Farklı mesleklerden Diyarbekirli Divan Şairleri -5.Sayı

İnsan bilmediğinin düşmanı, bildiğinin ise hayranı veya takipçisidir. Bu, ‘divan şiiri’miz için de böyledir. Divan şiirine getirilen eleştiriler, onu hakkıyla tanımamamızdan kaynaklanır. Onun, toplumdan kopuk ve hayatla doğrudan ilgisi olmayan sun’i bir edebiyat olduğu iddiası, aslında altı yüz yıllık kendi edebiyatımıza bigâne kalışımızdandır. Oysa hiçbir edebiyat yaşamdan kopuk değildir. Bunun en güzel göstergesi de farklı meslek ve meşrep erbabının divan şiiri ile yakından ilgilenmiş olmasıdır. Ayrıca şiir her ne kadar şahsi olsa da, kullandığı malzeme toplumun ortak malı olan ‘dil’dir. Dil ise bizim insan oluş maceramızın başlangıç noktasını oluşturur. Bu sebeple şair hiçbir surette sosyal hayatın dışında görülmemelidir. 

Osmanlı Dönemi’nde yetişmiş, sadrazamlık, vezirlik, nişancılık, defterdarlık, emirlik, beylik, müftulük, kadılık, müderrislik, padişah ve şehzade hocalığı gibi üst mertebede hizmet etmiş devlet adamlarının çoğu şiire ve belagate yönelmiştir. Payitahttan yüzümüzü Güneydoğu Anadolu’ya çevirdiğimizde kültürel anlamda, Nâbî’nin ifadesi ile adeta “Küçük İstanbul” gibi değerlendirebileceğimiz Diyarbekir’de de farklı meslek gruplarından pek çok şaire rastlayabiliriz. Evliya Çelebi, ‘şair tabiatlı’ Diyarbekir insanını anlatırken: “Güzel ve sayısız sevimli çocukları vardır. Gençleri güzellikte ve tatlılıkta hoş görünüşlü, peri yüzlü, ay parçası gibidirler. Şark diyarı olduğundan bölgesel şive ile belagat üzere konuştuklarında gönlü yaralı âşıklar hayat bulur. Her davranış ve hareketleri, yürüyüş ve duruşları adamı hayran eder. Hepsi zarîf ve nükteci çocuklardır. Bu şehir doğu tarafında ve Acem’e yakın olduğundan nice yüz fasih ve beliğ şairler vardır. Çoğu Fuzûlî ve Rûhî-i Bağdâdî tarz kaside söyleyen seçkin şairlerdir.” der. 

Diyarbekirli şairleri, meslekî açıdan değerlendirildiğimizde, şehirde yaşayan hemen hemen her kesimin şiiri benimsediğini, şiiri adeta yaşamın bir parçası olarak kabul ettiğini görebiliriz. Bu şairler kimi zaman şehri yöneten devlet erkânı arasından, kimi zaman da ulemanın içinden çıkmıştır. Bir tüccarın, bir esnafın veya herhangi bir serbest meslek sahibinin de divan şiiriyle meşgul oluşu o dönemde oldukça tabiidir. Peki, geçimini kazandığı mesleğinin yanı sıra şiire de gönül vermiş Diyarbekirli şairler kimlerdi? Hadîdî Efendi, şehrin demirci esnafındandı, Çâkerî, mücellitti. Hacı Civân kahvehane işletmiş, Ahmed Paşa Rakka valiliği yapmıştı. Edîb, Nardâ Kadısı, İskender Paşa Diyarbekir Valisi, Emnî Kethüda, Tâ’ib ise mûsikîşinastı.

Diyarbekir’in Esnaf Şairleri

Diyarbekir’in esnaf şairlerinden öncelikle ‘demiri konuşturan’ Şair Hadîdî Efendi’den bahsetmek gerekir. 19. yüzyıl Diyarbekir’inin en renkli simalarından biri olan Hadîdî, hafızasında oldukça fazla şiir barındıran, ümmi bir şairdir. Bahar mevsimlerinde dostları ile mesire alanlarına gittiği, etrafına pek çok kimsenin toplandığı ve orada şiirler okunduğu anlatılmaktadır. Ancak Hadîdî’nin asıl mekânı demirci dükkânıdır. Çeşitli makamlara da aşina ve güzel bir sese sahip olan Hadîdî’nin, makamlı şiirler okuyarak çekiçleri örs üzerindeki ateşîn demirlere bir intizam ile vurup, adeta çekiç sesinde bile bir nağme oluşturduğu anlatılır. Ali Emîrî Efendi’nin babasından nakille anlattığı gibi, gündüzleri dükkânında demirci kıyafeti giyen Hadîdî, geceleri ise en temiz elbiselerini giyerek başına ağabani sarık sarar; sohbet meclislerinde tuhaf hikâyeler anlatır; memleketin büyükleri bu hikâyeleri dinleyerek mutlu olurdu. Hadîdî’nin sohbetlerine katılabilmek için birkaç gün önceden adeta randevu oluşturmak icap ederdi. Ali Emîrî’nin yayınladığı ve tek kayıtlı eseri olan Gazel’indeki giriş beyti şu şekildedir:

Aşka düşdü gönlümüz gam nâzıkâr eyler mi hîç 

Düşmeyenler âteşe neşr-i şerâr eyler mi hîç 

Şehrin esnaf şairlerinden bir diğeri 18. yüzyılda yaşamış Mücellit Çâkerî’dir. Ali Emîrî Efendi, Çâkerî’yi anlatırken, şiirde olduğu gibi tezhip ve ciltçilik sanatında da oldukça mahir olduğunu, Ulu Cami kapısına yakın olan dükkânında rengârenk boyalar arasında onu görenlerin, adeta kendisini bir tavus kuşuna benzettiklerini ifade eder. Çâkerî’nin meşhur şiirlerinden birisi şu nükteli beytidir: 

Yaş elinle yapışma yâre rakîb

Hele sabreyle ellerin kurusun

Keten helva imalatında usta olan Hamdî Efendi’yi de şehrin esnaf şairleri arasında anabiliriz. Helvacı Hamdî Efendi, özellikle kış mev- simlerinde şehrin ekâbir kesimince evlere davet edilir, geceleri hem helva yapar hem de tatlı dilli bir şahsiyet olduğundan birbirinden güzel hikâyeler anlatır, neşideler okurdu. Aşağıdaki beyti onun bu yönünü yansıtmaktadır: 

Mevsim-i sayfın eğerçi gülşen ü sahrâsı var 

Vakt-i sermânıñ da lâkin sohbet-i helvâsı var 

(Yaz mevsiminin gül bahçeleri ve gezip dolaşma yerleri varsa, kış mevsiminin de helva sohbetleri vardır.) 

Diyarbekir’in Vali Şairleri 

Diyarbekir’de pek çok vali şairin de yetiştiğini biliyoruz. Bürokrat yönü kadar şair kimliğiyle de ön planda olan bu isimlerden biri, Rakka valiliği yapmış Diyarbekirli Ahmed Paşa’dır. Muslihiddin Lârî gibi büyük âlimlerden ders alan Ahmed Paşa, 1582 yılında İstanbul’a giderek Şehzade Mehmed’i “Âfitâb-ı dîn ü devlet hazret-i Sultan Murâd/ Sâye-i perverdigâr ü mâye-i emn ü emân” gibi dizelerle tebrik etmiştir. ,

Kapıcıbaşılık ve Silahşorluk pâyelerinin yanında, Edirne, Erzurum, Halep ve son olarak da Diyarbekir’de valilik yapan Esad Paşa da, devlet adamlığının yanı sıra şairliğiyle de tanınırdı. Şiirleri, vefatından sonra “Divançe-i Es’ad Paşa” adıyla taşbas- kısı yapılarak bir araya toplanmıştır.

Diyarbekir’in meşhur vali şairlerinden birisi de İskender Paşa’dır. Kanuni döneminde, 1515 yılından 1572 yılına kadar, yaklaşık altmış sene, pek çok savaşta zaferler elde eden İskender Paşa, 1521’de Diyarbekir valiliğine tayin olunan Hüsrev Paşa’yla birlikte şehre gelmiş; önce kapıcıbaşı, sonra da çavuşbaşılık görevlerinde bulunmuştur. Çalışma hayatında büyük başarılar elde eden İskender Paşa; Van, Erzurum, Diyarbekir ve Bağdat’ta vali olarak büyük hizmetlere imza atmıştır. On dört yıl valilik yaptığı Diyarbekir’de kendi adıyla anılan cami başta olmak üzere pek çok eser bırakan İskender Paşa’nın yaptırdığı konak, bugün İskenderoğlu adıyla tanınan torunlarına aittir ve şehrimizin en önemli sivil mimarî örneklerinden biridir. Ali Emîrî, İskender Paşa’nın selis şiirlerinin olduğunu da ifade eder ve

Budin Kalesi’nin fethi sırasında;

Budin kal’asını aldıkda a’dâ

Mükerrer feth edip şâh-ı muzaffer

Anun mîr-i livadan bir Skender

Dedi tarihini feth-i mükerrer

şiirini kaleme aldığını dile getirir.

Bu isimlerin dışında Bağdat valiliği yapan Ümnî, Vodina ve Niğbolu valiliği yapan Celal Paşa ve Rakka valiliği yapmış Hafid Paşa da, Diyar- bekirli divan şairi devlet adamları arasında sayılabilir.

Hattat Şairler 

Hüsn-i Hat, gelenekli sanatları- mızın ruha en dokunanı, Divan şiiri ise başlı başına bir sanat ürünüdür. Kimi hattatlar, sanat zevklerini yansıttıkları bu iki sanat dalına beraber dalmış, hatla ellerinin, şiirle ruhlarının maharetini sergilemişlerdir. Diyarbekir’de hattatlığın yanı sıra şiirle de hemhal olan şairlerin başında hattat, şair ve devlet adamı Kasım Gubârî Efendi gelir. Diyarbe- kir’de doğup, 1625 yılında İstanbul’da vefat eden Hattat Gubârî, 16. yüzyılın sonlarından itibaren sülüs ve nesih yazının gelişmesiyle, bu alanda yetişen ve Şeyh Hamdullah mektebini ileri götüren değerli hattatlardan biridir. Sultan Ahmet Camii’nin celî yazılarını da yazan Kasım Gubârî, ‘Hatt-ı Gubar’ (toz tanesi kadar küçük) yazıları ile meşhur olmuş, bir pirinç tanesinin üzerine yazdığı İhlas suresinde gösterdiği maharetle de ‘Gubârî’ lakabını almıştır. Tatlı dilliliğiyle de meşhur olan Gubârî Efendi’nin, “Ey, vezîr-i dilîr-i bâ-ted- bîr…” diye başlayan ve “Bir pirince bunun gibi gazeli / Etdi hatt-ı gubar ile tahrir” diye biten on mısralık gazelini bir pirinç tanesi üzerine yazıp, devrin sadrazamına armağan edişi de oldukça dikkat çekicidir. 

Şehrin hattat şairlerinden bir diğeri de Halil Hamîd’dir. 1771 yılında Diyarbekir’de doğan ve dedeleri bazı valilere divan kâtipliği yapmış olan şairin babası Osman Efendi de şehrin gümrük kâtibidir. Diyarbekirli âlim ve şair Mehmed Şa’bân Kâmî gibi hocalardan ders alarak medrese eğitimini gören Halil Hamîd, hattat- lıkta üstad olduktan sonra bu alanda Diyarbekir’de hocalık yapmıştır. 1800 yılında, pek çok şairin kendisini geliştirmek için hayallerindeki şehir olan İstanbul’a giden Hamîd, tanınmış şair ve edîblerle sohbet ederek dostluk kurmuş, şiir meclislerinin havasını solumuştur. 

Yukarıda isimleri zikredilen şairler dışında Diyarbekir’de kadı, müderris, din adamı, memur divan şairleri gibi farklı meslek ve meşrep- lerden pek çok divan şairi yetişmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında Os- manlı devletinin pek çok vilayetinde olduğu gibi Diyarbekir’de de divan şiiri, farklı meslek sahibi birçok şairin üzerinde etkili olmuştur. Kadim medeniyetimizin yetiştirdiği farklı meslek ve meşrepten kimselerin sanatçı yönlerini ve şair kimliklerini bilmek, bugünden geçmişe ve bir yönüyle de geleceğe uzanan bu kültürel derinlik ve estetik zenginliğe sahip çıkmanın en önemli yoludur.

 

                                                                                                                                                                                                                                                                    F. Erkam Uğurlu

 

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir