Sadece Suriçi’ni görmek isteyen biri, hangi kapıdan
girerse girsin, dinî bir mekânla ve onunla ilgili bir
anlatı ile karşılaşabilir. Ve bu, çocukların masallarında
,
dengbejlerin klamlarında, sohbetlerde, kitaplarda dilden
dile anlatılan efsaneler, dün olduğu gibi, bugün de
halkın şehre aidiyet duygusunu güçlendiriyor, halkın
gözünde şehirlerini değerli kılıyor.
Yüzyıllar boyu birçok dine ve medeniyete ev sahipliği yapan Diyarbakır’da, bugün toplum hayatında, dinî inançta, kültürel hayatta bu dinlerin ve kültürlerin izlerini görebiliriz. Şehrin merkezinde, ilçelerinde veya köylerinde, geçmişten bugüne, nesilden nesile anlatılagelen birçok efsaneye, dinî anlatıya ve bunların oluşturduğu bir inanca rastlamak mümkün. Sözgelimi, şehre değişik dönemlerde verilen “Amid” ve “Diyarbekir” adları ve bazı ilçe ve köylerin isimleri, dinî kimliği olan birine isnad edilir. Şehrin su kaynakları, dağları, kaleleri, camileri, türbeleri gibi birçok yer hakkında dinî bir anlatı mevcuttur. Bu anlatıların kahramanları çoğu zaman peygamberler, sahabeler, şeyhler veya velilerdir.
Peygamberlere Atfedilen İnanışlar
Şehirde bu anlatılara ilk örnek olarak, Hz. Peygamber’in Diyarbakır için buyurduğu duayı verebiliriz. Bu dua, mermere yazılmış olarak İç Kale’nin kapılarından biri üzerinde asılı olan bir kitabenin üzerinde, şu şekilde yazılıdır: “Resuller Resulu Muhammed (asm) Miraç’ta hepimize ‘Allah şehrimizi mübarek etsin’ buyurmuştur.”
Şehrin Hz. Peygamber tarafından mübarek kılınmasıyla ilgili söylenegelen: “Peygamberimiz Miraç’a çıktığı zaman Diyarbakır’ı gördüğünde ‘Cebrail’e burası neresi?’ demiş, Cebrail de ‘Haza Amid (Burası Diyarbakır)’ diye karşılık vermiş. Efendimiz (asm) bunun üzerine ‘Allahümme barik fiha (Allah’ım burayı bereketlendir)!’ buyurmuş.” rivayeti de başka bir örnektir.
Şehirde Hz. Yunus’un da Diyarbakır için dua ettiğine inanılır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde geçen bu duaya göre Hz. Yunus: “Eliniz vilayetiniz ma’mur u âbâdan ve halkınız daima mesrur-ı şâdân olup, cümle evlâd ve iyalleriniz mu’ammer u mu’ammere olup necib ü reşid olalar.” yani: “İliniz bayındır ve bakımlı, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü, soylu ve doğru yolda olsun.” demiştir.
Diyarbakır’ın eski adı olan Amid isminin kökeni ve surların yapılışı da yine Hz. Yunus döneminde yaşadığına inanılan Amida adlı bir melikeye dayandırılır. Hz. Yunus’un Ulu Cami’de üç ay namaz kıldığı, İçkale’nin altında bulunan Fiskaya’daki mağarada yedi yıl kaldığı ve yine İçkale’de bulunan Zincirkıran Türbesi’nin Hz. Yunus’un oğluna ait olduğu da başka bir inançtır. Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde peygamber olduğuna inanılan Nebi Zünnun adlı bir kişiye ait kabir de Hz. Yunus’a atfedilir. Bilindiği gibi Hz. Yunus, Kur’an-ı Kerim’de “Zünnun (balık sahibi)” şeklinde de geçer.
Peygamberlerle ilgili inançlar, Diyarbakır’da yaşayan diğer din mensupları arasında da vardı. Diyarbakır Yahudileri, Hz. İlyas’ın, peygamberliğini Diyarbakır’da, eski adıyla Şeyh Arap Mahallesinde bulunan bir sinagogda ilan ettiğine inanırdı.
Hz. Yunus ve Hz. Musa’nın namaz kıldığına inanılan Ulu Cami, Diyarbakırlılara göre, Kâbe’den, Mescid-i Nebevi’den, Mescid-i Aksa’dan ve Şam Emeviyye Camii’nden sonra beşinci Harem-i Şerif olarak kabul edilir. Ulu Cami içerisinde bulunan yılan şeklinde bir demir, halk inancına göre, kendisine yakın bir pencereden dışarıya bakan Halid b. Velid’i sokmak isterken demire dönüşmüş bir yılandır. Yine halk, her insanın ve şehrin bir şeytanı günleri) dilek dilemek, dua etmek için Dicle kıyısına gidilirdi. İkindi namazından sonra dileklerin yazıldığı küçük kâğıtlar bez bir torbanın içine konup bir taşa bağlandıktan sonra On Gözlü Köprü üzerinden, Cennet’ten çıkıp yine Cennet’e aktığına inanılan Dicle Nehri’ne atılır ve dileklerin bu şekilde gerçekleşeceğine inanılırdı.
Şehirde Hz. Zülkarneyn ile ilgili inançlar da vardır. İskender ve Zülkarneyn’in aynı kişi olduğuna inanılır ve iki isim birleştirilerek İskender-i Zülkarneyn veya İskender-i Zoqirneyn denilir. Diyarbakır’a bağlı Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan Çeper Kalesi’nde, Zülkarneyn’in misafir edildiği söylenir. Kalenin yakınında bulunan Bırkleyn Mağaralarından, Dicle Nehri’nin bir kolu olan ve suyunun şifalı olduğuna inanılan Bırkleyn Çayı doğmaktadır. Bırkleyn Çayı’nın doğduğu mağarada Hz Hızır’ın, Zülkarneyn ile buluştuğuna inanılır.
Şehrin önemli ilçelerinden Silvan ilçesi için halk arasında kullanılan “Meyyâfarikin” ismi için söylenen bir anlatı vardır. Buna göre, Meyyâfarikin, Hz İsmail’in neslinden bir kralın “Maya” adlı kızının isminden gelmiş ve ilçe Hz. İbrahim’in torunları tarafından kurulmuş.
Kırklar Dağı Efsanesi
Diyarbakır’da dinî anlatıların yanı sıra, halk arasında dilden dile dolaşan kahramanlık ve sevda efsaneleri de çoktur. Bunlardan biri de Suzan ve Adil efsanesidir. Kırklar Ziyareti, Diyarbakır’ın güneybatısındaki Kırklar Dağı’nda yer alan küçük bir mağaradır.
Bu küçük mağarada kırk evliyanın ibadet etmek için kaldığına ve bir daha çıkmadıklarına inanılır olduğuna, Diyarbakır’ınkinin ise bağlandığına inanır. Rivayete göre, bir dönem şehirde fitne çıkarmak isteyen bu şeytanı evliyadan biri yakalamış, bir demir parçası haline sokarak İçkale Kapısı’nın sol üst tarafına zincirlemiştir. Diyarbakır’da her yıl 5–6 Mayıs tarihlerinde (Hıdırellez-Hızırilyas Rivayete göre bu kırk evliya, aslında, insanların aralarında yaşıyorlarmış ama görünmüyorlarmış. Her perşembe akşamı toplanıp, birer beyaz güvercin olur ve mağaranın tepesindeki küçük bir delikten içeri girerlermiş. Sabaha kadar ibadet ettikten sonra, Cuma namazını kılar ve yine dağılıp giderlermiş. Kırklar Dağı halk tarafından bir ziyaret olarak kabul edilir ve insanlar hastalık, evlilik ve çocuk gibi isteklerle buraya gelir.
Rivayete göre zengin bir Süryani ailenin de çocuğu olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti’ne gelip adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi Suzi’yi süsler, giydirir ve Kırklar’a götürerek, bir kurban kestirirmiş.
Suzi büyüyüp güzel bir genç kız olunca, Müslüman komşularının oğlu Adil’le, birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum gününde, annesi Suzi’yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti’ne göndermiş. Arkalarından Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil’le beraber Kırklar Dağı’nın arkasına kaçmış. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve Suzi’yi çarpmış. Kız On Gözlü Köprü’nün orada, Dicle’de boğularak ölmüş. Suzi’nin ölümünden sonra Adil de aklını yitirmiş.
Veliliği Şehzadeliğe Tercih Eden Zembilfroş
Halkı derinden etkileyen efsanelerden biri de Zembilfroş’tur. Halk âşıkları olan dengbêjler de, klamlarında sıklıkla bu olaydan bahsederler.
Rivayete göre Zembilfroş, bir beyin nazla büyümüş, yakışıklı oğludur. Zaman zaman babasının veziriyle ava çıkıp eğlenmektedir. Bir gün avdan dönerken yol kenarındaki mezarların birinden çıkmış bir kurukafa görür. Kafatasını eline alarak inceler, sonra da vezire bunun ne olduğunu sorar. Vezir, ölmüş bir insanın kafatası olduğunu ve her insanın bir gün öleceğini söyler. Bu konuşmadan çok etkilenen Şehzade, eve döndükten sonra düşünür ve tüm dünya nimetlerinden vazgeçerek kendisini Allah yoluna adamaya karar verir. Bu kararını bildirdiği hanımı da, onunla gelip, aynı yoksul hayatı paylaşacağını söyler. Hanımıyla birlikte saraydan ayrılan Şehzade Silvan’a yerleşir. Hayatını zembil (sepet) yapıp satarak kazanmaya başlar. Bu sebeple ona Zembilfroş/Sepet Satıcısı” derler.
Bir gün sokaklarda sepet satarken, Silvan Beyi’nin güzel hanımı, onu görür ve âşık olur. Zembil almak bahanesiyle hizmetçilerden birini gönderir ve saraya getirtir. Allah korkusu ve sevgisi ile dolu genç, hanımın bütün tekliflerini geri çevirir. Kalkıp gitmek isteyince, hanım, “Öyleyse seni yakalatıp, tutsak edeceğim” der.
Kadının elinden kurtulamayacağını anlayan delikanlı, abdest almak için izin ister. Adamın kaçmasından korkan hanım, ayağına bir ip bağlar, ucunu da kendi eline alır. Zembilfroş, bir fırsatını bulup kalenin en yüksek burcuna çıkar. Hiçbir kurtuluş yolu kalmadığını düşünerek kendini burçtan aşağı bırakır. O sırada Cebrail, Allah’ın emriyle, Zembilfroş’u havada tutar ve sert bir şekilde yere çarpmaktan korur. Zembilfroş, hiç yaralanmadan yere düştüğünü görünce secdeye kapanır. Rabbine kendisini bu günahtan koruduğu için şükreder ve evine döner. Evde yiyecek bir şeyleri yoktur, satılacak malları da kalede kalmıştır. Ama evlerinde birçok yiyecek görürler. Allah, kendilerini hiç ummadıkları bir anda rızıklandırmıştır.
Namus, iffet ve ahlâk timsali olarak tanınan bir kahramanı anlatan bu hikâye, Hz. Yusuf’un, İbrahim b. Edhem’in veya Hint kültüründeki Buddha’nın da hayatına benzemektedir. Rabbini tanıyan kişi nezdinde hiçbir dünya nimetinin değeri yoktur. Buraya kadar bahsettiklerimiz, Diyarbakır’daki efsanelerin çok küçük bir bölümünü içeriyor. Sadece Suriçi’ni görmek isteyen biri, hangi kapıdan girerse girsin, dinî bir mekânla ve onunla ilgili bir anlatı ile karşılaşabilir. Ve bu, çocukların masallarında, dengbejlerin klamlarında, sohbetlerde, kitaplarda dilden dile anlatılan efsaneler, dün olduğu gibi, bugün de halkın şehre aidiyet duygusunu güçlendiriyor, halkın gözünde şehirlerini değerli kılıyor.
Hayreddin Kızıl
Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Bölümü
Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.