Ezan sesleri ile çan seslerinin birbirine karıştığı
mahallelerdeki insanların gelenekleri, sevinçleri,
üzüntüleri, coşkuları da ortak bir kaderin içinde
birleşir. Hristiyanlar ve Müslümanlar, birbirlerinin dinî
bayramlarını kutlayan, sevinçte, kederde, kimi zaman
geleneksel inançta birleşen iki ayrı dinin ama aynı
toprağın insanları olurlar.
Diyarbakır, yüzyıllar boyu birlikte yaşama sanatını icra eden, farklı dinlere, farklı kültürlere ev sahipliği yapmış köklü bir şehir. Geçmiş çağlardan bugüne, Musevisi, Hristiyanı, Müslümanıyla; Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Acem’i, Ermeni’si, Süryani’siyle farklı din ve etnik kökenli birçok topluluğu içinde barındırmış, dünyanın ender şehirlerinden biri.
Diyarbakır’ın dinî mozaiğinin bir parçası olan Hristiyanlığın şehirdeki varlığı, oldukça kadim zamanlara dayanır. MS 1. yüzyılda şehre giren din, özellikle 4. yüzyıldan sonra etkili olmaya başlar. Şehir, 639 yılında Halife Ömer döneminde İslam egemenliğine geçtikten sonra da, dinî hakimiyet, yerini birlikte yaşama sanatını bırakır. Ezan sesleri ile çan seslerinin birbirine karıştığı mahallelerdeki insanların gelenekleri, sevinçleri, üzüntüleri, coşkuları da ortak bir kaderin içinde birleşir. Hristiyanlar ve Müslümanlar, birbirlerinin dinî bayramlarını kutlayan, sevinçte, kederde, kimi zaman geleneksel inançta birleşen, iki ayrı dinin ama aynı toprağın insanları olurlar.
Öyle ki Meryem Ana Kilisesi’nin kuyusundaki şifalı suyu, Müslümanlar da şifalı addeder, baygınlık geçiren bir hasta, Mar Toma Kilisesi’nin din ayrımı yapmadan açtığı kucağına sığınabilirdi. Müslümanlarda olduğu gibi yağmur Hristiyanlarda da rahmet ve bereket olarak kabul edilir, kutsal görülen ekmek öpülür, bir hayvan ilk doğumunu yaptığında sütü içilirken “İbrahim Halil’in bereketi içinde olsun” diye dua edilirdi.
“Cemaat-i Erâmine”
Müslümanların şehri fethinden sonra Abbasi hakimiyetine giren Diyarbakır’a, daha sonra
Şeyhoğulları,
Hamdaniler,
Büveyhoğulları,
Mervaniler,
Selçuklular,
İnaloğulları,
Nisanoğulları,
Artuklular,
Timurlular ve
Akkoyunlular hakim olmuş, şehir 1515’de Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından fethedildikten sonra da Osmanlı’da büyük bir eyaletin merkezi haline gelmiştir.
Bu tarihten sonra, Suriçi’nde Urfa Kapı, Mardin Kapı, Yeni Kapı ve Dağ Kapı mahallelerinden oluşan Âmida’da hızlı bir bayındırlık hamlesi başlatılmış, şehrin güneyi Hristiyanlara, kuzeyi ise Müslümanlara ayrılmıştı. Osmanlı şehirlerinde Müslüman olmayan halk genellikle ayrı mahallelerde, bir arada yaşardı. Kentte o dönemde Hristiyanlık dinine mensup Gregoryan, Katolik ve Protestan Ermeniler, Ortodoks ve Katolik Rumlar, Katolik Keldaniler, Katolik ve Ortodoks Süryaniler bulunuyordu. 18. yüzyılda Diyarbakır’da bulunan 94 mahallenin 21’i Hristiyanlara ve diğer dinî azınlıklara aitti.
16. yüzyıla ait Tahrir Defterlerinde, sadece Ermeniler değil, Müslüman olmayan diğer cemaatler de “Cemaat-i Erâmine” adı altında kaydedilmiştir. 19. asra gelindiğinde Hristiyanlar salnâmelerde daha ayrılmış olarak belirtilir. Buna göre Ermeni Ortodoks ve Ermeni Katoliklerin sayısı hatırı sayılır çokluktadır.
Ermeniler Suriçi’nde (Hançepek Mahallesi’nde) ve köylerde Müslümanlarla yan yana, birbirlerinden rahatsızlık duymadan yaşardı. Genellikle ticaret ve zanaatle uğraşan cemaatin hayatı, çoğunlukla kilise etrafında şekillenirdi. Osmanlı, bütün gayrimüslim cemaatlere olduğu gibi, Ermenilere de kendi içlerinde dinlerini yaşama özgürlüğü vermişti. Suriçi’nde Hristiyanlara ait varlığı bilinen, ancak sadece sekiz tanesinin izine ulaşılmış, yirmi iki kiliseden üçü Ermenilere ait. Bunlar, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Surp Sargis Kilisesi ile Ermeni Katolik Kilisesi… Diğerleri de Süryaniler’in Protestan Kilisesi, Mar Yakup-Meryem Ana Kilisesi, Latin Kilisesi; Keldanilere ait Mar Petyum Keldani Kilisesi ile İçkale’de Saint George Kilisesi’dir. Bu yapıların başında, hiç kuşkusuz, Ermeni mimarî tarihinin en önemli eserlerinden biri, Ortadoğu’daki en büyük Ermeni mabedi Surp Giragos Ermeni Kilisesi gelir. Heybetli bir görünüme sahip olan Surp Giragos, zaman içinde üç onarım geçirmiş, en son, Kilise Vakfı ve Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile restore edilerek Ekim 2012’de yeniden ibadete açılmıştır. Günümüzde kilisede, dünyanın değişik bölgelerinden gelen, özellikle Diyarbakırlı Ermenilerin katılımıyla yılda bir defa ayin yapıldığını da söylemeden geçmeyelim.
Ermenilerin uzun yıllar kullandığı Surp Sargis Kilisesi ise, cemaatinin kalmaması nedeniyle, uzun süre çeltik fabrikası olarak kullanılmış, daha sonra da kendi haline terk edilmiş durumdadır.
Süryani Kadim Cemaati
Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1927 yılında ilk nüfus sayımı yapıldığı zaman, Hristiyanlık dinine mensup olarak Rum Ortodoks, Rum Katolik, Ermeni, Ermeni Protestan, Ermeni Katolik gibi mezheplere yer verildiğini, Süryani ifadesinin ise gruplamaya katılmadığını görürüz. Şehrin en köklü Hristiyan cemaatlerinden biri olan Süryaniler “diğer ve bilinmeyenler” kategorisinde yer alır.
Aynı şekilde Cumhuriyet dönemindeki tüm nüfus sayımlarında Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Nasturiler tasnif dışı bırakılmışlardır. Bunun başlıca sebebi, özellikle Süryanilerin, birkaç küçük hadise dışında bölücü faaliyetlere karışmamış olmaları, üstelik yaşadıkları bölgede Batılı devletlerin misyonerlerini bile istememeleridir.
Diyarbakır’da 1927’de 3500’lere varan Süryani nüfusu, 1950’li yıllara gelindiğinde 1000’lere düşmüş. Bugün ise şehirde toplam nüfusları 20 kadar olan sadece dört Süryani ailesi yaşıyor. Bu aileler, yaşamlarını Meryem Ana Kilisesi alanı içinde bulunan odacıklarda sürdürüyorlar. Mülkiyeti kilisenin vakfına ait olan tarihî Meryem Ana Kilisesi, ilk yapıldığı 3. yüzyıldan bugüne işlevini koruyan bir mabed. Yapılar topluluğu şeklinde tasarlanmış kompleksin içinde kilise, Mor Yakup kutsal alanı, dört avlu, derslik ve bir de lojman bulunuyor. Kilisenin, geçirdiği tamirlerle ilgili on dört kitabesi var ki bunların en eskisi 1533 tarihli. Son olarak 2005 yılında yurt içi ve yurt dışında yaşayan Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle kapsamlı bir restorasyondan geçirilen kilise, tarihi kimliğini tümüyle yansıtan bugünkü görünümüne kavuşturulmuş.
Göz alıcı ahşap işçiliği, sütunları, sütun başlıkları, parmaklıkları, kürsüleri ve ikonalarıyla ünlü olan kilisenin, bir dönem Ermeni ve Süryani cemaatlerin ortak ibadet yeri olması da önemli bir ayrıntı.
Esasında Diyarbakır’da birçok Süryani manastır ve kilisesi bulunmaktaydı. Tarihi 4. yüzyıla kadar inen, ancak bugün tamamen ortadan kalkmış olan Mar Yuhanun Kilisesi, Sur içinde Deva Hamamı civarındaydı. Yine aynı yüzyılda inşa edilmiş, ancak yeri bilinmeyen Mar İstefanos Kilisesi, İçkale’de halen kalıntıları mevcut olan Mar Gevergis Kilisesi, 5. yüzyıl’da Anzele’de inşa edilmiş Mar Zhuro Kilisesi ve Kırklar Dağı civarındaki Kırklar Kilisesi bunlardan bazılarıdır. Yine Meryem Ana Kilisesi’nin güneyinde bulunan Mar Kuzmo Kilisesi 4. yüzyılda yapılmış, 1919 yılından sonra yıkılmış. Bu kiliseye ait bazı mozaik örneklerini bugün Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde görmek mümkün. 6. yüzyılda inşa edilmiş iki kilise de Mar Şilo ve Mar Hananyo Kiliseleridir. Günümüze ulaşamayan bu kiliselerin varlığı, Diyarbakır’da Hristiyanlığın ne denli yaygın olduğunu göstermeleri açısından önemlidir.
Diyarbakır, Süryani cemaati için her zaman önemli bir şehirdi. Bunda şehrin belli bir dönem Süryani Kadim Cemaatinin Patriklik merkezi olması da etkilidir. 1034’te Patrik 4. Diyonosiyos zamanında Malatya’dan Diyarbakır’a taşınan Patriklik, 1056 yılında Mardin Deyru’z-Zaferan Manastırı’na taşınana kadar belli aralıklarla burada kalmıştır.
Keldaniler ve Diyarbakır İncil Topluluğu
Şehrin günümüzde faal olan diğer bir kilisesi de, az sayıdaki Keldani cemaatinin desteği ile ayakta olan Mar Petyum Keldani Kilisesi’dir. Keldaniler uzun yıllar bu bölgede varlıklarını sürdürmüş topluluklardan biridir. Bugün Diyarbakır’da yaşayan birkaç Keldani aile, ibadet, ayin ve düğünlerini Mar Petyum Keldani Kilisesi’nde yapıyor.
Son olarak günümüzde Protestan gelenek içinde yer alan Diyarbakır İncil Topluluğundan söz etmeliyiz. Son otuz yılda Diyarbakır’da misyonerlik faaliyeti gösteren bu topluluğun kişi sayısı bugün yüzü aşmış durumda. Diyarbakır İncil Topluluğunun etki alanı bütün Diyarbakır olmakla birlikte, kilisenin yapımının seçildiği yer itibariyle fakir insanların yoğun olduğu Suriçi bölgesidir. Bunun iki sebebi var: Misyonerlik faaliyetlerini daha rahat gerçekleştirebilmek ve Diyarbakır dışından ve özellikle yurt dışından ziyaret amacıyla gelen Hristiyan turistlerin, tarihi Meryem Ana Kilisesi’ne uğradıklarında hemen karşısında kurulmuş olan, topluluğun kilisesine uğramalarını sağlamak.
19. yüzyıla kadar farklı cemaatlerden birçok Hristiyanın bulunduğu Diyarbakır’da, günümüzde yok olmaya yüz tutmuş Süryani, Keldani ve Protestan topluluğu dışında, ne Ermeni ne de Rum nüfus kalmıştır. Hepsi de diğer dinî azınlıklardan olan Yahudiler gibi Diyarbakır’ı terk etmişlerdir. Şehrin son Ermenisi, 1984 yılından beri Meryem Ana Kilisesi’nde eşi Baydzar Alata’yla beraber yaşayan, 2014’te eşini kaybettikten sonra 2016 yılında 86 yaşında hayata veda eden Sarkis Eken’di.
Bugün Diyarbakır’da Keldani Kilisesi gibi, Meryem Ana Süryani Kilisesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi ve 2003 yılında faaliyete geçen Diyarbakır İncil Topluluğu Kilisesi, az sayıdaki Hıristiyan cemaate hizmet veren kiliselerdir. Bunların yanında İçkale’de yer alan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek sanat galerisine dönüştürülen Saint George Kilisesi’yle birlikte, Ermeni Katolik ve Protestan Kiliseleri ise ibadet dışı işlevlerde kullanılıyor.
M. Hadi Tezokur
Dr. Öğ. Gör., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Ana Bilim Dalı.
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.