Diyarbakır’ın fethi ve bir İslâm şehri oluşu

Medeniyet tarihi MÖ 6100 yılına kadar uzanan ve ilk yöneticileri Hurriler (MÖ 3200-MÖ 1200) olan Diyarbakır, İslam’ın doğuşuna kadar, Mitanni, Assur, Med, Pers, Roma, Sasani ve Bizans’ın yanı sıra bir dizi devlet tarafından idare edildi.

 

Miladi 7. yüzyılın başlarında Cezîretü’l-Arab (Arabistan)’da İslamiyet’in ortaya çıkışıyla birlikte yeni bir sayfa açılmış, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicretinin ardından kurulan İslam Devleti, on yıl içinde bütün Arabistan’a hâkim olmuştu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra başlayan Halifelik döneminde de toprakları sürekli genişledi. Râşid Halifelerin ilki olan Hz. Ebubekir’in en önemli işlerinden biri, Suriye ve Irak bölgelerinde fetihlere başlamaktı. Fetih harekâtı, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde de, Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu el-Cezîre (Yukarı Mezopotamya) ve Mısır’ı kapsayacak şekilde devam etti.

Fetih, İslâm’da “meşru savaş” demek olan cihâd faaliyeti neticesinde, bir beldenin askerî veya barışçıl yollarla ele geçirilmesi olarak tanımlanır. İlk fetihlerin asıl amacı İslâm dinini diğer insanlara tebliğ etmek ve tevhid inancını hâkim kılmaktı. Bunun yanında tarihî süreç içerisinde Müslümanların can ve mal güvenliğini korumak, düşman saldırılarına karşılık vermek, İslâm devletinin sınırlarını genişletmek ve bununla siyasî nüfuzu artırmak amacıyla da fetih hareketi düzenlendiğini görürüz. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler zamanında yapılan savaşlarda düşmana verdirilen can kaybının asgarî düzeyde tutulmuş olması, İslam’da fetihlerin amacının istila ve imha değil, inşa ve ıslah olduğunun en büyük delilidir.

 

Fütûhu’l-Buldan’da Diyarbakır’ın Fethi

 

İslam orduları, 636 senesinde Yermûk Savaşı’nda Bizans kuvvetlerine karşı büyük bir zafer kazanarak Suriye’ye hâkim oldular. Bundan iki sene sonra Hz. Ömer, Câbiye denilen yerde kumandanları ile yaptığı toplantıda Suriye’nin güvenliğinin sağlanması için Cezîre bölgesinin fethine karar verdi. Müslümanlar Humus’u kuşatırken, bölgedeki Hıristiyan Arap kabilelerin Bizans’la birlikte hareket etmeleri, bu kararın alınmasında etkili olmuştur. Hz. Ömer, Suriye valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah’a bir mektup yazarak Cezîre’nin fethine başlanması emrini vermiş, Ebu Ubeyde de derhal İyaz b. Ğanm kumandasında bir ordu hazırlamıştır. İyaz, daha önce Halid b. Velid, Sa’d b. Ebi Vakkâs ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh gibi kumandanların emrinde, Arabistan, Irak ve Suriye’deki fetih hareketlerinde, çoğu kez öncü birliklerin başında görev yapmış güçlü bir komutandı.

 

Cezîre ve Diyarbakır’ın fethi hakkında bilgi aldığımız en önemli kaynak, Belazurî’nin (ö. 892) Fütûhu’l-Buldan adlı eseridir. Belazurî DİYARBAKIR:2021:2 59 kitabında İbn Sa’d’dan rivayetle, Suriye Valisi Ebu Ubeyde’nin H. 18 (M. 639) yılında “Amevas” salgınında ölümünden sonra, Hz. Ömer’in, İyaz b. Ğanm’ı Cezire Valiliğine tayin ettiğini, İyaz’ın da beş bin kişiden oluşan bir orduyla birlikte bölgeye hareket ettiğini anlatır. O dönemde Cezîre bölgesinde İyaz b. Ğanm tarafından fethedilmeyen bir yer kalmamış, Rakka, Harran, Ruha (Urfa), Nusaybin ve Meyyafarikin (Silvan) fethedilmiştir. Cezîre’nin şehirleri sulh yoluyla, kırsal alanlar ise savaşla alınmıştır. 

 

Yine Belazurî’nin naklettiğine göre İyaz, önce Rakka’yı sonra da Ruha’yı sulh yoluyla fethetti. Ruha’da yapılan sulh anlaşması, gayrimüslim erkeklerin yılda 1 dinar para ve iki ölçek buğday ödemelerini öngörüyordu. Gayrimüslimler, yine bu anlaşmaya göre, Müslümanlara karşı iyi niyet besleyecekler, onlara yardımcı olacaklar ve imar faaliyetlerine katılacaklardı. İyaz, Cezîre’de fethettiği diğer şehirlerle birlikte, Amid (Diyarbakır) ve Meyyafarikin’i de savaşsız fethetti ve buralarda da Ruha anlaşması şartlarını uyguladı. Belazurî’nin güvenilir kaynaklardan naklettiği haberlerden şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: İyaz b. Ğanm, içinde çok sayıda sahabinin bulunduğu beş bin kişilik ordunun başında, Hicrî 18 senesinin Şaban ayında (Ağustos 639) Cezire’nin fethine Rakka’dan başladı. Sonra Ruha’yı fethedip, karargâhını burada kurdu ve buradan çevredeki şehir ve kalelerin fethi harekâtını yönetti. Bölgenin doğusuna doğru yayılan fetihler 20/641 senesi başında tamamlandı. Böylece Diyarbakır’ın da içinde yer aldığı bölgenin fethi, bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede ve nispeten kolay bir şekilde gerçekleşmiş oldu.

 

Emeviler (661-750) ve Abbasilerin (750-1258) ilk asrında da Cezire valileri tarafından yönetilen Diyarbakır ve çevresinde, Abbasi merkezî idaresinin zayıflamaya başlamasıyla birlikte mahalli hanedanlar ortaya çıktı. ‘Diyarbekir’, 983 yılından itibaren yaklaşık bir asır süre ile Silvan merkezli Mervani hanedanı tarafından yönetildi. Osmanlı hâkimiyetinin kurulduğu 1515 senesine kadar da Selçuklular, İnaloğulları, Eyyubiler, Artuklular, Moğollar ve Akkoyunlular’ın idaresinde kaldı.

Medeniyetler ve İzler

 

Diyarbakır, İslam şehirleri arasında çeşitli dönemlere ait birçok mimarî eserin bir arada bulunduğu nadir şehirlerdendir. Şehrin Müslümanlar tarafından fethinden sonra başlayan imar çalışmaları, her gelen devlet tarafından devam ettirilmiş, Selçuklular, Artuklular, Akkoyunlular ve daha yoğun bir biçimde Osmanlılar, şehre kalıcı eserler bırakmışlardır. Ulu Cami, Nebî Camii, Safâ Camii, Şeyh Mutahhar Camii ve yanındaki Dört Ayaklı Minare, İskender Paşa Camii, Behram Paşa Camii ve Melek Ahmed Paşa Camii bu eserlerden bazılarıdır. Şehir aynı zamanda, İslami ilimlere verdiği değer ve dönemin yükseköğretim kurumları olarak kabul edilen medreseleriyle de ünlüdür. Mesûdiye, Ali Paşa, Hüsreviye, Zinciriye ve Muslihuddîn-i Lârî medreseleri, kuruldukları dönemde çevrelerini aydınlatan eğitim kurumlarıydı.

 

Diyarbakır, yaklaşık beş asır süren Abbasi Halifeliği üst kimliğine mensup bir şehir olarak, yoğunlukla Mervaniler, Eyyubiler ve Artuklular dönemlerinde, çok sayıda ilim ve fikir adamı, şair ve yazar yetiştirmiştir. Biyografik eserlerde el-Âmidî nisbesi taşıyan şahsiyetlerin çokluğu bunu gösterir. Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdurrahman el-Âmidî (ö. 1075), Nasihüddin Ebu’l-Feth Abdulvahid Muhammed et-Temimi el-Âmidî (ö.1155), Şerefüddîn İsmail b. Ahmed eş-Şeybani el-Âmidî (ö.1275), Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail eş-Şeybânî el-Âmidî (ö. 1305), Zeynüddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Âmidî (ö.1310’dan sonra) ve Bedrüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Osman el-Âmidî (ö. 1324) bunlardan sadece birkaçıdır.

 

En meşhur Diyarbakırlı İslam âlimi ise şüphesiz, İnaloğulları zamanında yaşayan, felsefe ve mantık üzerine yazdığı eserleriyle büyük ün kazanmış olan Seyfüddin el-Âmidî (1155-1233)’dir. Yine ünlü bilim adamı Ebu’l-İzz el-Cezerî de (ö. 1205) bilimsel çalışmalarını, 25 yıl yaşadığı İçkale’deki Artuklu Sarayı’nda, Artuklu hükümdarlarının himayesinde yapmıştır.

 

Dört asrı aşan Osmanlı hâkimiyeti döneminde de artan bilim ve sanat faaliyetleri içinde, adı Diyarbakır’la özdeşleşen birçok ilim adamı yetişmiştir. Mısır’da Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarında Dimyat Kadılığı yapmış olan ve Fütûhu’ş-Şam’ın ilk cildini Türkçeye tercüme eden Abdüssamed ed-Diyarbekrî ve Tarihu’l-Hamis adlı siyer kitabının yazarı Kadı Hüseyin ed-Diyarbekrî’yi bu minvalde anabiliriz.

 

Diyarbakır, birçok ünlü sufînin de memleketidir. Bunların başında Halvetiye Tarikatının Gülşeniye kolunun kurucusu Şeyh İbrahim-i Gülşenî gelir. Rumiye Şeyhi olarak 60 DİYARBAKIR:2021:2 tanınan Aziz Mahmud Urmevî ve onun Tokat’a göç eden bir müridinin oğlu olan Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Mehmed Emin Tokadî de şehrin manevi havasını zenginleştiren gönül dostlarıdır.

 

Hat sanatının gelişmesinde de büyük bir payı olan şehrin yetiştirdiği en ünlü hattatlar, Gubarî yazısının mucidi Seyyid Kasım Gubarî, Agâh-ı Semerkandi-i Âmidî (Hacı Hafız Mehmed Bulak) ve Hamid Aytaç’tır.

 

Diyarbakır’ın yetiştirdiği şairlerin sayısı da bir hayli fazladır. Ali Emîrî Efendi’nin Tezkire-i Şuara-yı Âmid ve Şevket Beysanoğlu’nun dört ciltlik Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları adlı eserlerine baktığımızda bu sayının 240’ı bulduğunu görürüz. Divan şairleri üzerine yapılan bir araştırmanın sonucuna göre Diyarbakır, Osmanlı coğrafyasında şair yetiştiren 221 merkez içerisinde, 40 şairle beşinci sırada yer alır. Bu şairlerden bazıları şunlardır: Şerifî, İbrahim Gülşenî, Halife, Fâmî, Resmî, Ahî (Vali Çeteci Abdullah Paşa), Emîrî, Hâmî, Ahmed Mürşidî, Lebîb Abdülgafûr, Refî‘, Mucîb, Kâmî (Mehmed Şa‘bân), Sa‘îd Paşa ve kadın şairler İffet ve Sırrî Hanım.

 

Bu yazıyı “Ali Emîrî’ye Gazel” adlı şiirinde, Diyarbakır’dan “nur saçan bir şehir” olarak bahseden ve Ali Emîrî gibi yüksek şahsiyetleri ile övünmesi gerektiğini dile getiren Yahya Kemal’in dizeleriyle bitirmek istiyorum:

 

Muhtaç isen füyuzuna eslâf pendinin Diz çök önünde şimdi Emîrî Efendi’nin Âmid, o şehr-i nur, öğünsün ile’l-ebed Fazl ü faziletiyle bu necl-i bülendinin.

 

Abdurrahman Acar

Prof. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü (Emekli öğretim üyesi)

Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir