“Hükümdarların şölenlerine katılmaktansa,
Kahvehanede oturmayı yeğlerim.
Çünkü o şölenlerde konuk ev sahibini ağırlar.”
Mir Haydari, İranlı ozan, (17. yüzyıl).
Kahvehaneler/kıraathaneler, doğu dünyasının mistik ve buhur kokulu geleneksel şehir mekânının bir öznesi olarak bilinir. Osmanlı şehir kültüründe, 1550’lerin başlarından itibaren gündelik hayatın içinde yerini almıştır. Kahveyle ilk olarak 16. yy’ın başlarında tanışan Osmanlı, kahvehaneyi de kültürel etkileşim içinde bulunduğu doğu kültürü vasıtasıyla tanır. Ortadoğu coğrafyasının önemli merkezlerinden Kahire, Halep ve Şam gibi şehirlerle birlikte, İstanbul başta olmak üzere, Anadolu’nun farklı şehirlerinde yer alan kahvehaneler, toplumsal yaşam ve kültürel kabullerin paylaşımına kapı aralayan yerlerdir. Süregelen tarihsel olguların ışığında, kıraathaneler üzerine kelam eden insanların ortak görüşüne göre; bu mekânlarda kimileri kitap okur, kimileri sohbet eder, kimileri de edebiyat veya şiir üzerine fikri tartışmalar yapardı. Ve böylece insanlar gündelik hayatlarının hengâmesi içinde bir dost, bir arkadaş veya bir komşuyla hasbihal etmenin keyfini yaşamak isterdi.
Kahvehaneler ve insan hafızasında ortaya çıkardığı naif kültür; tarihî düzlemde geleneksel toplumların ekonomik, sosyal ve kültürel hafızasında kamusal bir mekâna dönüşür. Zamanın düzleminde ise, toplumun kendi mecrası içinde oluşturageldiği sosyo-kültürel birikimi ve sosyal mekânı algılama tasavvuruyla, siyasi erke karşı sesini duyurabildiği bir alan olur. Toplumsal temsiliyete alan açan kahvehanelere gitme arzusunun temelinde, bir fincan kahve içmekten ziyade, bir bardak çay içme isteği daha belirleyici olabilir. Ama bu mekânlara gitme arzusunu tetikleyen asıl duygu; sosyal bir ortama girme, eğlenme, başka kişilerle görüşme, fikrî sohbetler yapabilme, kısaca kendini bulma hissiyatıdır.
Doğu toplumlarında sosyalleşme egemen cinsiyet (erkek) üzerinde kimlik bulurdu. Eski kahvehaneler de özel alan ile kamusal alan arasında işlevsel veya pratik sonuçlara önsel olarak atıfta bulunulmayan erkeklere özgü mekân örnekleridir. Kahvehane mekânına cinsiyete dayalı kültürel bir anlam atfetmek fikri hep taraftar bulmuştur. Özellikle, sinema kültürünün yoğun yaşanmadığı dönemlere kadar, erkekler kendi sosyal sınıfları içerisinde, sözlü veya seyirlik eğlenceler düzenleyerek sosyalleşebiliyorlardı. Ancak günümüzde şehir yaşamının değişime uğramasıyla birlikte birçok şehrimizde olduğu gibi Diyarbakır’da da kafelerin çoğalması; kamusal sosyal mekân kavramının erkeklerle, özel kavramın da kadınlarla özdeşleştirilmeyeceği bir görünüme kavuşmuştur.
Hasır Taburenin Saltanatı Mezopotamya ve Anadolu değerleri üzerinden biçimlenen ve Osmanlı medeniyetinin simgesel şehirlerinden biri olan Diyarbakır, tarihî şehir olma biçimini Suriçi’nde inşa etmiş; cami, kilise, hamam, kahvehane gibi kamusal mekânlar, şehir merkezinin etrafında ya da yakın alanlarda nizami bir şekilde yer almıştır. Şehrin mekânsal dokusu içerisinde yer alan bugünün kafeleri/kahvehaneleri her kesimden insanın uğrak yeri olarak görülse de; Suriçi’nin farklı bölgelerindeki kahvehaneler, eskiden beri sahip oldukları toplumsal rol ve işlevi hâlâ koruyabilmektedir.
Diyarbakır’ın eski kahvehanelerinde –bugün de hâlâ kullanılanüstü hasırlarla örülmüş kürsüler/ tabureler kahvenin önüne konur; böylelikle açık havada nargile fokurdatanlara gelip geçeni seyretme, sohbet etme veya dinlenme imkânı sunardı. Bir kahvehane, geleneksel ve içe dönük bir yaşam tarzının egemen olduğu Diyarbakır gibi şehirlerde, gündelik hayatın veya kısa bir mola anının bir arkadaşla paylaşıldığı yerlerden biri olurdu. Geçmişte, ticari ve sosyal hayatın yoğun olarak yaşandığı Dağkapı, Balıkçılarbaşı, Melik Ahmet gibi semtlerde veya Suriçi’nin daracık sokaklarında konumlanan ve nitelikleri birbirinden farklı birçok kahvehanenin var olduğu bilinmektedir. Bugün, unutulmaya yüz tutan, zamanın arsız tahayyülleri içinde örselenen ve Suriçi’nin sosyo-kültürel temsiliyetine sirayet etmiş olan “Akif’in Kahvesi”, şehir eşrafının uğrak yeri “Borsa Kıraathanesi”, 1960’lardan beri münevver kesimin rağbet ettiği “Sofi Galip’in Kahvesi” ve Ulu Camii’nin yakın çevresinde yer alan “Fethi Acet, Afganlı Hacı ve Ali Çavuş’un Çayhaneleri” bu kahvehanelerden bazılarıdır. Diyarbakır Suriçi ve dışındaki kahvehane mekânlarının; toplumsal yaşamın farklı katmanları üzerinden temsiliyet bulan ve zaman içinde müdavimlerinin kültürel aidiyetlerini paylaşan yerlere dönüştüğünü görebiliriz. Bu tür geleneksel kentlerin gündelik yaşamını belirleyen “cami-ev-çarşı” arasında sıcak bir bağ kuran kahvehaneler; sohbet/buluşma mekânı olarak, her dönemde bir cazibe yeri olagelmiştir.
Dengbejler, Masallar, Efsaneler
1655’te Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi; ticaret kervanlarının uğrak yeri olan, ancak günümüzde tüm özgün karakterini yitirerek; kahvehane, kafe ve kahvaltı salonlarıyla işgal edilen Hasan Paşa Hanı’nın ne kadar görkemli bir yapı olduğunu tasvir eder. Hanın avlusundaki şadırvanın etrafında kümelenen insanların nasıl hasbihal ettiğini, bu handa birbirleriyle olan insanların mutluluğunu anlatır.
Diyarbakır; kahve ve kahvehane kültürünün yaşandığı bir şehir olmasının yanı sıra, kahve imalatının da yapıldığı bir şehirdi. Yoğurt Pazarı semtinde “tahniş” olarak tabir edilen tokmaklarla kahve döven imalathanelerin varlığı, yaşı geçkin insanlar tarafından hâlâ anlatılır. Satıcılar, üzerlerinde beyaz önlükleri, ellerinde sarı metalden yapılmış kahve cezveleri ve kulpsuz kahve fincanlarıyla çarşı esnafına “mırra” kahvesi satarlardı.
Diyarbakır’da çok kahve içildiğinden olsa gerek, anonim bir kahve şiiri ağızdan ağza hâlâ dolaşmaktadır: “Kahve-i rûhi siyahım nefi vardır bendene/ Bir sabah bir akşam değil öyle fır fır edene.”
Tarihi Suriçi’ndeki kahvehaneler Müslüman tebaanın kutsallık atfettiği Ramazan aylarında, özellikle iftar sonrasında, renkli bir sosyal hayatın yaşanmasını sağlayan bir şölen yerine dönüşürdü. Yöresel halk sanatçıları (dengbejler) arbane eşliğinde yörenin ünlü destanlarını kahvehanede oturanlara söylerlerdi. Yatsı namazından sonra romanlar okunur; masallar, Hazret-i Ali’nin cenkleri, Zaloğlu Rüstem, Battal Gazi gibi birçok şahsiyetin kahramanlıkları anlatılırdı. Haftanın belli günlerinde de Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Mem u Zin ve Zembilfroş gibi aşk masalları ve destanları dinleyicilere aktarılırdı. Bu kahvehanelerin en ünlülerinden biri, “Abbas’ın Parkı/ Kahvehanesi”ydi. Bir zamanlar Ramazan gecelerinde sosyal ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği, ekâbir kesimin edebiyatçılarla tartıştığı bu mekân; günümüzde kültürel işlevini bütünüyle yitirmiştir. Son çeyrek asırda değişen toplumsal yapıyla birlikte kahvehaneye gelen esnaf farklı yerlere göç edince müşteri deseni de tamamen değişmiştir. Ve ne yazık k, bu mekân günümüzde fiziki ve kültürel anlamda yok hükmündedir.
Sohbet Sanatının Vazgeçilmez Mekânları
1980’lı yılların başına kadar kahvehaneler; halkın yetkin insanlarının uğradığı kamusal mekânlardı. Kendine özgü bir saygınlığı olan kahvehanelere gelenlerin kıyafetlerinin düzgün olmasına dikkat edilirdi. Kahvehaneye gelen gençler bir kenarda kendilerine yer bulur, büyüklerin sohbetlerini dinleyerek veya çaylarını içerek kendi aralarında sohbet ederlerdi. Bugün statüleri ve toplumsal işlevleri değişikliğe uğramış kahvehanelerin eskiden “kıraathane” olarak adlandırılması da tesadüfî değildir. O zamanlar “okuma evi/mekânı” anlamına gelen kıraathane adıyla da anılan bu yerlerde, okuryazarlar ve zamanın aydın insanları toplanırdı. Bu ekâbir kesim edebiyat, tarih, din ve hayat üzerine konuşmalar yaparken; gündemi belirleyen olaylar da kimi zaman tartışma konusu olurdu.
Eski Diyarbakır kahvehaneleri yakın bir zamana kadar toplumsal ve kültürel işlevlerini kendi özgün geleneksel yapısı içinde koruyabilmişlerdir. Suriçi’nde yer alan geleneksel kahvehanelerde büyüklerin nasihat ettiği, dostların karşılıklı görüştüğü, meddahların hikâyeleri ve şairlerin şiirler okuduğu, haberleşmenin sağlandığı, edep ve erkânın öğrenildiği yerler olarak kabul görürdü. Günümüzde ise bu niteliklerin çoğu örselenerek kahvehaneler yalnızca çay, meşrubat içilen; tavla, domino, okey ve kâğıt oyunlarının oynandığı tanımsız mekânlara dönüşmüştür.
Diyarbakır’ın toplumsal yapısı içinde varlığını kahvehaneden daha kitlesel bir biçimde ortaya koyan başka bir kamusal alan yoktur. Eski kahvehaneler, geleneklerindeki çeşitlilik, dış görünüşündeki değişkenlik, müdavimlerinin çokluğu ve kendine özgü dilleriyle, sıkıcılıktan uzak, özgün mekânlardı. Günümüzde ise insanları yığınlar halinde bir araya getirme işlevine indirgenmiş, en temel türdeki sosyalliği örselenmiş kahvehane; sosyallik kademelenmesinin en alt düzeyine getirilmiştir. Diyarbakır gibi geleneksel kentlerde, kahvehaneler her şeyden önce insanlar arasında ilişkileri doğal bir hale getiren bir konuşma mekânıdır. Ele alınan konu ciddi ya da önemsiz, yüce ya da basit amaçlara dönük olsun, hiçbir yer sohbet sanatına kahvehaneden daha uygun bir mekân olmayabilir.
Diyarbakır’da; kahvehanelerin asırlar boyu süren serüveni içinde ve özellikle son 30-35 yıl içerisinde değişen toplumsal kimlik ve görünümleriyle ayakta duruyor olabilmeleri, bu mekânların yeniden tanımlanmasına fırsatlar vermektedir. Toplumsal hayatta birçok etkisini gördüğümüz kahvehanelerin Diyarbakır gibi şehirlerde yıllar önce sahip oldukları sosyal ve kültürel sorumluluklarının yeniden canlandırılması ve toplumsal uzlaşı bağlamında unutulan kültürel ve sosyal değerlerin yaşaması sağlanarak, bu mekanların işsiz ve güçsüzlerin yeri olmaktan kurtarılması gerekir.
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.