Ömrünü kitaplara adayan bilge Ali Emîrî -5.Sayı

Ali Emîrî Efendi’nin kıymetli tavsiyeleri, yaşadığı dönemde olduğu gibi bugün de gençlere yol gösteren bir rehber niteliğindedir. Ona göre aslolan ilim ve sanattı fakat hepsinden önce vatan sevgisi gelirdi. Onun şu meşhur ifadesi bugün de kalbimize coşku vermeye devam ediyor; “Vatan aynıyla insan, insan aynıyla vatandır. İnsan bulunmazsa vatan bulunmaz, vatan olmazsa insan olmaz.”

Ali Emîrî Efendi, bir ayağı mazide, öteki ayağı âtide olan, Türk kültür ve edebiyatına ziyadesiyle hizmet etmiş vatanperver bir şahsiyettir. Dedesi Mehmed Emîrî Çelebi’nin nesebinin yirmi yedinci göbekten Hz. Hüseyin’e dayandığı biliniyor. Bu nedenle kendisini seyyid olarak tanımlayan Ali Emîrî Efendi’nin, anne tarafından soyu da oldukça münevver kimselerle çevrilidir. Emîrîzadelerin son çocuğu olarak 1858 tarihinde Diyarbekir’de doğan Ali Emîrî Efendi, köklü ve aydın bir aileye mensuptu. Babası Mehmet Şerif Efendi, Ali Emîrî dünyaya geldiği yıllarda altmış yaşını geçmiş, Diyarbakır-Bağdat arasında kervan işleterek geniş çapta ticaretle uğraşan bir tüccardı.

Okumayı oyun yerine koyan bir çocuk

Ali Emîrî, çocuk yaşlardayken dayılarından Abdülfettah Fethi, Siirt/Şirvan kaymakamlığında, Abdülkerim Abdi Efendi ise Mardin sancağı tahrirat ve rüsûmat müdürlüklerinde görev yapmaktaydı. İlk tahsil yıllarını, aynı zamanda şair olan bu dayılarının yanında geçiren Ali Emîrî’nin yetişmesinde büyük amcası Şaban Kâmî Efendi’nin de emeği büyüktür. Ali Emîrî’nin çocukluğu, akranlarına göre oldukça farklı şekilde geçmiş; tahsile önem veren mizacı, onu çocukluğun gereği olan oyun ve eğlenceden uzak tutmuştur. Kendi hâl tercümesine de yer verdiği ‘Tezkire-i Şu’arâyı Âmid’de bu durumu “Lu’biyâta (oyunlara) merakım yok idi. Üstâdımızla teferrüce (gezintiye) gittiğimiz zaman çocuklar oyunla meşgul olurlar, ben bir tarafa çekilir kitap mütalâa ederdim.” şeklinde anlatır. Henüz çocuk denilebilecek yaşlardan itibaren kitap okumaya ve toplamaya başlayan Emîrî Efendi, daha sonra iş hayatına atıldığı yıllarda, memur olarak atandığı şehirlerde de kitap toplamaya devam etmiştir. Kâtip ve defterdar olarak çalıştığı Diyarbekir, Selanik, Adana, Leskovik, Erzurum, Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen’den ve Osmanlı coğrafyasında ziyaret ettiği her bölgeden kıymetli ve nadir kitaplar edinmiş, parasının yetmediği veya sahibi satmadığı için alamadığı kitapları istinsah etmiş hatta ulaşmak istediği bir kitabın bulunduğu şehre tayinini istediği bile olmuştur.

Ali Emîrî’de vatan sevgisi

Her mütefekkirin kendine mahsus bir tefekkür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi ve bütün gönlü ile bağlandığı bir ideali vardır. Onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun uzun mukaddemeler serdetmek gerekir. Batılı mütefekkir Karl Leyl der ki; “Milletler kahramanları ile yaşarlar ve bu kahramanlar mensubu oldukları toplumlara şekil ve ruh verirler.” Bu minvalde Ali Emîrî Efendi de kendi milletinin bir kahramanıdır. Diyarbekir’den İstanbul’a kadar uzanan sergüzeşti hayatına bakıldığında 67 yıllık ömrüne çok şey sığdırdığını görürüz. O, dokuz yaşlarındayken beş yüzün üzerinde şiir ezberlemiş, on yedi yaşlarındayken ‘Mir’atü’l-fevâid’ gibi Diyarbekir’i anlatan, muhteşem bir kültür tarihi kaleme almış ve devletin önemli kademelerinde bulunmuş sıradışı bir şahsiyettir. Bu sıradışılıkta tarihimizde hepsi de bir dönüm noktası olan Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi üç devre şahitlik etmesinin de rolü olduğu düşünülebilir. Yalnız siyasette değil edebi alanda da büyük dönüşümlerin ve yeniliklerin yaşandığı ve Osmanlı Devleti’nin adeta su alan bir gemi gibi yalpaladığı günlerde, ‘vatan’ ve ‘millet’ gibi kavramları şiire sokarak, tıpkı Namık Kemal gibi edebiyatı toplumun hizmetine sunma vazifesini de üstlenmiştir. Namık Kemal ‘Vâveyla’ şiirinde bir sevgili tasviri yapar lakin şiirin sonunda biz bu sevgilinin vatan olduğunu anlarız:

Feminin rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
Giriyor göz yumunca rüyama
Benziyor, aynı, kendi hülyama.
Âh böyle gezer mi hiç cânân
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin, sen misin garîb vatan

Ali Emîrî Efendi de aşağıdaki
beyitte bir sevgiliden bahseder, bu-
radaki ‘cânân’ da yine vatandır:

Geldi cânân bu gece nâz ile kâşâ-
nemize

Nûr yağdırdı saâdet günesi hâne-
mize 
Âşıkız bir güzele yani Emîrî vatana

Cân ile sa’y ederiz himmet-i cânâ- nemize 

Ali Emîrî Efendi, ‘Ezhar-ı Hakîkat’ adlı eserinde vatan için yazılan şiirleri ayrı bir yerde konumlandırır ve onları ‘hikmet minberinin en kıymetli hutbeleri’ olarak tanımlar. Divanının pek çok yerinde vatan, millet, ilim, irfan, kitap, gayret ve çalışma gibi kavramlar üzerinde durarak bir bilinç aşılama çabası içerisine girer. Yaşadığı topraklarda yoksulluktan şikâyet edip de ölmeyi arzulayan insanlara Emîrî Efendi, vatanın diliyle cevap verir: “Sen toprağı kazdın da ben mi sana su vermedim? Sen ziraat ettin de ben mi sana mahsul vermedim? Sen ağaç diktin de ben mi meyve vermedim? Sen altın ve gümüş madenleri çıkarmaya çalıştın da ben mi sakladım? Diyeceksin ki bunlar parayla oluyor. Bu bahane olamaz. Çünkü şahsi zevklerin için bir şekilde para bulunuyor. Vatan ve milleti uğruna çalışacak adam için bunlar mazeret değildir.”

Gençlere ümit veren rehber

“Gençliğini ilimle geçirmeyen, geleceğinin manevi katilidir” diyen Ali Emîrî Efendi, aynı makalenin devamında da gençlere ve onları yetiştiren öğretmenlere şöyle tavsiyelerde bulunur: “Okul, Allah’ın insanlara bağışladığı bir lütuftur. Bir tarafta öğretmenler diğer tarafta talebeler… Talebeler başta karşılaştıkları zorluklardan dolayı belki biraz haylaz, öğretmenler ise zaman zaman ümitsiz. Oysa öyle değil. Eflatunlar, Aristolar, Sokratlar bu çocukların arasından çıkmıştır. Arşimet bu bahçenin meyvesi, Gazali bu pencerenin çiçeğidir. Bir fakirin fakirliğini yok eden ilmin kıymeti olduğu gibi bir hanedanın hanedanlığını süsleyen ve artıran da yine ilimdir. Akıllı genç odur ki özellikle gençlik çağında kulakları bir üstadın bilgileri ilk küpelenmiş olsun.”

Ali Emîrî Efendi hayatı boyunca yaşadıklarını, gördüklerini ya da hissettiklerini korkusuzca dile getirmiş ve bazen ağır bedeller de ödemiştir. Duygusal bir insandır aynı zaman- da; hüzünlenir, heyecanlanır, kızar, küser… O ne dünya namına kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzundur. Onu mutlu eden şey vatandır, millettir, kitaptır. Gerisi beyhudedir. Bakın aşağıdaki beyitte dili kalbine nasıl tercüman olur.

 

Hubb-ı vatanla sa’y et (Emîrî)

hünerver ol
Bi-ilm ü san’at olma zaman ol

zaman değil!”

(Vatan sevgisi ile çalış ve hü-
ner sahibi bir insan ol. İlimsiz ve sanatsız sakın olma. Çünkü zaman o zaman değildir.)

Aşağıdaki beyitte ise,

Çalış sen ilme rûhum aç bırakmaz mâder-i dünyâ

Giderse mektebe evlâdı, mâder âb u nân saklar

(Ey ruhum sen ilme çalış. Dünya anne seni asla aç bırakmaz. Mekte- be giden evladını bir anne nasıl aç bırakmıyorsa, ilimle meşgul olan kişi de bu dünyada asla aç kalmaz.” der.

Millet sevgisi ile yaşamını prog- ramlayan Ali Emîrî Efendi en çok bilinen ‘Millet Şiiri’nde ise milletimi- zin her ferdini hamiyetle çalışmaya, aydın, münevver insanlar olarak yetişmeye ve ülkeyi kalkındırmak için çalışmaya davet eder:

“Hünerverler yetişsin san’at îcât eylesin millet

Hamiyyetle çalışsın mülkü âbâd eylesin millet.”

Ali Emîrî Efendi’ye göre eğer
bu milletin fertleri ecdadımızın yolundan giderse İbn Sina ve İbn Rüşd gibi nice dehaların yetişeceği muhakkaktır:

“Gör ne İbni Sinalarla İbni Rüştder olur peyda

Hele bir kerre azm-i rah-ı ecdad eylesün millet.”

Öyleyse bugün bize düşen görev, ecdadın vasiyet niteliğindeki bu tav- siyelerini önemsemek, yeni nesillere ulaştırmak ve hamiyetle çalışıp vata- nımızı ve milletimizi ihya etmektir 

Çünkü Ali Emîrî’nin de dediği gibi: “Vatan aynıyla insan, insan aynıyla vatandır. İnsan bulunmazsa vatan bulunmaz, vatan olmazsa insan olmaz.

 

                                                                                         

                                                                                                                                                                                                                                               Mustafa Uğurlu Arslan

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir