, 300’ü özel olmak üzere, toplam 430 çeşme vardı. Bu çeşmelerin çoğunluğu Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Hamravat suyunun şehre getirilmesinden sonra yapılmıştı. Sadece bu ana çeşmeler değil, başta camiler olmak üzere, kiliselere, hamam ve hanlara sağlanan sular da bu kaynak sularından temin ediliyordu.
Bugün Suriçi’nde ayakta kalabilmiş çok az sayıda çeşme var: İçkale Aslanlı Çeşme, Sahabe Sa’sa Çeşmesi, Hatun Kastal Çeşmesi, Ardebaş Çeşmesi, Narizade Çeşmesi, Arapşeyh Camii Çeşmesi ve Sultan Suca Çeşmesi bunlardan bazıları… Mardinkapı’daki Sultan Suca Çeşmesi hariç, diğerleri bugün ne yazık ki kurumuş durumda.
Recep Çelik
Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği, Hidrolik Ana Bilim Dalı.
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.