Diyarbakır Suriçi’nde Yitirilen tarihî sesler

Bazen duyduğumuz bir ses bizi çocukluğumuza götürür, geçmişte yaşadığımız bir mekânı hatırlatır. Bu ses bir kuş sesi, bir satıcının sesi ya da bir şarkı olabilir. Ses ve mekân ilişkisi çoğu zaman hafızamızda bir bütün olarak kaydedilir. Sesini yitirmiş bir mekânda hüzünlenir, bir şeyler eksikmiş gibi hissederiz.
Kültürel miras algısındaki değişimin ve insanlığın ortak değerlerini koruma noktasında artan bilincin de etkisiyle ‘kültürel miras’ kavramı yalnızca somut kültür varlıklarıyla temsil edilmekten çıkıp, somut olmayan kültür varlıklarını da içermeye başlamıştır. Diyarbakır Suriçi Bölgesi, kültürel miras niteliğinde birçok tarihî sesi barındırır. ‘Akustik miras’ olarak nitelendirebileceğimiz insan ve doğa sesleri dışında bölgeye özgü geleneklere, etkinliklere, zanaatlara ve sokak mesleklerine ait birçok ses Suriçi’nde işitilmiştir. Ne yazık ki bunların çoğu günümüze kadar ulaşmamış, sözlü ve yazılı kaynaklardan öğrenilmiştir.
Ezan sesi, çan sesi, satıcıların sesi, gündelik hayata ait sesler eski Diyarbakır’da yaşayanların ilk aklına gelen seslerdi. Kentte ezan sesleri ile çan seslerinin birlikte yankılandığı sokaklar, kültürel zenginliğin en büyük göstergesiydi. Kiliselerde çocuklar, gençler ve rahiplerden oluşan ayin ve ilahi grupları, güzel sesleri ile bölgeye has makamlarla ilahiler okurdu.
Kentin en önemli dinî yapılarından biri olan Ulu Cami’de ezan ve sela seslerinin yanında, mevlit sesleri ve hafızlar tarafından cuma akşamları cami avlusunda arbane çalınarak okunan Kürtçe ilahiler, kent hafızasında yer edinen önemli seslerdendi. 1960’lı yıllarda Melik Ahmet Camii’nin minaresinden güçlü sesiyle okuduğu sabah ezanı için; “Sesim, Urfa Kapı’nın duvarlarına çarpar, geri döner ve her eve ulaşırdı” diyen Mevlithan Mustafa, namaz sonrası çarşıya inince hem Müslüman hem Hristiyan çarşı esnafının “Bu sabah yine senin güzel sesinle ihya olduk” dediklerini anlatmıştır.

 

 

Sokak satıcılarının müzikal seslenişi
Tarihin her döneminde canlı bir ticaret hayatına sahne olan Diyarbakır’da, kent – Diyarbakır sokaklarında yankılanan sesler, gündelik hayatımızdan yavaş yavaş çekiliyor olsa da hafızalarımızda yaşamaya devam ediyorlar. ‘Akustik miras’ olarak nitelendirebileceğimiz bu seslerin kayıt altına alınması ve gelecek nesillere aktarılması somut olmayan kültür mirasının korunması açısından önemli bir adım olacaktır.-merkezindeki yoğun ticari ortamın yanı sıra, sokaklarda dolaşarak günlük ve mevsimlik ürün veya hizmet satan seyyar satıcılar vardı. Bu satıcılar, sattıkları ürünü veya hizmeti ihtiyacı olanlara duyurmak ve müşteri çekmek için, seslerini
ilgi çekici bağırışlarla duyurmaya çalışırlardı. Seyyar satıcılar, değişik tonlarda, genellikle ilk duyulduğunda hemen anlaşılmayan, bir süre sonra sıradanlaşan bu sesleri; yerel dilleri ve lehçeleri kullanarak, kelime içindeki bazı sesli harfleri uzatarak söylerdi. Sigara kâğıdı, çakmak taşı, benzin, urum dutu, karadut, beyaz dut, şeftali, nane, incir, pamuklu şeker, Şam şekeri, yuvarlak tatlı, simit, kaynamış nohut, elmalı şeker, dondurma, pandispanya, kahke, sakız, soğuk su, ayran, limonata, meyan şerbeti ile kurbanlık kuzu ve kurbanlık keçi satıcılarını Diyarbakır sokaklarında kendilerine has müzikal çığırışlarıyla duymak mümkündü. Manifaturacılık görevini bohçacı kadınlar, sebze meyve satıcılığını erkek el arabacıları yapardı. Bazen de satıcılar çocuklar olurdu. Çocukların; “Cigare kâğıdı var, çakmak taşı var, kimde var, kime lazım”, “Çakmak taşı var, benzin var” gibi tekerlemeleri özellikle bölgede kaçak tütünü sigara kâğıdına sarıp içen kullanıcılara hitap etmekteydi.

Hevsel Bahçeleri’nde yetişen dut, şeftali ve nane sokaklarda en çok satılan ürünlerdendi. Kalaylı bakır leğenler içindeki Urum dutları, “Urum dutu! Urum dutu! Hastalara şifa urum dutu! Urum dutu! Dertlere devadır! Hastalara şifadır!”, karadutlar, “Arap leylasi!!!!!, Bağdat hurmasi!!!!”, beyaz dutlar ise “Pirinç pilavi!!!, Kudret İlahi!!!” diyerek satışa sunulurdu. Seyyar satıcılar, Dicle Nehri kıyısında yetiştirilen şeftaliyi “Şeftaliii… Kum malii….” tekerlemesi ile naneyi ise “Taze naneee, nane kurutanlarrrrr” diye bağırarak satarlardı. Sokak tatlısı, simit, kaynamış nohut satan çocukların sesleri sabahın erken saatlerinde herkesçe duyulurdu.
Tahta tavlalarında elmalı şeker satan satıcılar, çocukları gördükleri anda, “Elmalı şekerrr, parası yoksa hasretini çekeeerrr…” diye bağırırdı. Dondurma satıcısı “Dondurma kaymaaaakk” diye, pandispanya satıcı “Ceeennet kuşlari, pannndispanyaaa geldi”, “Pannndispanya, hem yer hem oynar”, “Beze var bezeeee” diye bağırarak çocukları toplardı. Sakız satıcıları ise başlarına müşteri toplamak için “Çermik sakıziii, Çermik sakıziii!” diye seslenirdi.
Sıcak yaz günlerinde su, ayran ve limonata satıcıları, sırtlarında veya göğüslerinin üzerinde taşıdıkları, içine buz atılmış içecekleri ilgi çekici sözlerle satarlardı. Su satıcıları Kürt- çe “Ava büze”, “Zozan buhe yüz para” ya da Türkçe; “Soğuk su içen”, “Yüz paraya bi bardak, inanmazsan iç de bak”, “Otuz iki dişe kemane çaldırır” diye seslenirlerdi. Meyan şerbeti bunların içerisinde ayrı bir yere sahipti. Sayıları giderek azalan meyan kökü şerbeti satıcılarının, ellerindeki bakır şerbet bardaklarını birbirlerine vurarak çıkardıkları sesler kent hafızasında yer edinmiş, kenti simgeleyen önemli seslerden biridir.
Değirmenden geldikten sonra elenen unlardan geriye kalan buğday kepeklerini almak için sokaklarda gezen ve “Kepek sataaan, kepek aliyam…” diye bağıran kepek alıcıları bulunurdu.

 

 

Kuyu paklayan, dam loğlayan, bulgur çeken Bahar aylarında kirlenmiş kuyuların temizlenmesi için sokaklarda “Ku’yi paaaakliyaaaaan” diye bağıran ve genelde gözleri görmeyen işçiler bulunurdu. “Dam loğliyannnn” diye bağıran loğcular, yağmur ve kar sonrası sokaklarda gezerdi. İhtiyaç duyan ev sahipleri fiyatta anlaşınca sabahın erken saatlerinde loğlama başlardı. Bu işlem sırasında damların saçaklarını döven tokacın sesi duyulurdu. Loğcular kar temizleme işini de yaparlardı. Kar yağışı sonrası gelen loğcuların, kürediği karları sokağa atarken “Sakkınnn, sakkıınnn…” diye bağırmaları halen akıllardadır.

Genellikle güçlü ve iri yarı bir yapıya sahip olan odun satıcıları, bellerinde ip ve dahreleri, omuzlarında baltaları ile sokaklarda gezer “Odun kıraaannn, odun kıraannn”, “Bi arkha kuru odun, kuru odun” diye bağırırdı.
Sonbahar aylarında, sokaklarda “Bulgur çekaaan! Bulgur çekaaan…” sesleri sıklıkla duyulurdu. Bulguru
çeken ustanın makinesi kol gücüyle çalışan ahşap bir değirmendi. İnsan boyundaki bu makinenin parçaları yerleştirildikten sonra haznesine buğday doldurulur, bulgur çekilirdi. Makinenin tıkırtısı komşu evlerden de duyulurdu.
Bazen sokaklarda, önüne kattığı koyun ve keçi ile gezerek “Ka’re kurbaneee!”, “Keri kurbanee, teseduk malee” diye bağıran adakçı kasap- ların sesi duyulurdu. İçinde kesme aletleri olan bir sepetle dolaşan bu kasaplar hem kurbanlık koyun satar hem de kurbanları keserlerdi.

 

At nalı, kapı tokmağı, demirci örsü… Sokaklardaki bir diğer ses, afiş gezdiricilerin sesiydi. “İki film tekmili birdeeen!” diye bağıran afiş gezdiriciler, faytonlarla veya yürüyerek sokak sokak gezer, sinemalarda gösterime girecek filmlerin tanıtımını yapardı. Filmin adını, hangi sinemada oynadığını söyler, “Belgin Doruk”, “Ayhan Işık” gibi film artistlerinin isimleriyle dikkat çekmeye çalışırlardı.
Faytonların ve at arabalarının yol boyunca ilerlerken at nallarının ritmik ve senkronize bir müzik halini alarak bazalt sokak taşlarına vurarak çıkardığı ses de hafızalarda yer etmiştir. Sakin ve uyumlu bir şekilde yol alan atlar birdenbire bir gürültü çıkarır, kişnemeye başlardı. Faytoncu, “Buubuıubıuvv…! Bıubıubıuvvv…!” diye seslenerek atları sakinleştirmeye çalışırdı.
Demirciler Çarşısı’ndaki usta demircilerin, kızgın demiri örsün üstünde çekiçlemesi sırasında “Tak, tuka, tak… Taka, tuka, tak…” diye çıkardığı ahenkli sesler dar sokakların sessizliğinde duyulurdu. Evliya Çelebi de Kazancılar ve Demirciler Çarşısı’nda kazanlara ve bakır kaplara bir müzik aleti gibi “Tırtaka tırtâk tırtırtâk” diyerek çekiçlerin vurulmasına dinleyenlerin hayran kaldığını söyler.
Sokaktan eve girişte, evin ahşap ana giriş kapısının kilidi açılırken, kapısındaki büyük anahtar deliğine sokulan anahtarın “şırang, şırang, şırang” diye ses çıkararak çevrilmesi bu evlerde yaşayanların bugün de hatırladığı bir sestir.
Kapı tokmağı sesi gündelik yaşam kategorisinde yer alan özgün seslerdendi. Bu sesi özgün kılan nitelik, Suriçi’ndeki bazı evlerin kapısında iki farklı tokmağın bulunmasıydı. Bu farklı tokmaklar kapıyı çalan kişiyi tanımlamak ve ona göre hazırlık yapmak amacıyla kullanılmaktaydı. Kapı tokmakları genellikle farklı sesler çıkartabilmesi için büyük ve küçük olarak tasarlanmıştı. Büyük olan tokmak tasarım olarak daha özensiz, düz bir formda olup, kalın bir ses çıkartırken; küçük olan tokmak işlemeli olup, görece daha ince bir ses çıkartmaktaydı. “Tok” ve “tak” şeklinde karakterize olan bu sesler aynı zamanda bir mesaj vermekteydi. “Tok” sesi duyulduğunda kapıda bekleyenin bir erkek, “tak” sesi duyulduğunda ise kapıyı çalanın bir kadın olduğu anlaşılırdı.
Kentteki en büyük eğlence etkinlikleri düğünlerdi ve farklı dinlerin düğün törenlerinde müzikli eğlenceler düzenlenirdi. Genellikle evlerin büyük avlularında düzenlenen düğünlerde; davul, zurna, kaval ve arbane en çok kullanılan müzik aletleriydi. Bazı Müslüman ailelerin düğünlerinde, sadece kaval ve arbane çalınırdı.
Zılgıt, bölgede yer alan tüm toplulukların ve farklı kültürlerin sevinç sesiydi. Günümüzde de kullanılan bu ses, özellikle sesi gür kadınlar tarafından; düğünlerde, nişanlarda, sünnetlerde çağrılıp söylenir ve “Ti-li-li”- siz sevinç olmazdı. Çok sayıda kadın tarafından icra edilen zılgıt sesleri
o kadar güçlü olurdu ki gelin alayı geldiği zaman sokak sakinlerinin tümü sesi duyup kapıya, pencereye veya dama çıkardı. Genellikle mutlu zamanlarda çekilen zılgıt, bazen de acılı zamanların sesi olurdu.
Evlerin sokak kapılarını çalarak Kürtçe veya Türkçe belirli bir ritimle yiyecek isteyen dilenciler gündelik hayatın bir parçası sayılırdı. Bazı dilenciler; “Cuma akşamidır hafıza bi kısmeeeet!” diye sadaka isterdi.
Sokağa dökülen suyun sesi, trenin uzun çalan düdüğü
Bazalt taştan yapılmış fıskiyeli havuzdan alınan su, “satıl” veya “sıtıl” denilen galvaniz kovaların yardı- mıyla avlunun bazalt döşemesine dökülür, dört bir yan süpürülerek yıkanırdı. Avluya dökülen su sesi ve süpürme sesi, temizliğin sesi olarak bugün de hatırlanır. Bazen de sabahın ilk ışıklarıyla evin hanımının sokak kapısını açarak, “Günün aydınlık ve ferah olması” dileğiyle kapı önüne döktüğü suyun sesi sokakta yankılanırdı.
Sıcak yaz gecelerinde damlar daki tahtlarda uyurken, açık hava sinemalarının uzaktan gelen sesleri, Diyarbakır Garı’na giren trenin uzun uzun çalan düdüğü, trenin “cuf cuf” sesi ile sabahın ilk saatlerindeki sessizlikte duyulan kuş cıvıltıları her gün duyulan seslerdi.
Ne yazık ki bugün birçoğunu duyamadığımız bu seslerin, hafızalarda kalan haliyle kayıt altına alınması ve gelecek nesillere aktarılması somut olmayan kültür mirasının korunması açısından önemli bir adım olacaktır.

 

 

Neslihan Dalkılıç, Prof. Dr. Dicle Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi

 

 

KAYNAKÇA
Derya Çakır Aydın, Neslihan Dalkılıç, Felat Dursun, Berivan Özbudak Akça, Yahya Melikoğlu, “Diyarbakır’ın Tarihi Sesleri, Diyarbakır Suriçi Bölgesi’nde Akustik Mirasın Belgelenmesi ve Değerlendirilmesi”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 19 (76), 2020.
Ayhan Bekleyen, Eski Diyarbakır Evlerinin Sosyal ve Kültürel Açıdan İncelenmesi: Fiziksel ve Davranışsal Konumlar, Doktora tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi: 1999.
Neslihan Dalkılıç, Ayhan Bekleyen, “Geçmişin Günümüze Yansıyan Fiziksel İzleri: Geleneksel Diyarbakır Evleri”, Diyarbakır Mima- risi, (Editör: İrfan Yıldız), Diyarbakır: Diyarbakır Valiliği Yayını, 2011.
Halil Değertekin, Bir Ev, Bir Sokak, Bir Şehir, Diyarbakır Anıları, Ankara: Kanguru Yayınları, 2012.
Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Hazırlayan: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, C. 4, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Zübeyde Kırmızı, Amid-i Nur, Editör: Şeyhmus Diken, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2009.
Mehmet Şevki Korkusuz, Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat, İstanbul: Kent Yayınları, 2007. Mehmet Şevki Korkusuz, Bir Zamanlar Diyarbekir, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, İstanbul: 2007.
Mıgırdiç Margosyan, Gavur Mahallesi, İstanbul: Aras Yayınları, 1996.
Mıgırdiç Margosyan, Söyle Margos Nerelisen?, İstanbul: Aras Yayıncılık, 1997.
Mehmet Mercan, Diyarbakır Türküsü, Ankara DİTAV Yayını, 2011.

Ejder Okumuş, “Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde Diyarbakır”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı: VII, 2012.
Silva Özyerli, Amida’nın Sofrası-Yemekli Diyarbakır Tarihi, İstanbul: Aras Yayıncılık, 2019. Mehmet Uzun, Dengbêjlerim, İstanbul: Gendaş Yayınları.

 

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir