Diyarbekir’in İstanbul’a hediyesi Süleyman Nazif -5.Sayı

Süleyman Nazif, 1870 yılında Diyarbekir’deki Said Paşa Konağı’nda dünyaya geldi. Şair ve devlet adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptu ve onu Diyarbekir’in bir hediyesi olarak İstanbul’a taşıyan edebî olgunluğa erişmesinde hem bu ailenin hem de şehirdeki edebî ortamın rolü oldukça büyüktü.

Süleyman Nazif, ey dehâ-yı şehîr Bu bedbahta sendin büyük bir zahîr! Yetîm oldum ummân-ı hayrette ben: Nasıl sağ bulundum bu hayrette ben? Nasıl hâk olur bir Süleyman Nazif? O rûh-ı mübârek o cism-i latîf (Abdülhak Hamid, 1927)

Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif’in vefatından sonra yukarıdaki satırları kaleme aldığında neredeyse bütün memleket sathında en büyük şair olarak kabul ediliyordu. Hamid, Süleyman Nazif’in ardından adeta ağlıyor, kendisini yetim hissettiğini söylüyordu. Bu yetimlik, Süleyman Nazif’in medeniyet dairemizdeki yerini tayine kifayet etmese de Diyarbekirlilerin hemşehrilik pâyesini nasıl bir şahsiyetle paylaştığını gösteren bir mutluluk vesilesidir. 

Diyarbekir’in binlerce yıldır çoğaltarak akıttığı medeniyet çeşmesinden pay alarak beslenen Süleyman Nazif, şair ve devlet adamı yetiştirmiş bir ailenin mensubu olarak 1870 yılında Diyarbekir’de, Said Paşa Konağı’nda dünyaya geldi. Bugün hâlâ mesken olarak kullanılmaya devam eden Said Paşa Konağı, Süleyman Nazif doğduğunda henüz yedi yıllık bir binaydı. Çocukluğu bu konakta geçen Süleyman Nazif’in büyük dedesi İbrahim Cehdî Efendi, ismini miras aldığı dedesi Süleyman Nazif Efendi ve nihayet babası Mehmed Said Paşa da şiirle, nesirle hemhâl olan şahsiyetlerdi. 

Süleyman Nazif’in hayatı hakkındaki bildiklerimizin büyük bir kısmını, bizzat kendisinin İbnülemin Mahmut Kemal İnal’a gönderdiği hâl tercümesinden öğreniyoruz. Diyarbekir’de doğduğunu, babasının görevleri nedeniyle dört yaşından itibaren vilayet vilayet dolaştığını ve en önemlisi ne öğrendiyse babasından öğrendiğini orada anlatır. Babasından, ilimle uğraşmaktan bir dakika bile geri durmayan birisi olarak bahseden Süleyman Nazif, nesrine yansı- yan o ateşli üslûbun aksine hâl tercümesini yazarken oldukça sakindir. Eserlerinin zamana karşı duramadığı, ilerleyeceği yer- de gerilediği yönündeki düşüncesini dile getirirken, “Keşke hiçbir satır ve mısraım meydana çıkmasaydı!” diyecek kadar da tevazu gösterir.

Süleyman Nazif’i besleyen ortam:

Diyarbekir’deki edebî mahfiller Sivri bir dile, nükteli bir edaya ve hazırcevap bir karaktere sahip olan Süleyman Nazif, bu hususta Namık Kemal’in izinden gider. Esasında ondaki Namık Kemal ve Abdülhak Hamid hayranlığı Diyarbekir’deki ilk gençlik yıllarında başlamıştır. Daha on iki yaşındayken babasının getirdiği Namık Kemal’in ‘Evrâk-ı Perîşân’ını defalarca okur. Bu eserden büyük bir haz alan ve ilerleyen yıllarda Namık Kemal hakkında müstakil bir eser yayımlayan Süleyman Nazif, şunları yazar: “Kemal Bey Midilli’de mutasarrıf iken ben on üç on dört yaşlarında, okumaya heveskâr bir çocuktum. Maskat-ı re’sim [doğum yerim] olan Diyarbekir’de hiçbir gün geçmezdi ki Namık Kemal’in ismi ve eserleri birkaç defa mevzu-ı bahs olmasın.” 

Sadece Namık Kemal’i değil Abdülhak Hamid’i de babasının vesilesiyle tanır Süleyman Nazif. On üç yaşındayken babasının kendisine getirdiği ‘Târık’ piyesiyle birlikte sıkı bir Hamid hayranlığı başlar onda. Öyle ki Hamid’in en meşhur unvanı olan ‘Şâir-i A’zam’ bile, onu ilk kez kullanan Nazif’in eseridir. Hatta Yakup Kadri’ye göre Süleyman Nazif, Hamid konusunda kendinden geçmiş bir derviş ve havariyi andırmaktadır. Bu derviş ve havarinin olgunlaşmasında Diyarbekir’deki edebî muhitlerin rolü büyüktür şüphesiz. Diyarbekir’de aldığı sağlam temel, Süleyman Nazif’i İstanbul ufkunda görmemizi sağlayan anahtarı kalbinde taşır. Sonraları, Batı etkisinde gelişmekte olan Türk edebiyatının dönüm noktası kabul edilen Servet-i Fünûn topluluğunda göreceğimiz, Diyarbekir’in bu kudretli kalemi, 1924 yılına ait bir yazısında İstanbul’un dayanılmaz cazibesinin kendisini buraya çektiğini aktarır ve ilave eder: “Bir Türk, cismi ruhu nerede doğarsa doğsun İstanbulludur. Bu şehri görmemiş olanlar da görenler kadar sever ve hasret çeker.”

Diyarbekir’den ayrıldıktan sonra bir daha memleketini ziyaret etme fırsatı bulamayan Süleyman Nazif, 1923 yılında yayımlanan bir yazısında yirmi yedi senedir sıla-i rahim yapamadığını ve Diyarbekir’i ziyaret edemediğini üzüntüyle dile getirir. Denilebilir ki o, Diyarbekir’in İstanbul’a hediyesidir.

 

Süleyman Nazif’in Pierre Loti Hitabesi

Süleyman Nazif, sadece İstanbul değil, Diyarbekir’in de içinde bulunduğu bütün Osmanlı coğrafyası için canı pahasına mücadele eden bir kahramandır. Nazif’in 23 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da Darülfünun Konferans Salonu’nda yaptığı Pierre Loti konuşması, ona atfedilen kahramanlığın ne denli isabetli olduğunu gösterecek delillerle doludur. O gün, ‘milli dost’ olarak bilinen Fransız yazar Pierre Loti için Şehzade Abdülmecid Efendi himayesinde bir konferans düzenlenmiştir. Aynı günlerde, Osmanlı İmparatorluğu’na dört yüz elli yıldan fazla süredir başkentlik yapan İstanbul, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin başını çektiği güçler tarafından fiilen işgal edilmiştir. Konferansın konuşmacıları arasında Süleyman Nazif de vardır. İlk bakışta mevzu Pierre Loti’dir ancak Süleyman Nazif’in asıl derdi başkadır. O, elbette Pierre Loti hayranıdır. Lâkin iş milletin istikbal ve istiklâli olunca her mesele olması gerektiği yere rücû edecektir. Nitekim öyle de olur. Pierre Loti’nin milletimize olan alâkası ve muhabbetiyle başlayan konuşması giderek hararetlenir. Konferansa katılan işgal kumandanlarının gözlerinin içine baka baka şunları söyler Süleyman Nazif:

“İstanbul’dan çıkarsak, manzume-i şemsiyenin [güneş sisteminin] âdemoğullarına tahsis edilmiş olan bir cüz’ünde, seneler mi, asırlar mı, artık ne kadar müddet süreceğini kimse- nin tayin ve tahmin edemeyeceği bir yangın, küre-i arzın serâpâ-yı âfâkını [yeryüzünün ufuklarını baştanbaşa] sarsacağında şüphe edilmesin.”

Süleyman Nazif’in konuşması, alkışlar eşliğinde sona erer. Ertesi gün İstanbul gazeteleri, bu tarihî konuşmayı şu ifadelerle okurlarına duyurur: “Süleyman Nazif Bey’in nutku heyecanlar ve gözyaşları arasında hitam bulurken on bin küsur kadın ve erkeğin eli mütemadiyen çırpıyor, üstadı alkışlıyordu.”

Diyarbekir’e duyduğu özlem 

Süleyman Nazif, daha önce de ‘Kara Bir Gün’ adlı makalesiyle mil- letin duygularına tercüman olmuştu; mütareke döneminde 9 Şubat 1919 günü işgalci Fransız generalinin İstanbul’a muzaffer bir eda ile girişini protesto ederek, bu feci olayı asırlar geçse bile milletçe unutmayacaklarını ve bir miras hâlinde nesilden nesile aktaracaklarını büyük bir teessürle dile getirmişti. Bu cesaretinden, idamına hükmolunması ihtimali pahasına vazgeçmedi. Pierre Loti günündeki konuşmasının üzerinden çok geçmeden de İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. Orada da susmadı, yazmaya devam etti. Hayatı gurbetlerde geçen Süleyman Nazif, yurt özlemini, memleket hasretini şiirlerinde beliğ bir şekilde ifade etmiştir. Aşağıdaki beyitlerde vatan ve memleket özlemini açığa vuran şairimiz, Doğu’nun semasını bulutlara sorarak, Diyarbekir’e olan özlemini ne güzel dile getirir.

 

Ne rüzgârında şemîm-i cibâlimizdir esen,

Ne dalgalarda haber var bizim sevâhilden.

Garîbiyim bu yerin, şevki yok, harareti yok;

Doğan, batan güneşin günlerimle nisbeti yok.

Olunca yâdıma hasret-fiken fezâ- yı vatan

Semâ-yı şarkı sual eylerim bulut- lardan 

Diyarbekir’in İstanbul’a hediyesi olan bu necip vatan evladının vefa- tından önce kaleme aldığı son yazısı da bir o kadar manidar ve hazindir.

‘Benim Dinim’ başlıklı bu yazıda Süleyman Nazif, hayatının anlamını ve bir bakıma vardığı sonu hülasa eder. ‘Kara Bir Gün’ yazarının ak ruhuna rahmet niyazıyla onun son yazısından aşağıdaki ifadeleri paylaşarak hatm-i kelam edelim: “Müslüman doğdum; Müslüman öleceğim. Dünyada hiçbir sebep ve kuvvet tasavvur edemem ki beni bu karar ve kanaatten döndürebilsin. Beşiğimi sallayan ezan sesi, mezarımı tesliye [teselli] etmez ve uyutmazsa ruhum ebediyette de meyus [ümitsiz] kalacak. Dinin aguşundan [kucağından] o mel’un aklımın beni çekip aldığı zamanlar, yeryüzün- de her şeyi boş ve kendimi herkesten ziyade bedbaht görürüm.”

 

                                                                                                                                                                                                                                                               Abdülhakim Tuğluk

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir