Bir Osmanlı şehri olarak Diyarbakır

Kadim çağlarda “Amid” veya “Amida” adıyla anılan Diyarbakır, hem çeşitli geçim kaynaklarına sahip bir bölgenin merkezi olması, hem de önemli yolların kavşağında yer alması hasebiyle tarih boyunca birçok medeniyetin doğmasına imkân sağlamıştır. Birçok kavim ve devlete ev sahipliği yapan şehir, İran ve Anadolu merkezli devletlerin boy ölçüştüğü bir yer olmuştur. Özellikle, İslam öncesinde dönemin iki büyük gücü olan Bizans ve Sasani arasında sürekli el değiştirdiğini ve bu iki devletin mücadele alanı olduğunu görürüz.

 

Uzun süre Doğru Roma İmparatorluğu’nun “İleri Kalesi” durumunda olan Diyarbakır’ın Müslümanlarca fethi Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiş, bu fetihten sonra şehir Müslümanların idaresi altına girerek İslam medeniyetinin önemli bir merkezi olmuştur. Hatta Anadolu’ya yapılacak akınlar için adeta bir “fetih kapısı” vazifesi görmüştür. Tarihî süreç içerisinde üç ilahi dine ve bazı pagan inançlara mensup milletleri bünyesinde barındıran Diyarbakır, İslam idaresine girdikten sonra da birçok İslam devletinin idari merkezi veya başkenti olarak önemini korumuştur. Siyasi, askeri ve ekonomik açıdan müstesna bir yere sahip olan şehir, aynı zamanda önemli bir ilim ve irfan merkezi olarak da İslam medeniyetine katkı sunmuştur.

 

Diyarbakır’ın en uzun süre idaresi altında kaldığı devlet Osmanlı’dır. Yaklaşık bir asır Akkoyunlu hâkimiyetinde kalan şehir, Akkoyunlu Devleti yıkıldıktan sonra kısa bir süre Safevi idaresi altında kalmışsa da Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı idaresine girmiştir. Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Amid merkez olmak üzere Diyarbakır Eyaleti/Beylerbeyliği kurulmuş ve Bıyıklı Mehmet Paşa ilk vali olarak atanmıştır. Diyarbakır Beylerbeyiliği, Osmanlı Devleti’ne ilhak edildikten sonra Sivas ve Erzurum’un güneyinden Musul’a kadar geniş bir coğrafyayı içeren bölgenin idare merkezi olmuştur.

 

Diyarbakır, İran hududundaki en önemli eyalet olması sebebiyle buraya güzide ve mümtaz şahsiyetler beylerbeyi olarak atanmıştır. Hüsrev Paşa, Rüstem Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa, Ayas Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa, Cigalazade Sinan Paşa, Hafız Ahmet Paşa, Melek Ahmet Paşa, Murtaza Paşa bunlardan bazılarıdır. Bir kısmı sadrazamlık gibi önemli makamlara da atanan bu kişiler, Diyarbakır’da yönetici oldukları dönemde büyük hizmetler yapmışlardır. Bu nedenle Osmanlı hâkimiyetinin bilhassa ilk asrında Diyarbakır’ın büyük bir “umran safhası” geçirdiğini söyleyebiliriz.

 

Valiler, şehir yönetiminin yanı sıra, cami, han gibi eserler de yaptırarak şehre kalıcı eserler bırakmışlardır. Bunlardan birisi Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından inşa ettirilen Fâtih Paşa Camii’dir. 16. ve 17. yüzyıllarda valilik yapan Hüsrev Paşa, Hadım Ali Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa, Melek Ahmed Paşa ve Defterdar Ahmed Paşa da birer cami yaptırarak, şehrin imarında yer sahibi olmuşlardır. Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı ve Çifte Han gibi eserler de Osmanlı’nın 16. yüzyılından kalma önemli yapılardır.

 

Osmanlı padişahlarının Diyarbakır’a ilgisi

 

Mümtaz ve muktedir şahsiyetlerin görev yaptığı Diyarbakır, bazı hükümdarların da özel ilgi duyduğu bir şehir olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman 1535 ve 1554’teki İran seferlerinde Diyarbakır’a uğramış ve Ulu Camii’de cuma namazı kılmıştır. Dört kez geldiği Diyarbakır’da, Suriçi’deki yapıları esaslı bir şekilde düzenleten ve Hamravat suyunu Karacadağ’dan getirterek şehrin su ihtiyacını temin eden de Kanuni’dir.

 

Yine Bağdat seferi sırasında yolu Diyarbakır’a düşen IV. Murad’ın da iki aydan fazla bir süre şehirde kaldığını biliyoruz. Diyarbakır ahalisine hususi bir yakınlık hisseden IV. Murad, Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “Ahali ile Diyarbakır aksanıyla konuşmayı çok sever”di. Safevi tasallutundan Diyarbakır’ı kurtaran Yavuz Sultan Selim’in adı ölümünden bir buçuk asır sonra bile Diyarbakır’daki cuma hutbelerinde zikredilir ve rahmetle anılırdı.

Osmanlı Devleti’nin özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda şehre yapmış olduğu yatırım ve vermiş olduğu önem nedeniyle Diyarbakır’ı bir “Osmanlı Şehri” olarak tanımlayabiliriz. Bir süre başkentlik yapan Bursa’dan sonra, Osmanlı’nın Anadolu’da belki de en fazla bayındırlık eserinin olduğu yer Diyarbakır’dır. Birçok Anadolu şehrinde Osmanlı dönemine ait tek bir eser bile bulunmazken, Diyarbakır’da Osmanlı dönemine ait onlarca eserin varlığı biliniyor. Diyarbakır’a yapılan bu imar hizmetleri ve gösterilen alaka nedeniyle şehrin bir “İslam ve Osmanlı memleketi” olarak vasıflandırılması boşa değildir. Bu nitelemenin sebebi 1900 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde özetle şöyle ifade edilmiştir:

 

“Burada bulunan en sağlam, en büyük köprüler, en güzel cami ve medreseler, kütüphaneler, suyolları ve çeşmeler gibi bayındırlık eserlerinin hepsi İslam yadigârıdır. Diyar – bakır bir İslam memleketidir. Çünkü ahalisi tamamen Osmanlı Devleti’nin şan ve kudretinin yücelmesi için ciddi bir arzu ile doludur. Diyarbakır vilayeti dâhilinde Türk, Arap, Kürt, Ermeni, Süryani, Zaza lisanları kullanılmakla beraber en ziyade yaygın olan lisan, zarif Osmanlı lisanıdır. Hemen her köyde, her evde bu lisan ile konuşan adama rastlanabilir. Gerek vilayet merkezinde gerekse vilayete bağlı yerlerde en ziyade dik – kat çeken ve bakılan eserler Osmanlı Devleti’nin çabası ile inşa edilmiştir. Diyarbakır’a hayat bahşeden Hamravat suyu Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın kıymetli yadigârıdır. Behram Paşa, Fatih Paşa, İskender Paşa, Hüsrev Paşa, Ali Paşa Melek Ahmed Paşa camileri Osmanlı valilerinin kıymetli armağanlarıdır.”

 

Diyarbakır, belki de kurulduğu tarihten beri en müreffeh yıllarını Osmanlı Devleti’nin şehre hâkim olmasından sonraki iki asırda yaşamıştır. Bu süreçte surlar onarılmış, İçkale genişletilmiş, birçok cami yapılmış ve ticaretin gelişmesine uygun olarak kervansaraylar, hanlar ve pazar yerleri inşa edilmiştir. Nitekim Osmanlı idaresi altına girdikten sonra şehri ziyaret eden seyyahlar, Diyarbakır’ın o güne kadar gördükleri şehirlerin hepsinden güzel olduğunu ifade ederek hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Eski zaman seyahatnamelerinde şehrin pazarlarının Anadolu’daki birçok şehirden daha büyük ve daha güzel olduğu vurgulanır. Bu nedenle İran, Mısır, Kafkasya, Polonya ve Rus tacirlerinin buraya gelip ipek, pamuk, tiftik ve sahtiyan alarak memleketlerine götürdükleri ve deri işlerinin en güzellerinin hemen hemen tamamıyla burada yapıldığı belirtilir. Bu dönemde Diyarbakır’ın ipekli dokumaları ve renkli sahtiyanları meşhurdu. Şehirde pamuklu bezler dokunduğu gibi birçok deri imalathanesi de bulunurdu. Ayrıca şişe, çömlek ve Ergani bakırından türlü eşyalar yapılırdı.

 

Şehrin 15. yüzyılda doğuda Van-İran, güneydoğuda Mardin-Musul-Bağdat, güneybatıda Siverek-Urfa-Halep, kuzeybatıda Malatya-Sivas karayollarının merkezi durumundaki konumu, buraya ticarî bir önem ve iktisadî bir güç kazandırmıştı. Bunda Osmanlı Devleti’nin bölgede istikrarı tesis etmesi ve bölgeye önem vermesinin de payı büyüktür. Şehirden geçen transit mallar arasında İran, Avrupa, Anadolu kumaşları, ipekliler, demir ve benzeri madenî eşyalar, baharat, sabun, çeşitli yiyecek maddeleri önemli bir yer tutuyordu.

 

Ancak 18. yüzyıldan sonra Diyarbakır’ın ekonomik yapısının bozulduğuna şahit oluruz. Bunda hem Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü siyasi, askeri ve iktisadi sıkıntılar hem de değişen küresel güç dengeleri etkili olmuştur. 19. yüzyıla gelindiğinde ise Diyarbakır ve çevresinde görülen veba ve kolera salgınları, kıtlık ve asayiş hadiseleri, öteden beri cazibe merkezi olan şehrin öneminin iyice azalmasına neden olmuştur. Bu süreçte, meydana gelen 1895 Ermeni Olayları nedeniyle baş gösteren toplumsal hadiseler de vilayeti siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan derinden etkilemiştir. Bütün bunlara rağmen 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde şehirde eğitim, bayındırlık ve ekonomik alanla ilgili önemli çalışmalar yapıldığını görürüz. Bu süreçte başta İstanbul olmak üzere önemli yerleşim merkezlerinde hararetli bir şekilde tartışılan fikir akımları ve ideolojilerin en fazla etkisini gösterdiği yerlerden birisi de Diyarbakır olmuştur. Köklü bir tarihî derinliğe, geniş bir idari yapıya ve stratejik konuma sahip olan Diyarbakır, Birinci Dünya Savaşı sırasında Irak, Suriye ve Kafkaslara gönderilen orduların sevkiyat merkezi olarak, önemini korumaya devam ettirmiştir. Aynı zamanda Ermeni tehcir kafilelerinin geçiş güzergâhı ve Doğu vilayetlerinde Rus ve Ermeni mezaliminden kaçan Müslüman muhacirlerin sığınma merkezi olması da oldukça önemlidir. Osmanlı idaresi altında önemli bir yere sahip olan Diyarbakır, bu konumunu Cumhuriyet döneminde de devam ettirmiştir.

Oktay Bozan,

Doç. Dr., Dicle Üniversitesi, tarih bölümü.

Please wait while flipbook is loading. For more related info, FAQs and issues please refer to DearFlip WordPress Flipbook Plugin Help documentation.

Array
50% LikesVS
50% Dislikes
Bu yazıyı paylaş
Facebook
Twitter
WhatsApp
Email

Sizin Gözünüzden Diyarbakır

Bu kısımda sizin de görselinizin bulunmasını isterseniz fotograf@diyarbakirdergisi.com mail adresinize fotoğrafınızı gönderebilirsiniz.